Saturday, October 27, 2012

Akan kan nasıl durur 1-2

Kan dökülüyor, anaların babaların gözyaşları dinmiyor. Cumhuriyet'ten Türey Köse, siyasetçilerden aydınlara, şehit babalarından yazarlara, emekli askerlerden sinema sanatçılarına dek çeşitli kesimlerle konuştu. Barışın sağlanması, akan kanın durması için 'Ne yapmalı' sorusuna yanıt aradı.


Cumhuriyet Ankara Büro -
SUNUŞ
Kan dökülüyor, anaların babaların gözyaşları dinmiyor. Resmi açıklamalarda “Terörün son çırpınışları” deniyor, “Analar ağlamasın” temennisi dile getiriliyor. Ne “son çırpınışlar” bitiyor ne de gözyaşları. Son dönemde “1990’lara mı dönüyoruz” kaygıları yüksek sesle dile getirilmeye başlandı. “Habur, Oslo, 2. Oslo...” derken sert tartışmalar yaşanıyor, “akil adam” formülleri gündeme getiriliyor. “Akil adam” denilince ilk akla gelen isimlerden olan Yaşar Kemal, 2009’da Cem Erciyes’in sorularını yanıtlarken “Bu ‘akil adamlar’ konusu çok tartışılır oldu. Ben de düşündüm elbette ne yapabilirim, elimden ne gelir, diye. Ama demem gerek ki çözümün özü bu kadar açık seçikken akil adam, arabulucu filan gerekmiyor. Gereken tek şey kararlı bir siyasi irade. Korku ve şiddet üzerine kurulu her politikanın çözümsüzlük üreteceğini gören cesur bir siyasi irade” demişti. Yaşar Kemal, bu yıl mart ayında yayımlanan “Bu Bir Çağrıdır” kitabında da “Bugün bir umutsuzluk yeli ortalığı kasıp kavuruyor. Ben diyorum ki, bu yaraların sarılması bizim elimizde. Gelin de doğru dürüst bir demokratik düzenin kurulması için aklımızla, yüreğimizle el ele verelim” çağrısı yapıyordu. Kendisine “Kanı durdurmak için ne yapmalı” diye bir kez daha sorduk. Yaşar Kemal, güncel tartışmalara, formül arayışlarına girmedi. “Kimi zaman bir sözcük, binlerce sözcüğün yerini alabilir… Benim kitaplarım zaten barışa çağrı. Bütün kitaplarımda barışa çağrı yaptım” dedi.

Siyasetçilerden aydınlara, şehit babalarından yazarlara, emekli askerlerden sinema sanatçılarına dek çeşitli kesimlerle konuştuk. Barışın sağlanması, akan kanın durması için “Ne yapmalı” sorusuna yanıt aradık.

DTK Eşbaşkanı Ahmet Türk, Özal’ın formülünü örnek veriyor, güven ve samimiyet gerektiğini söylüyor. Türk ‘Öcalan çözüm için bir şans’ diyor

‘Af değil helalleşme’

• Demokratik Toplum Kongresi Eşbaşkanı, Mardin bağımsız milletvekili Ahmet Türk, parlamentodaki en deneyimli siyasetçilerden biri. Türk’ün görüşleri şöyle:

PKK-Öcalan muhatap Çözüme odaklanmış bir devlet, hükümet görüntüsünü görmek istiyoruz. Bugün bundan uzağız. İkilemler, bir projenin olmadığını, bir hazırlığın olmadığını gösterdi. PKK’nin elinde silah var, bu sürecin doğru gitmesi için PKK’nin önce ikna edilmesi gerekiyor. İnandırıcı, güven verici bir sürecin başlatılması gerekiyor. Silah bırak, demekle bırakılmıyor. PKK’nin elinde silah varsa, bunların susması gerekiyorsa elbette PKK’yi aktör olarak görmek zorundasın. Cezaevinde Sayın Öcalan bir aktörse Kürtler üzerinde -ki öyledir- o zaman bunu da göreceğiz. Halkın iradesiyle seçilmiş bir grup varsa elbette o da katkı sunacak.

