Friday, October 5, 2012

Figuran

Yaşanılan her şey bir oyundu. Ben ise bir figuran. Bu hayatta hiç başrol oyuncusu olamadım, hiç oyuncu olamadım. Olmak istedim mi, bilmiyorum. Belki oyun oynamayı sevmiyordum bir figuran acemiliği gibi yaşamak istiyordum hayatı. Belki de bu oyun beni aşıyordu. Ben hangisiydim, hayatın hangi tarafınydım bir türlü tam olarak bilmiyordum.
Hayat bir oyundu. Peki oyun neydi? Zaman geçtikçe büyüdüm, büdükçe anladım, anladıkça oyunları çözdüm. Herkes bir oyun içindeydi, herkes bir rol peşinde. Her şeyin ve herkesin bir adı vardı, bir tadı…
Ne ad taşıdım hayat boyunca ne de tat, belki doğduğum günkü kadar saf değilim ama sadece bir kir değilim. Bunu belki hayatla pek içli dışlı olmayışıma borçluyum. Kendime kapanık oluşuma. İnsanlarla konuşmaktan çok kitaplarla konuşmama, kalemime dert anlatışıma. İnsan büyüdükçe kirleniyor, büyüdükçe içindeki iyilikler küçülüp kötülükler büyüyor. Çocukken o konuşamayan insan ne kadar saftı oysa… Bizi bu hayatta kötülüğe iten ilk şeydir konuşmak, bizi hayatta oyun oynamaya, taklide ilk götüren şeydir konuşmak. Bir çocuk ilk kez bir insanı taklit etmeye konuşmaya başlayarak başlar.
Bir kere şüpheye düştüğünde insan nasıl büyürse o şüphe kötülükte aynı şekilde büyür insan içinde. Konuşur önce, sonra yürür. Yürümeyi öğrenen insan kaçmayı öğrenir, kaçan insan yanında bir şeyler götürmeyi. Hırsızlık oluyor heralde bu. Yürümeyi öğrenen insan terk etmeyi öğrenir yavaş yavaş. Gittiği yerde acı bırakmayı. Önce ilk sevgili terk edilir. Koşa koşa… Anı kısa tutarak, ama alınan hazdan sonra sonraki her terk edişte biraz daha uzun tutulur zaman. Belli bir süre sonra aile terk edilir; okumak, çalışmak ya da sevmek uğruna. Önce sık sık aranır sonra o aramalarda unutulur. Bu oyunu başlatanlar geride boyunu bükük kalır, ama oyuncunun haberi bile yoktur.
Her şey alışkanlığa dönüşür zamanla. Terk etmekte, sevmekte… Her gün aynı geçtiğini düşünen biri, bir anda karşısında birini görür. İlk kez sevdalanmışçasına coşkulu, umutludur. Hiç tanımadığı insanla bir ömür geçirmeyi düşünür, gün geçip tanıştıkça ”bir şeyler elde edildikçe” bir gün bile yaşanılmaz olur. O da bu oyunda herkesleşir. Terk etme alışkanlığı yine gün yüzüne çıkar, bu defa sevmek çekilir kuytulara, köşelere. Oyuna devam edilir, önce ağlanır karşında birini görene dek sonra unutulur. Sonrası yine aynı hikaye…
Bir bakar ki insan kendini bir masada bulur. Adına nikah masası denilmiş bir masada. Ve hayat asıl şimdi bir oyun halini alır, bir alışkanlık halini. İlk günler geçince her gün aynı insanla yaşamak bazen ölüm gelir. Alışkanlıklar yüzünden bu sefer terk etme alışkanlığı da sevmek alışkanlığı da gün yüzüne çıkamaz. Hayatı birleştiren bir kağıt parçasını yırtmak kolay gelmez bir oyuncuya.
Yıllar sonra gün yüzüne çıkar bir alışkanlığımız. Sevmekte olabilir bu ama terk etmek kesin olarak çıkacak gün yüzüne. Geride gözü yaşlı insanlar bırakarak terk edip gider oyuncu, belki bu sefer istemez ama ölüm kucak açtı mı kaçış yoktur. Hayat bir oyun her bir oyuncunun bir emeklilik yaşı vardır…
Yaşanılan her şeyin oyun olduğu gibi, son gün de bir oyundur. Bir çocuk ailesini konuşmaya başlayarak taklit etmeye başlar ve en son taklidi de ölüm olur.
Bir sağır olarak geldim bu dünyaya. Küçükken üzülmüştüm duyamadığıma, konuşamadığıma… Büyüdükçe sevindim. Dedim ya hiçbir zaman oyuncu olamadım şu hayatta hep bir figurandım. Bir ad taşımadım, bir sorumluluk, alışkanlıklarım olmadı hayatta her şeyi ilk görmüş gibi çoşkuyla yaşadım.
Bu oyunda hiç oyuncu olamadım. Belki ellerim boştu ama yüreğim hep doluydu…caner bektaş