1952 Nobel Barış
Ödülü sahibi Alman humaniter doktor, filozof, müzisyen, teolog, hayvansever,
anti-nükleer aktivisttir.
Çok ilginç bir
yaşamı olan Schweitzer, iki doktorasına rağmen tıp doktoru olmaya karar verdi;
Afrika’da doktorluk yapma amacıyla 30 yaşından sonra tıp tahsili yaptı; Gabon’da
bir hastane kurdu ve yaşamını yöre halkının sağlığına adadı. Geliştirdiği
yaşama saygı felsefesi ile günümüzdeki çevreci ve hayvansever hareketlerin
öncüsü kabul
edilir.
Albert
Schweitzer, o dönemlerde Almanya’nın günümüzde ise Fransa’nın bir parçası olan
Alsace’da, bir papazın oğlu olarak dünyaya geldi. Az bilinen bir gerçek, Jean
Paul Sartre’in kuzen olmasıdır. Aralarındaki büyük yaş farkından ötürü Sartre,
ona “Amca” diye hitap ederdi. Küçük yaştan itibaren orga karşı büyük tutkusu ve
yeteneği vardı, Avrupa’nın en iyi orgcuları tarafından eğitildi; zamanla org
yapımı konusunda dünyanın en iyi uzmanlarından birisi oldu.
1893’te
Strasburg Üniversitesi’nde felsefe öğrenimine başladı ve 1899’da doktorasını
tamamladı. Aynı yıl Strasbug’daki St. Nicholas Kilisesi’nde din görevlisi
olarak atandı. Ertesi yıl teolojide doktorasını tamamladı ve çeşitli dini
okullarda yöneticilik yaptı. 29 yaşına geldiğinde biri teoloji alanında, bir
başkası Kant hakkında ve bir diğeri Bach’ın yaşam öyküsü hakkında olmak üzere
üç kitap yazarak müzik, din ve felsefe alanlarında değerli katkılarda
bulunmuştu; ayrıca org yapımı hakkında da eserler verdi.
Oldum olası
insanlığa doğrudan hizmet etmek için büyük bir istek duyan Schweitzer, 1904’te
tesadüfen Paris
Misyoner Topluluğu’nun yayınladığı bir dergide Fransız kolonisi Gabon’da
çalışacak doktor arandığını okudu. Bu ilan üzerine yaptığı araştırma onu, “beyaz
adamın” “siyah adama” yaptığı kötülükler ve haksızlıklar üzerine düşünmeye sevk
etti. Uzun süredir kendini adayacağı bir insanlık hizmeti arıyordu. Yetimhane
kurma ve benzeri girişimleri bürokratik engeller yüzünden gerçekleşememişti.
Misyoner çalışmalara hiçbir zaman ilgi duymamıştı; Afrikalılara vaaz vermeye
niyeti yoktu ancak doktorluk yaparak beyaz adamın onlara verdiği zararı telafi
etmeye çalışabilirdi. Afrika, o yıllarda kara kıta olarak anılıyordu; Avrupa’dan
Afrika’ya gitme yürekliliğini gösteren araştırmacı ve misyonerlerin çoğu orada
hastalanarak yaşamını yitiriyordu. Buna rağmen Avrupa’daki konforlu yaşamını
terkederek Afrika’da doktorluk yapmaya karar verdi. 1905’te dostlarına ve
akrabalarına yazdığı mektuplarda tıp eğitimi almaya başlayacağını ve
istikamatinin Afrika olduğunu söylüyordu. Bu değişikliğin nedenini ise artık
elleriyle çalışmayı arzulaması, yıllardır kelimelerle uğraşmaktan ve sevgi
dininden bahsetmekten bıkmışlığı, artık onu uygulamaya geçirmek isteği olarak
açıklıyordu. Çevresi onun bu düşüncelerine olumsuz tepki verdi. Kendisini
anlayan ve destek olan tek kişi o yıllarda yakın bir arkadaşı olan Helen
Bresslau idi.