Oslo devam etmeli Oslo sürecindeki tıkanıklığın nedeni sızdırma değil, kimin sızdırdığını bilmiyorum, iki taraf da ben sızdırmadım, diyor. Ama oradaki atılması gereken adımlar Sayın Başbakan’ın önüne geldiği zaman “Bu talepleri asla kabul etmeyiz” dediğini ve bu süreci bitirdiğini biliyoruz. Bir projeniz olmalı. Bir görüşmeye başlarken, 93’te Beyrut’a gittiğimizde, Özal’ın söylediği şuydu; şunu düşünüyorum, bunu söyleyin, eğer görüşürseniz, dedi. Tabii ki Oslo süreci devam etmeli, bunu olgunlaştırmalı. Bir yol haritası koymadığı için herkes şaşkın. (Leyla Zana’nın “Erdoğan bu işi çözer” sözlerine karşı çıktığı anımsatıldığında) Şu anda devletin başında bir pojenin olmadığını, devletin bir hazırlığının olmadığını görüyorum. Keşke olsa da katkı sunabilecek bir rol oynayabilsek.

Dokunulmazlıklar ipleri koparır Dokunulmazlıkların kaldırılması, diyaloğun, iplerin tamamen kopması anlamına gelir. Başbakan zannediyor ki BDP’yi işlevsizleştirirse, parlamentodan atarsa birileri muhatap olarak çıkar. Öyle bir şey asla olmaz. Bu tamamen Kürtleri dışlayan, Kürtlerin artık hiçbir hakkını tartışmayan bir süreç olarak değerlendirilir. Bu kolay olmayacak, halkın iradesiyle seçilmişiz, burada seçilmiş insanları parlamentodan atmak o kadar kolay değil.

Öcalan bir şans Türk halkının da hassasiyetlerini biliyoruz, Kürt halkının da. Çözüme en fazla katkı sürecek bu kuşak da giderse çözüm çok daha zor olacak, demiştim. Mevcut aktörler geçmişi, Türk-Kürt ilişkisini, uzun bir birlikteliğin ne olduğunu biliyoruz. Bugünkü gençlik daha radikal bir sürecin aktörleri olacak. Biz nasıl bir şanssak, 30 yıldır bu savaşın içinde birçok şey görmüş olan Öcalan da bir şanstır.

Sınırlar heyecanlandırmıyor Bizi heyecanlandıran sınırlar değil, bizi heyecanlandıran federasyon değil, bizi heyecanlandıran adil, eşit yönetime eksiksiz katılımı sağlayacak bir sistemdir. Bu da Kürtlerin bir statüye sahip olması ve yönetime katılma arzusudur. İnkâr edilmiş bir halk var. İnkâr edilmeseydi belki statüye bile gerek olmazdı. Bir halkın dili, kimliği tehlike altında, yok olmayla karşı karşıya. Bu insani bir arayıştır, asla ve asla milliyetçi bir bakış değil.

Helalleşme lazım (Genel af istekleriyle ilgili) Tabii ki sonuçta bir helalleşme döneminin başlaması lazım. Kimse kimseyi affetmiyor. Helalleşme dönemi olacak. Bir helalleşmedir, yeni bir dönemdir, yeni bir Türkiye’dir, demokrasiyi esas alan, herkesi kucaklayan. Herkes için bir şans, bir fırsat dönemi olarak getireceksiniz.

Özal’ın formülü

Rahmetli Özal bir gün bizi çağırdı, “Ben şöyle düşünüyorum” dedi. “Herkes gelecek bir zarf verecek, beş yıl bu zarflar açılmayacak, beş yıla kadar suç işlemeyen herkes için de bu zarflar ortadan kaldırılacak, meseleyi bitireceğiz” dedi. Hak ve özgürlükler konusunda da gereken yapılacak...(Zarfta ne olacak, sorusu üzerine) Yani PKK, itirafçı değil, bir zarf verecek, bu zarf devletin kasasında duracak, o insanlar eylem yapmadığı takdirde o zarflar yok edilecek. Kimse rencide olmasın, gel itirafçı ol, gibi... (Aynı yöntem bugün de önerilebilir mi, sorusu üzerine) Bu tartışılır. Güven ve samimiyet olduğunda bütün formüller tartışılır. Kürtler federasyon da isteyebilir, şu anda Türkiye hazır değil, denebilir. Geleceğin doğru oluşturulması için herkesin bu diyalog sürecine katkı verecek bir anlayış içinde olması gerekir.

