Monday, October 1, 2012

Fotoğraf sanatçısı Altan Bal ile `Bekar Odaları` üzerine söyleştik

-I
Fotoğraf sanatçısı Altan Bal ile `Bekar Odaları` üzerine söyleştik -I
Fototrek Fotoğraf Galerisi, Kodak Türkiye Fotograf Yarışması Profesyonel Kategorisi birincisi Altan BAL’ın “Bir İstanbul Masalı : Bekar Odaları” isimli siyah – beyaz fotograf sergisine tekrar yer veriyor !
...

Bize kendinizden bahseder misiniz?
1977`de İstanbul’da doğdum. Sabah 08.00’de evden çıkıp akşam 20.00’de eve gelen çocuklardan oldum hep. Özellikle yaz aylarında ailece çadır kurduğumuz Ambarlı yazlık kampı kişiliğimin şekillenmesinde önemli bir yere sahiptir. 1994`te Avcılar 50. Yıl İnsa Lisesi`ni bitirerek İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Hakla İlişkiler Bölümü`nü kazandım. Fotoğrafla burada tanıştım. Ufuk Duygun’dan özel dersler aldım. 1999 yılında İletişim Fakültesini 4. yılda bırakarak Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Bölümü’ne birincilikle girdim. 2003 yılında 3. olarak mezun oldum.
2000 yılı Yunus Nadi Cumhuriyet Gazetesi Fotoğraf Ödülü`nü kazandım. Fotoğrafçı Merih Akoğul’un 3 yıl asistanlığını yaptım. Halen Fototrek ve çeşitli fotoğraf kurumlarında fotoğraf dersleri veriyorum. Tam anlamıyla bir sinema ve edebiyat düşkünüyüm. Aslında Düş’künler Tekkesinin daimi üyesiyim diyebilirim.
Bir de hayatın sağlığına duacıyım...

Fotoğraf tutkunuz nasıl oluştu ?
Galiba Fotoğraf benim “Hayat Bilgisi” ödevimdi. Ailece bir yerlere gittiğimiz çocukluk yıllarında “anı” fotoğrafları çekmek için makineyi bana verdiklerinde hep içinde tanıdık birisinin olmadığı fotoğraf çekmek istediğimi hatırlarım. Güzel sanatları kazandığım günlerde babamın küçükken fotoğraf çekerek Erzincan’da para kazandığını söylemesi, fotoğraf tutkumun babamdan gelebileceği düşündürmüştü. (Babam ki tam anlamıyla hayatımın kahramanlarından biridir, benim üzerimdeki etkisi tartışılmazdır. )
Aslında fotoğrafa yönelmemin temel itici gücü galiba ölüm ve zamanın geçici olması. Fotoğraf çekerek en azından bazı şeyleri değişmeden bırakabiliyorum. Fotoğraf bana insan ile genelde doğa özelde ölüm arasındaki mücadelede insanın kendini kandırdığı bir araç gibi geliyor. Belki de ölümle hesaplaşma kaygısından fotoğrafa yöneldim. Kim bilir hayat dışında.

Bize biraz “Bekar Odaları” projesinden önce gerçekleştirdiğiniz çalışmalardan bahseder misiniz?
İlk çektiğim proje okuldaki ödev nedeniyle yaptığım İstanbul kara surların dibindeki hayatı anlatan bir projeydi: “Surun Dibi”. Sınıf arkadaşım Mustafa Bilge Satkın ile çekmiştim. Sur dibindeki yaşamları anlatıyordu. Daha sonra şimdi kaldırılmış olan İstanbul Yenibosna hurdalığında hurdalıklar arasında yaşayan Japon Amca ile beraber hurdalığı çektim. En son da Bekar Odalarını...