Tüm itirazlara
ve tepkilere rağmen Schweitzer 30 yaşında tıp eğitimine başladı; 38 yaşında
eğitimini tamamladı. Ne var ki tüm hayatını Paris Misyoner Topluluğu’nun
ilanındaki ihtiyaca cevap vermek üzere yeniden düzenlediyse de göreve talip
olduğunda geri çevrildi! Geri çevrilmenin nedeni, onu bu göreve almanın
Misyoner Topluluğu aracılığı ile Afrika’ya gitmek isteyecek ve yerlilierin
kafasını karıştıracak başka liberaller ve radikal kişilere örnek olmasından
duydukları kaygı idi. Topluluk, bu gerekçe ile ona maddi destek olmayı
reddetti. Bu tavır, Schweitzer’i yıldırmadı. Bu sefer ücret karşılığı bu göreve
talip olan bir doktor olarak değil de, kendi-kaynakları ile profesyonel
hizmetlerini sunan bir doktor olarak yeniden başvurmayı planladı. 1912’de
Schweitzer ile evlenen hemşire olarak kendini yetiştiren Helen Bresslau, gönüllü
olarak ona eşlik edecek; hastane kurmak için gelir sağlama kampanyasını
sürdürecek ve ilk 2 yıl tüm masrafları üstlenecekti. Yardımcı olabilecek
arkadaşlarının listesini yaptılar. Eğer
para toplayabilirlerse, topluluk kendilerine hiçbir masraf getirmeyecek
projeleri için onları reddedemeyecekti. Sekiz yıl seyahat hazırlığı ile geçti.
Üniversitedeki görevini bıraktı. Uzun dönemli konser anlaşmalarını iptal etti.
Küçük bir arkadaş grubunun desteği ile hazırlıklarını sürdürdü. Sonunda,
çalışmalarının kesinlikle topluluğun misyonuna zarar vermeyeceğini kabul ettirebildi. 1913’te
Gabon’daki Lambaréné’de bir hastane kurmak üzere eşi ile beraber yola çıktı.
Çift, sağlık
hizmetleri vermeye bir tavuk kümesinde başladı, zamanla yeni binalar yaptı.
Hastane günümüzde binlerce hastaya hizmet verir hale geldi.
Lambaréné’e
gelişlerinden 1 yıl sonra 1. Dünya Savaşı başladı. Almanya vatandaşı olarak bu
Fransız kolonisinde düşman kabul
edilmekteydiler. Savaş esiri olarak Fransa’ya götürüldüler. Götürüldükleri yer
ülkenin güneyinde, bir zamanlar akıl hastanesi olarak kullanılan ve ressam Van
Gogh’un da intiharından önce 4 yıl kaldığı bir mekandı.
1918’de Alsace’a
dönebildiler ve 1919’un başında kızları Rhena doğdu. Alsace’da Schwetzer’in
annesi, birlikte büyüdüğü pek çok genç ölmüş, her yer yakılıp yıkılmuştı.
Karı-koca Schwetzer’in ikisinin de sağlığı bozuktu; bir zamanlar yıldız öğretim
üyesi ve öğrenci olduğu Strausbourg Üniversitesi’nde Schweitzer’i hatırlayan
yoktu ve maddi açıdan zor durumdaydılar. Ne var ki İsveç’te Uppsala
Üniversitesi’nde onu hatırlayan birisi çıktı ve 1920’de ders vermek için ailesi
ile birlikte İsveç’e gelmek üzere bir davet aldı. Orada 1915’te geliştirdiği
yaşama saygı felsefesini hakkında ilk defa resmi konuşma yaptığı yer oldu. “İnsanın
ahlakı insanla bitmemeli, evrene yayılmalıdır; bir parçası olduğu büyük hayat
zincirinin yeniden farkına varmalıdır. Tüm varlığın bir değeri olduğunu
anlamalıdır. Hayat, bencil veya düşüncesizce hareketler nedeniyle yok
edilemeyeceği gibi daha yüce bir değer veya amaç için de feda edilemez.”
İsveç’te Afrika
deneyimlerini anlatan bir konuşma turu yapmak teklifi alması üzerine borçlarını
ödeyebildi ve bu konuda bir kitap yazarak Afrika’ya yeniden dönecek parayı
kazandı ancak 1924’te Afrika’ya döndüğünde sağlık durumu iyi olmayan eşi ile
kızı ona eşlik edemediler, ancak sık yazışmalarla ilişkilerini sürdürebildiler.
Çocukluğunda babasını pek az görebilen Rhena, büyüyüp kendi çocukları olduğunda
onlarla birlikte Afrika’ya gitti ve hastanenin laboratuvarında babası ile
birlikte çalıştı. Rhena, babasının ölümünden sonra da hastanenin yönetimini
üstlendi. Hastanede gönüllü çalışan Amerikalı doktor David Miller ile evlendi
ve 1997’de ölümüne kadar Georgia
kırsalında onunla yaşadı.