‘Öcalan çıkınca çözülecekse çıksın’

Müjde Ar, “dobralığıyla” ünlü bir sanatçı. Siyasetle de yakından ilgileniyor. “Kanın durması için ne yapmalı” diye sorduğumuzda öncelikle siyasetçilere isyan ediyor:

“Kızıyorum, hepsini de bu meselede samimiyetsizlikle suçluyorum. Bir ileri, on geri gidiyorlar. 30 yıldır herkes papağan gibi aynı lafları tekrarlıyor. 30 yıldır bu meseleden çıkılamıyorsa, konuşulan lafların hiçbirinde bir samimiyet görmüyorum. Laf, laf, laf... Siyasetteki oy endişeleri, aman belediye seçimleri var, genel seçim var, geri adım atalım, aman Cumhurbaşkanlığı seçimi. ‘Dur bakalım, Oslo falan başladı ama kendimi orada göreyim, ondan sonra bakayım.’ ... Erteleye erteleye sorun bu hale geldi. Çoktan çözülebilecekti. Öcalan’ı mutahatap aldıysan devam et. Kürtlerin bütün demokratik talepleri yerine getirilmeli. İnsanların çocuklarına Kürtçe isim koyamadıkları dönemler oldu. Benim bir arkadaşım gidiyor çocuğuna ‘Botan’ adını koyuyor, ‘Vatan’ diye yazıp eline nüfus kâğıdı veriyorlar. Bu konularda samimi davranılmadıkça bu sorunun da çözüleceğine inanmıyorum. Vay Öcalan’la görüşülmüş... Kimle görüşülecek, Ugandalı biriyle mi? Öcalan çıkınca bu mesele çözülecekse, çıksın. CHP de net olamıyor. Benim oy oranım belli, iktidar olamayacaksam, bari elimi masaya vururum, net bir şey ortaya koyarım. O zaman ‘yeni CHP’ diye oy verenler, ‘neresi yeni’ diye sormaktan vazgeçer.”


‘Türkiye Birleşik Devletleri’
Mustafa Sarıgül liderliğindeki Türkiye Değişim Hareketi Genel Sekreteri Hasan Aydın’ın “Türkiye Birleşik Devletleri” önerisi tartışma yarattı. Aydın, “hareketi lağvetmediklerini, yerel seçimlerden sonra durumu değerlendireceklerini” söyledi. “Kişisel” düşüncelerini ifade ettiğini vurgulayan Hasan Aydın’ın önerisi şöyle: “30 yılı geçkindir aynı politika izlenmektedir. Silah, silah, silah... Şiddet, şiddet, şiddet... Kör olsa görür, sağır olsa duyardı. Kısaca özü hiç değişmeyen, zaman zaman biçimi değişen bu siyasetle olmaz... Ey dağdakiler... Sevgili devletim, onu yönetenler, ölenler, öldürülenler, hiç kimse bu çizgiyle istediğini elde edemeyecek. 30 yıl yetmediyse, bir 30 yıl daha buyurun devam edin. Kan dökün. Kin kusun. Ne yaparsanız yapın olmaz. Olmayacak. Çözüm Türkiye Cumhuriyeti’nin elinde, bunu rahmetli Özal denedi. Ama ömrü vefa etmedi. Amerika’nın Birleşik Devletleri oluyorsa (ABD) Türkiye Birleşik Devletleri de olur. Avrupa Birliği (AB) devleti oluyorsa, Türkiye Birliği devleti de olur. Bal gibi olur. Federal Almanya oluyorsa, Federal Türkiye de olur.”

Cumhuriyet'ten Türey Köse, siyasetçilerden aydınlara, şehit babalarından yazarlara, emekli askerlerden sinema sanatçılarına dek çeşitli kesimlerle konuştu. Barışın sağlanması, akan kanın durması için 'Ne yapmalı' sorusuna yanıt aradı.