“Bekar Odaları” fikri nasıl doğdu ?
Her şey babamın 1965 yılında “boğulacaksan büyük suda boğul” diyerek Erzincan-İstanbul trenine kaçak binmesiyle başladı. Çocuklarını kesinlikle İstanbullu yapmak isteyen bu adam, Anadolu’dan İstanbul’a gelen çoğu gurbetçi gencin yaptığı gibi 3-4 arkadaşıyla beraber kısa bir süre “Bekar Odası”nda kaldı.
Benim bekar odalarıyla tanışmam babamın anlattığı “hayat bilgisi” hikayeleriyle oldu. Ev rahatlığının değerini bilmeyen, hayat mücadelesi hakkında bir fikri olmayan çocuklara anlatılan ibret dolu bir hikayeydi bekar odaları. En az 3-4 gurbetçinin bir araya gelerek tuttuğu bu küçücük sağlıksız ortamlarda verilen mücadele tam anlamıyla bir İstanbul’a tutunma savaşıydı. Benim içinse kahramanı babam olan bir İstanbul masalıydı.

”Bekar Odaları”nın bir fotoğraf projesine dönüşmesi nasıl oldu ?
Türk Filmlerindeki takvim yapraklarının hızla yerlere düşmesi gibi yıllar çok çabuk geçti. Fotoğraf Bölümünün 3. sınıfının ilk aylarında, dönemlik fotoğraf projesi ödevinde neler çekebileceğimi düşünüyordum. İstanbul fotoğrafları çekmek istiyordum. Peki İstanbul fotoğrafı nasıl olmalıydı. İstanbul manzaraları yeterli miydi ? Ya da kendi İstanbul’umun peşine mi düşmeliydim? İstanbul’un görülmeyen gösterilmeyen bir yüzü kalmış mıydı ? Bu soruların cevabını yıllar önce babamın anlattığı “hayat bilgisi” hikayelerinde buldum. Bekar Odaları aslında tam anlamıyla bir İstanbul hikayesiydi. Öyle bir hikaye ki yalnızca İstanbul’u değil, “Bekar Odaları” sakinlerinin Türkiye’nin çok çeşitli yerlerinden geldiğini düşünürsek tüm Türkiye hikayesiydi. İstanbul demek gurbet demekti.

Fotoğraf çalışmaları nasıl başladı ve bu çalışmalar sırasında nasıl sorunlarla karşılaştınız ?
İstanbul’da daha çok Küçük Pazar denilen Eminönü ile Beyazıt arasında yoğunlaşan bekar odaları sakinlerinin fotoğrafını çekmek pek kolay gibi gözükmüyordu. Yıllarca bir köşeye itilmiş, sağlıksız koşullarda yaşamalarıyla hiç ilgilenilmemiş bu insanların aralarına girip bir şey istemeye hakkım var mıydı ?
İlk birkaç ay hiç fotoğraf çekmeden onlarla tanışmakla ve hayatlarını anlamakla geçti. Ve tabii ki bol bol reddedilmekle. Çünkü fotoğraf, onların gözünde gazeteci ve yalan yanlış haberler demekti. Şimdiye kadar kimse onları olduğu gibi görmemişti.
İlk birkaç aydan sonra, Anadolu’nun misafirperver sıcaklığıyla karşılanmaya başlandım. Artık herkes beni odalarına davet ediyordu. Yöntem olarak gördüğümü çekmeye çalıştım. Bir şey aramadım. Bekar Odaları’nda gördüğümü duyarlı fotoğraf yüzeyine geçirdim. Bu açıdan Bekar Odaları’ndaki hayatı yansıtıyorum diye bir şey söylemek istemem. Söyleyebileceğim tek şey Bekar Odaları’nda geçirdiğim günlerde olanları fotoğrafa döktüm. Zaten tek yapabileceğim de buydu.

”Bekar Odaları” Projesi nasıl sergiye dönüştü ve projenin devamında neler var ?
Çekimler aşamasında Fotoğraf Vakfı Girişimi desteği ile çalışmalarımı sürdürmüştüm. Sergi hazırlıklarında da Nikon Türkiye Mümessili Karfo Karacasulu A.Ş. destek oldu. 30 fotoğraftan oluşan sergi 13 Eylül Cumartesi günü saat 19:00’da Fototrek Nikon Fotoğraf Merkezi’nde açılacak.
Son zamanlarda çekimler, daha çok bekar odaları sakinlerinin oda dışındaki yaşamlarına yoğunlaşarak sürüyor. Örneğin kağıt toplayıcılar bunlardan bazıları.