Sunday, October 7, 2012

Albert Schweitzer


1952 Nobel Barış Ödülü sahibi Alman humaniter doktor, filozof, müzisyen, teolog, hayvansever, anti-nükleer aktivisttir.
Çok ilginç bir yaşamı olan Schweitzer, iki doktorasına rağmen tıp doktoru olmaya karar verdi; Afrika’da doktorluk yapma amacıyla 30 yaşından sonra tıp tahsili yaptı; Gabon’da bir hastane kurdu ve yaşamını yöre halkının sağlığına adadı. Geliştirdiği yaşama saygı felsefesi ile günümüzdeki çevreci ve hayvansever hareketlerin öncüsü kabul edilir.
Albert Schweitzer, o dönemlerde Almanya’nın günümüzde ise Fransa’nın bir parçası olan Alsace’da, bir papazın oğlu olarak dünyaya geldi. Az bilinen bir gerçek, Jean Paul Sartre’in kuzen olmasıdır. Aralarındaki büyük yaş farkından ötürü Sartre, ona “Amca” diye hitap ederdi. Küçük yaştan itibaren orga karşı büyük tutkusu ve yeteneği vardı, Avrupa’nın en iyi orgcuları tarafından eğitildi; zamanla org yapımı konusunda dünyanın en iyi uzmanlarından birisi oldu.
1893’te Strasburg Üniversitesi’nde felsefe öğrenimine başladı ve 1899’da doktorasını tamamladı. Aynı yıl Strasbug’daki St. Nicholas Kilisesi’nde din görevlisi olarak atandı. Ertesi yıl teolojide doktorasını tamamladı ve çeşitli dini okullarda yöneticilik yaptı. 29 yaşına geldiğinde biri teoloji alanında, bir başkası Kant hakkında ve bir diğeri Bach’ın yaşam öyküsü hakkında olmak üzere üç kitap yazarak müzik, din ve felsefe alanlarında değerli katkılarda bulunmuştu; ayrıca org yapımı hakkında da eserler verdi.
Oldum olası insanlığa doğrudan hizmet etmek için büyük bir istek duyan Schweitzer, 1904’te tesadüfen Paris Misyoner Topluluğu’nun yayınladığı bir dergide Fransız kolonisi Gabon’da çalışacak doktor arandığını okudu. Bu ilan üzerine yaptığı araştırma onu, “beyaz adamın” “siyah adama” yaptığı kötülükler ve haksızlıklar üzerine düşünmeye sevk etti. Uzun süredir kendini adayacağı bir insanlık hizmeti arıyordu. Yetimhane kurma ve benzeri girişimleri bürokratik engeller yüzünden gerçekleşememişti. Misyoner çalışmalara hiçbir zaman ilgi duymamıştı; Afrikalılara vaaz vermeye niyeti yoktu ancak doktorluk yaparak beyaz adamın onlara verdiği zararı telafi etmeye çalışabilirdi. Afrika, o yıllarda kara kıta olarak anılıyordu; Avrupa’dan Afrika’ya gitme yürekliliğini gösteren araştırmacı ve misyonerlerin çoğu orada hastalanarak yaşamını yitiriyordu. Buna rağmen Avrupa’daki konforlu yaşamını terkederek Afrika’da doktorluk yapmaya karar verdi. 1905’te dostlarına ve akrabalarına yazdığı mektuplarda tıp eğitimi almaya başlayacağını ve istikamatinin Afrika olduğunu söylüyordu. Bu değişikliğin nedenini ise artık elleriyle çalışmayı arzulaması, yıllardır kelimelerle uğraşmaktan ve sevgi dininden bahsetmekten bıkmışlığı, artık onu uygulamaya geçirmek isteği olarak açıklıyordu. Çevresi onun bu düşüncelerine olumsuz tepki verdi. Kendisini anlayan ve destek olan tek kişi o yıllarda yakın bir arkadaşı olan Helen Bresslau idi.
Tüm itirazlara ve tepkilere rağmen Schweitzer 30 yaşında tıp eğitimine başladı; 38 yaşında eğitimini tamamladı. Ne var ki tüm hayatını Paris Misyoner Topluluğu’nun ilanındaki ihtiyaca cevap vermek üzere yeniden düzenlediyse de göreve talip olduğunda geri çevrildi! Geri çevrilmenin nedeni, onu bu göreve almanın Misyoner Topluluğu aracılığı ile Afrika’ya gitmek isteyecek ve yerlilierin kafasını karıştıracak başka liberaller ve radikal kişilere örnek olmasından duydukları kaygı idi. Topluluk, bu gerekçe ile ona maddi destek olmayı reddetti. Bu tavır, Schweitzer’i yıldırmadı. Bu sefer ücret karşılığı bu göreve talip olan bir doktor olarak değil de, kendi-kaynakları ile profesyonel hizmetlerini sunan bir doktor olarak yeniden başvurmayı planladı. 