Cumhuriyet Ankara Büro- Oslo süreci ve sonrasındaki gelişmeler CHP içinde sert tartışmalara-saflaşmalara yol açtı. Öyle ki, son parti meclisi toplantısında Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün “ulusalcı kafatasçı” suçlamasına tepki gösteren bazı milletvekilleri üzerine yürüdü. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bir yandan “Silah bıraktırılacaksa PKK ile görüşülür. Önemli olan görüşmenin içeriğidir” diyor, öte yandan “Eğer bir Başbakan çıkıp kamuoyu önüne ‘Öcalan’la görüşülmeli’ diye bir beyan deklare ediyorsa kendisinin muhatabı artık Öcalan’dır. Ben bunu içime sindiremiyorum” açıklaması yapıyor. Parti Sözcüsü Haluk Koç, Oslo belgelerini açıklıyor; öte yandan eski milletvekili Şükrü Elekdağ rapor hazırlıyor, genel başkan yardımcıları Sezgin Tanrıkulu ve Gülseren Onanç çeşitli girişimlerde bulunuyor. CHP yönetiminin kafası karışık, milletvekili grubu “kavgalı” ve bir türlü “2012 Kürt raporu” çıkmıyor.

CHP, Kürt sorununun çözümü için TBMM’de tüm partilerin katılacağı 8 kişilik “Toplumsal Mutabakat Komisyonu” ve TBMM dışında da siyasi partilerin eşit sayıda önerecekleri toplam 12 üyeden oluşacak Akil İnsanlar Grubu kurulmasını önermişti, ancak bu öneri hayata geçirilemedi. Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, sorularımızı yanıtlarken çözüm için önerilerini sıraladı:

-Önce siyasetçinin dili değişmeli. Suçlayıcı, polemikçi, yarışmacı dilden uzaklaşmak gerekiyor.

-Toplumsal Mutabakat Komisyonu önerisi, 4 parti uzlaşmayınca olmuyordu. Araştırma komisyonu Meclis’in kararıyla kuruluyor, istemeyen parti üye vermez. Komisyonun adı Toplumsal Barışı Bozan -tehdit eden- Olayları Araştırma ve Çözüm Yolları Önerme Komisyonu olabilir. Darbe komisyonu gibi çalışır. Anayasa Uzlaşma Komisyonu gibi olmalı, AKP sayısal çoğunluğundan vazgeçmeli. Komisyonu kuralım, her parti kendi siyasal yükünü bir tarafa bırakıp önyargısız gelsin, bir çalışma sürecini başlatalım. Bu sürecin Meclis’te başlatılması lazım, AKP genel merkezinde ya da Başbakanlık’ta değil.

-Araştırma komisyonunda, kanaat önderlerini de uzman diye çalıştıralım. Milletvekillerinin, partilerin yapamayacağı işler var. Benim bir CHP’li kimliğimle gidemeyeceğim kesimler var; BDP’nin, AKP’nin gidemeyeceği kesimler var. Toplumun vicdanı olmuş, hem sorunu bilen hem önyargısız insanlar var; din adamı, yazar, akademisyen, gazeteci olabilir. Bunların bir arada çalıştığını düşünün, bir umut başlangıcı olabilir.

-Örgüte de görev düşüyor, irade beyanı ortaya çıkarsa, bunun çalışacağı ortama zemin hazırlamaları gerekir. Eylem yapmayacaklar, dillerini değiştirecekler, çok üstten konuşmayacaklar, direnç gösteren kesimlerin reflekslerini dikkate alan tutum gösterecekler, dinleyecekler. Konuşma ortamını ortadan kaldırmayacaklar.

Tanrıkulu, iktidara da “Önümüzde seçim var. Türkiye’de bir arada yaşamayı bu seçime kurban etmeyelim. Korkum odur ki; Başbakan yine bir arada yaşama arzusunu AKP’nin seçim başarısı odaklı bir politikaya heba edecek” uyarısında bulundu.