Dr. Schweitzer’in
ünü yıllar içinde artmıştı ve pek çok gazeteci ve meraklı onun çalışmalarını
görmek için Lambaréné’e gitmişlerdi. Ziyaretçilere herkesin kendi Lambaéné’sini
bulması gerektiğini söylediği rivayet edilir. Dr. Schweitzer, 1953 yılında 1952
Nobel Barış Ödülü’nü aldı. Ödülü aldıktan sonra, ömrünü politikadan uzakta
geçrimeye çalıştıysa da nükleer silahlanma ve Hiroşima/Nagazaki’nin
bombalanması olaylarından duyduğu rahatsızlık onu bu konuyu araştırmaya ve
arkadaşlarının da teşviki ile 1957 Bilinç Deklarasyonu adlı dünyaca ilgi gören deklarasyonunu
yayınlamaya yöneltti. 1958’de ise “Barış mı yoska Atom Savaşı mı?” adlı bir
kitap yazdı.
Dr. Schweitzer
1965’te 90 yaşında hayatını kaybettiğinde hastanenin bahçesine gömüldü.
Öldüğünde hastanesi 72 binalı 600 yataklı 6 doktor ve 35 hemşireli bir hastane
olmuştu.
Yaşama Saygı Felsefesi
Yaşama Saygı,
hayatta emin olduğumuz tek şeyin yaşadığımız ve yaşamımızı sürdürme isteğimiz
olduğunu söyler. Bu, kendimizden başka tüm canlılarla (fillerden yerdeki otlara
kadar) paylaştığımız bir şeydir.Öyleyse tüm canlıların kardeşleriyiz ve
kendimize gösterilmesini istediğimiz ilgi ve saygıyı onlara göstermek
zorundayız.
Albert Schweitzer’den Seçme Sözler
·
Bir
çok insan mutsuz olduklarını bilirler; ama daha fazla sayıdaki insan mutlu
olduklarını bilmezler.
·
Biz
hepimiz o denli çok birlikte olduğumuz halde hepimiz yalnızlıktan ölüyoruz.
·
Bütün
dahiler göklere uzanır, Mozart ise gökten inmiştir.
·
Büyük
olmak iyidir, ama insan olmak daha iyidir.
·
Gelişme
iyi şeydir, yeter ki her yönünden anlaşmaya varılsın.
·
Hayat,
bencil veya düşüncesizce hareketler nedeniyle yok edilemeyeceği gibi, daha yüce
bir değer veya amaç için de feda edilemez.
·
İnsanın
ahlakı insanla bitmemeli, evrene yayılmalıdır; bir parçası olduğu büyük hayat
zincirinin yeniden farkına varmalıdır. Tüm varlığın bir değeri olduğunu anlamalıdır.
·
Kimi
vakit sönen hayat ateşimiz rüzgar gibi bir başkası tarafından körüklenerek
alevlenir; ve her birimiz bu ateşi tekrar canlandıran dostlarımıza en içten
teşekkürlerimizi borçluyuz.
·
Mutluluk
bizde olmadığı halde, başkalarına verebileceğimiz tek şeydir.
·
Mutluluk
iyi bir sağlık ve kötü bir hafızadan başka bir şey değildir.
·
Tehlikeli
bir dönemde yaşıyoruz, insan kendine hükmetmeyi öğrenmeden doğaya hükmetmeyi
öğrendi.
·
Uygarlık
maddi ve manevi ilerlemedir; bu ilerleme gerek kişilere, gerekse topluluklara
hayat uğraşısının yarattığı zorlukları azaltmakla olur.
·
Vazife
duygusu, en büyük terbiyeci güçtür.
·
Ahlaklılığın
en büyük düşmanı duygusuzlaşmaktır.
·
Etik,
yasayan her şeye karşı hissettiğimiz sonsuz sorumluluktur.
·
İnsanlar
arasında çok soğukluk var; çünkü kendimizi aslında olduğumuz kadar sıcak kanlı
göstermiyoruz.
·
Sonsuzluktan
bize ulaşan ruhani ışının “aşk” olduğunu fark eden; dinin, kendisine doğaüstü gerçekler
hakkında eksiksiz bilgiler sunmasını istemekten vazgeçecektir.
·
Her
insanin bizi insan olarak ilgilendirdiği bilinci azalırsa kültür ve etik
sarsılmaya başlar.
·
Mutluluğu
sadece insanlarla “bölersen”, onu “çarpabilirsin.”
·
Kimse
yıllarca yaşadığı için ihtiyarlamaz. İnsanlar ideallerine ihanet ettikleri
zaman yaşlanırlar.