1912’de Schweitzer ile evlenen hemşire olarak kendini yetiştiren Helen Bresslau, gönüllü olarak ona eşlik edecek; hastane kurmak için gelir sağlama kampanyasını sürdürecek ve ilk 2 yıl tüm masrafları üstlenecekti. Yardımcı olabilecek arkadaşlarının listesini yaptılar. Eğer para toplayabilirlerse, topluluk kendilerine hiçbir masraf getirmeyecek projeleri için onları reddedemeyecekti. Sekiz yıl seyahat hazırlığı ile geçti. Üniversitedeki görevini bıraktı. Uzun dönemli konser anlaşmalarını iptal etti. Küçük bir arkadaş grubunun desteği ile hazırlıklarını sürdürdü. Sonunda, çalışmalarının kesinlikle topluluğun misyonuna zarar vermeyeceğini kabul ettirebildi. 1913’te Gabon’daki Lambaréné’de bir hastane kurmak üzere eşi ile beraber yola çıktı.
Çift, sağlık hizmetleri vermeye bir tavuk kümesinde başladı, zamanla yeni binalar yaptı. Hastane günümüzde binlerce hastaya hizmet verir hale geldi.
Lambaréné’e gelişlerinden 1 yıl sonra 1. Dünya Savaşı başladı. Almanya vatandaşı olarak bu Fransız kolonisinde düşman kabul edilmekteydiler. Savaş esiri olarak Fransa’ya götürüldüler. Götürüldükleri yer ülkenin güneyinde, bir zamanlar akıl hastanesi olarak kullanılan ve ressam Van Gogh’un da intiharından önce 4 yıl kaldığı bir mekandı.
1918’de Alsace’a dönebildiler ve 1919’un başında kızları Rhena doğdu. Alsace’da Schwetzer’in annesi, birlikte büyüdüğü pek çok genç ölmüş, her yer yakılıp yıkılmuştı. Karı-koca Schwetzer’in ikisinin de sağlığı bozuktu; bir zamanlar yıldız öğretim üyesi ve öğrenci olduğu Strausbourg Üniversitesi’nde Schweitzer’i hatırlayan yoktu ve maddi açıdan zor durumdaydılar. Ne var ki İsveç’te Uppsala Üniversitesi’nde onu hatırlayan birisi çıktı ve 1920’de ders vermek için ailesi ile birlikte İsveç’e gelmek üzere bir davet aldı. Orada 1915’te geliştirdiği yaşama saygı felsefesini hakkında ilk defa resmi konuşma yaptığı yer oldu. “İnsanın ahlakı insanla bitmemeli, evrene yayılmalıdır; bir parçası olduğu büyük hayat zincirinin yeniden farkına varmalıdır. Tüm varlığın bir değeri olduğunu anlamalıdır. Hayat, bencil veya düşüncesizce hareketler nedeniyle yok edilemeyeceği gibi daha yüce bir değer veya amaç için de feda edilemez.”
İsveç’te Afrika deneyimlerini anlatan bir konuşma turu yapmak teklifi alması üzerine borçlarını ödeyebildi ve bu konuda bir kitap yazarak Afrika’ya yeniden dönecek parayı kazandı ancak 1924’te Afrika’ya döndüğünde sağlık durumu iyi olmayan eşi ile kızı ona eşlik edemediler, ancak sık yazışmalarla ilişkilerini sürdürebildiler. Çocukluğunda babasını pek az görebilen Rhena, büyüyüp kendi çocukları olduğunda onlarla birlikte Afrika’ya gitti ve hastanenin laboratuvarında babası ile birlikte çalıştı. Rhena, babasının ölümünden sonra da hastanenin yönetimini üstlendi. Hastanede gönüllü çalışan Amerikalı doktor David Miller ile evlendi ve 1997’de ölümüne kadar Georgia kırsalında onunla yaşadı.
Dr. Schweitzer’in ünü yıllar içinde artmıştı ve pek çok gazeteci ve meraklı onun çalışmalarını görmek için Lambaréné’e gitmişlerdi. Ziyaretçilere herkesin kendi Lambaéné’sini bulması gerektiğini söylediği rivayet edilir. Dr. Schweitzer, 1953 yılında 1952 Nobel Barış Ödülü’nü aldı. Ödülü aldıktan sonra, ömrünü politikadan uzakta geçrimeye çalıştıysa da nükleer silahlanma ve Hiroşima/Nagazaki’nin bombalanması olaylarından duyduğu rahatsızlık onu bu konuyu araştırmaya ve arkadaşlarının da teşviki ile 1957 Bilinç Deklarasyonu adlı dünyaca ilgi gören deklarasyonunu yayınlamaya yöneltti. 1958’de ise “Barış mı yoska Atom Savaşı mı?” adlı bir kitap yazdı.
Dr. Schweitzer 1965’te 90 yaşında hayatını kaybettiğinde hastanenin bahçesine gömüldü. Öldüğünde hastanesi 72 binalı 600 yataklı 6 doktor ve 35 hemşireli bir hastane olmuştu.