Habur ve Oslo süreci tartışmalarıyla ilgili olarak Tanrıkulu, “Habur’da sorun gelenlerde değildi, sorun orayı yönetemeyenlerdi. Muhalefetle, toplumla irtibat kurmadan bu projeyi hayata geçirdikleri için bu iş heba edildi. Öncesinden muhalefetle, bu işin diğer dinamikleriyle bir görüşme olsaydı silah bırakma süreci daha hızlı olabilirdi. Büyük bir fiyasko yaşandı, toplum hazır değildi. Oslo süreci de gerçekten örgütün silahsız hale getirilmesine odaklı yapılmamış. Oslo tutanaklarının 4 yerinde 12 Haziran seçimlerine, seçimlerin güvenli yapılmasına vurgu var” görüşünü dile getirdi. Tanrıkulu, “2. Oslo süreci” tartışmalarıyla ilgili sorumuza “Meclis’te bir mutabakat arayışını topluma göstermeden, bu dili düzeltmeden birlikte çalışma iradesini ortaya koyma iradesi konusunda azami çaba göstermeden yapılanlar sonuç vermiyor” yanıtını verdi.

Tanrıkulu, özellikle Hüseyin Aygün ile kendisini hedef alarak söylenen “Partiyi BDP’lileştiriyorlar” suçlamalarına da “Bunu söyleyen arkadaşlarımı sadece kınıyorum. En ucuz eleştiri bu” karşılığını verdi.

Terörle müzakere olmaz

• Terörle mücadele için 2006’da özel koordinatör olarak atanan, sonra görevden alınan emekli Orgeneral Edip Başer’in Oslo süreci ve sonrasındaki gelişmelerle ilgili görüşleri şöyle:

Devlet silah bırakmaz: Terörle mücadele askerin, polisin yaptığı mücadele değil. Çok farklı ayakları var. Sosyoekonomik koşulların iyileştirilmesinden tutun, terör örgütünün finans kaynaklarının kesilmesi, psikolojik desteğin kesilmesini sağlamak, diplomatik girişimler, psikolojik harekât denen halkın doğru bilgilendirilmesi, halkın bir kısmının PKK’ye sempatizan haline gelmesini önleyici propaganda faaliyeti. Bütün bunlar yapılmamıştır. Devletin tüm kurumlarını koordine edecek uzman kişileri yetiştireceklerdir. Terör örgütü elinde silah tutuğu sürece silahlı mücadele olur. Devlet silah bırakmaz. Kanın hâlâ akıyor olmasının temel nedeni, terör örgütünün can damarları olan finans akışı ve lojistik desteğin kurutulamamış olmasıdır.

Habur, Oslo: Habur deneyimi, talihsiz bir olay olmuştur. Buna neden olan siyasi kurum şapkasını önüne koyup düşünmeliydi. Maalelef öyle olmadı. Özel bazı yöntemlerle, özel bazı yollarla o kişilerle görüşürsünüz. Ama devlet olarak oturup da müzakere yapıyorsanız, hele 3. bir devletin gözetiminde oturuyorsanız müzakere masasına, bu çok yanlış. Terörle müzakere olmaz.

BDP meşru değil: Keşke BDP muhatap alınsaydı. Ancak BDP meşruluğunu kaybetti. Görünüşte meşru ama bana göre teröre tam olarak bulaşmıştır. Teröre bulaşmış olan herhangi birisiyle hele Öcalan gibi terörü ülkenin başına bela etmiş biriyle müzakere etmek akla ziyan bir iştir. Gerçekten samimi olarak terörü dışlayan siyasileri bulup çıkarıp onları muhatap almak gerekir.

PKK ile de görüşülür şeytanla da


• Oya Baydar: (Yazar) Çözüm için köklü adımlar atılırken “Bak ne çok taviz (!) verildi, neler yapıldı, teröristler hâlâ saldırıyor” korosu için söylüyorum. Mesela İrlanda’da, Güney Afrika’da taraflar arasında diyalog sürerken, hatta olumlu sona birkaç adım kalmışken bile kanlı provokatif eylemler oldu, görüşmeler yine de kesilmedi. Her şeyden önce, sorunun savaşla çözülemeyeceğinin artık anlaşılması lazım. Bu yolda atılacak somut adımlara gelince: Cesaretle, önkoşulsuz diyalog başlamalıdır. Muhatap sorunu bahaneden ibarettir. Öcalan, “muhatap benim” diyor. Kürt halkının manevi lideri, beğenin beğenmeyin Öcalan’dır. Abdullah Öcalan’ın devreye girebilmesi için koşulları gözden geçirilmeli, kendisine olanak sağlanmalıdır. Çözüm isteniyorsa PKK ile de görüşülür (ki silahlı güç PKK olduğuna göre bu zorunludur), şeytanla da görüşülür. AKP iktidarı, oy hesaplarıyla, kitleleri kaybederim korkusuyla CHP ve özellikle MHP muhalefetine teslim oldukça, gücü olduğu halde çözümü sağlayamaz. Tabii, AKP’nin kendi milliyetçi damarı da bir engel. AKP’nin eli bağlı: En önemli bağ kendi Sünni milliyetçiliği. İkincisi Erdoğan’ın kişilik özellikleri; o ve yakın çevresi, Kürt meselesinin bazı hakların gıdım gıdım verilmesiyle din kardeşliği temelinde çözülemeyeceğini anlayabilecek siyasal öngörüye sahip değil. Öte yandan, AKP iktidarı Gülen Cemaati’ne dayanıyor ve iktidarın bu gayri resmi kanadı Kürt sorununun çözümünde güvenlikçi politikalardan taviz verilmesini istemiyor. Buna bir de muhalefetin tavrını eklerseniz AKP’nin zikzaklarını, “mış gibi” yapmasını ve samimiyet derecesini anlayabilirsiniz. Aslında, AKP’yi barışçı çözüme zorlayabilecek gerçek güç bizleriz.

Meşru aktörlerle şeffaf müzakere

• CHP Genel Başkan Yardımcısı, Parti Sözcüsü Haluk Koç, “terör ile Kürt sorununun” birbirinden ayrılması gereği üzerinde duruyor. Koç, “Kanı durdurmak için terör örgütünü çok iyi tanımlamamız gerek. Nihai hedefleri ortada, saf olmamak gerekiyor. Silahla masaya oturarak siyasi müzakere yapma yanlışı Türkiye’nin başına çok daha fazla sorun getirir. Oslo bir utanç belgesidir. Erdoğan’ın bir kolunda Barzani, bir kolunda İmralı” dedi. CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun “Silah bıraktırılacaksa PKK ile görüşülür” açıklamalarını anımsattığımızda da Koç, şu değerlendirmeleri yaptı: “Ben kendi görüşlerimi söylüyorum. Silah bırakmadıktan sonra terör örgütü muhatap alınamaz. Kayıtsız şartsız silah bıraktıktan sonra da ondan sonraki süreç siyasi boyutta temsilcilerle, milletin önünde, meşru zeminlerde tartışılabilir. Terör örgütünün siyasi konularda muhatap alınmasının, toplumu bu yönde oluşturmanın yanlışlığını söylüyorum. Terör örgütü paralel devlet yapılanmasını kurumları ve kurallarıyla tarif etme aşamasına geldi. Kaçırdığı insanları için, gözaltında, tutuklandı, yargılanacak, gibi paralel bir hukuk devletin deyimleriyle konuşur hale geldi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir hukuk devleti olarak ulusal ve uluslararası hukukun kendisine verdiği tüm yetkileri kullanarak terörle mücadele etmek zorunda. Ancak diğer taraftan da Kürt sorununun çözümü için de meşru siyaset kurumunun, meşru siyasi aktörlerin, meşru zemin olan TBMM’de süreci milletin önünde şeffaf, açık şekilde tartışmaları gerektiği görüşündeyim. Bütün meşru aktörler, sadece BDP değil, MHP de var. ” Koç, “ulusalcı, şahin” eleştirilerine de “Ben yurtseverim, bir yabancı kendi ülkesinin çıkarlarını ne kadar savunuyorsa, ben de Türkiye’nin çıkarlarını o kadar savunmakla görevliyim. Şahin değil, akılcıyım” karşılığını verdi.
24 Ekim 2012