Yaşama Saygı Felsefesi

Yaşama Saygı, hayatta emin olduğumuz tek şeyin yaşadığımız ve yaşamımızı sürdürme isteğimiz olduğunu söyler. Bu, kendimizden başka tüm canlılarla (fillerden yerdeki otlara kadar) paylaştığımız bir şeydir.Öyleyse tüm canlıların kardeşleriyiz ve kendimize gösterilmesini istediğimiz ilgi ve saygıyı onlara göstermek zorundayız.

Albert Schweitzer’den Seçme Sözler

·         Bir çok insan mutsuz olduklarını bilirler; ama daha fazla sayıdaki insan mutlu olduklarını bilmezler.
·         Biz hepimiz o denli çok birlikte olduğumuz halde hepimiz yalnızlıktan ölüyoruz.
·         Bütün dahiler göklere uzanır, Mozart ise gökten inmiştir.
·         Büyük olmak iyidir, ama insan olmak daha iyidir.
·         Gelişme iyi şeydir, yeter ki her yönünden anlaşmaya varılsın.
·         Hayat, bencil veya düşüncesizce hareketler nedeniyle yok edilemeyeceği gibi, daha yüce bir değer veya amaç için de feda edilemez.
·         İnsanın ahlakı insanla bitmemeli, evrene yayılmalıdır; bir parçası olduğu büyük hayat zincirinin yeniden farkına varmalıdır. Tüm varlığın bir değeri olduğunu anlamalıdır.
·         Kimi vakit sönen hayat ateşimiz rüzgar gibi bir başkası tarafından körüklenerek alevlenir; ve her birimiz bu ateşi tekrar canlandıran dostlarımıza en içten teşekkürlerimizi borçluyuz.
·         Mutluluk bizde olmadığı halde, başkalarına verebileceğimiz tek şeydir.
·         Mutluluk iyi bir sağlık ve kötü bir hafızadan başka bir şey değildir.
·         Tehlikeli bir dönemde yaşıyoruz, insan kendine hükmetmeyi öğrenmeden doğaya hükmetmeyi öğrendi.
·         Uygarlık maddi ve manevi ilerlemedir; bu ilerleme gerek kişilere, gerekse topluluklara hayat uğraşısının yarattığı zorlukları azaltmakla olur.
·         Vazife duygusu, en büyük terbiyeci güçtür.
·         Ahlaklılığın en büyük düşmanı duygusuzlaşmaktır.
·         Etik, yasayan her şeye karşı hissettiğimiz sonsuz sorumluluktur.
·         İnsanlar arasında çok soğukluk var; çünkü kendimizi aslında olduğumuz kadar sıcak kanlı göstermiyoruz.
·         Sonsuzluktan bize ulaşan ruhani ışının “aşk” olduğunu fark eden; dinin, kendisine doğaüstü gerçekler hakkında eksiksiz bilgiler sunmasını istemekten vazgeçecektir.
·         Her insanin bizi insan olarak ilgilendirdiği bilinci azalırsa kültür ve etik sarsılmaya başlar.
·         Mutluluğu sadece insanlarla “bölersen”, onu “çarpabilirsin.”
·         Kimse yıllarca yaşadığı için ihtiyarlamaz. İnsanlar ideallerine ihanet ettikleri zaman yaşlanırlar.