Tuesday, April 4, 2017

Ferit Edgü: “Bizler demokrasi yutturmacasının oynandığı bir ülkede, toplumu ve bireyi değiştirmek isteğiyle yanıp tutuşan gençlerdik.”


“Her sanat yapıtı bir kavgadan doğar: yaşam, düşünce ve düşgücü arasındaki kavgadan.”

Ferit Edgü başından beri edebiyatımızdaki egemen söylem ve ilişkilerin dışında kalmış, sıradışı yazarlarımızdan. Kendi değerlerinin yanında gördüklerine, sanılandan daha yakındır. Daha da önemlisi, onu öykücülüğümüzün ilk akla gelen yazarları arasında görmek, edebiyatın aslında ne denli değerli olduğunun da farkında olmaktır. 70. yaşı, Ferit Edgü’nün yaşamında bir şeyleri değiştirmeyecekse bile, bizim için önemli. Bu da sıradan bir 70. yaş konuşması değil.

 ***
Ferit Edgü kimdir?
Yunus Ali’nin babası.
İlk öykü Yeni Ufuklar’da. Yarım yüzyıldan çok olmuş…
İlk öykülerimden yalnız birini, “Yitik Gün”ü kitaplarımdan birine aldım. Yeni Ufuklar, Mavi, Vatan Sanat Yaprağı’nda yayımlanmış olanların tümü genç bir kalemin arayış ürünleriydi.
İlk kitabım Kaçkınlar’dan sonra onların yayımlanması söz konusu olamazdı.
Yazarken en başta neyi göz önünde tuttunuz?
Üslûp.
1950 kuşağının anlamı.
Bizler demokrasi yutturmacasının oynandığı bir ülkede, toplumu ve bireyi değiştirmek isteğiyle yanıp tutuşan gençlerdik. Son derece politik bir kuşaktık. Ama politika ile sanata bizden öncekiler gibi bakmıyorduk. Sanatın, yazının o güne değin Türkiye’de hiç üzerinde durulmamış, tartışılmamış konularını gündeme getiriyorduk. Dile birinci derecede önem veriyorduk. fiunu abartısızca söyleyebilirim: Türkçe bir düşünce dili niteliklerine bizim kuşakla ulaşmıştır.
En yakın arkadaşlarınız kimlerdi?
Demir Özlü. Onunla 1952’den, lise yıllarından beri dostuz. Sonra Yüksel Arslan. Maya’daki ilk sergisi dolayısıyla, Vatan Sanat Yaprağı için kendisiyle yaptığım söyleşiden beri. Sonra sevgili Onat Kutlar, Asaf Çiyiltepe, Güner Sümer, Ankara grubundan bugün hâlâ sıklıkla görüştüğüm Ahmet Oktay. Tabii, Tahsin Yücel. Onunla da yarım yüzyılı aşan, bir dostluğumuz var. Yeni Ufuklar’ın iki öykücüsünden biri, Orhan Duru’yla da öyle.
Kuşağınızdan en çok sevdiğiniz yazarlar.
Bizim şu 1950 kuşağı, şimdi düşünüyorum da, sıkı bir kuşaktı. Birbirine benzemeyen, daha önce de Türk yazınında pek örneği olmayan yapıtlar verdi. Onlardan birini, ikisini burda anmam doğru olmaz. Tümünün yapıtlarını günü gününe izledim. Birçoğunun da yayımcısı oldum. Bu bile onlara duyduğum ilginin, yakınlığın kanıtı olsa gerek.
Şimdiki genç yazarlardan sevdikleriniz var mı?
Var. Ama hoşlanmadıklarım, okuyamadıklarım daha fazla. Bizler Türkçenin işçileri olarak görüyorduk kendimizi. Dili ne kadar önemsersek önemseyelim, yeterince önemsemediğimizi düşünürdük.
Bugünün genç ve ünlü yazarlarında bu özeni göremiyorum. Bir de, yazılanların çoğunu, öykü ya da roman, son derece şematik buluyorum. Ortak konuları var. Okuru da fazla önemsiyorlar. ‹tici güç, sanki yaratmak değil de, üne kavuşmak ya da ünü sürdürmek. Aralarında birkaç küçük ‹skender olsun isterdim.
En önemli kitabınız.
Bilmiyorum.
Ada Yayınları’nı en güzel tek kişilik yayınevlerinden biri yapan neydi?
Yazına duyduğum sevgi, tutku ve saygı.
Türkiye’nin yeri Batı’da mı, Doğu’da mı?
Ortadoğu’da. Ama zamanla, bana öyle geliyor ki Doğu’ya kayacak. Çünkü bu şizoid yapısı içinde adına milliyetçilik denen o ölümcül hastalıktan kurtulması olası görülmüyor bana.
Popüler edebiyatın anlamı.
Popüler edebiyatın, her dönem, her ülkede yeri olmuştur. 19. yüzyılda Victor Hugo, Balzac, Eugene Sue popüler yazarlardı. Dostoyevski, Tolstoy popüler romancılardı. Geniş halk kitlelerinin ilgisini çekmek, çok okunmak yazarların, özellikle romancıların, her zaman tutkuyla istedikleri bir şeydir. Önemli olan, popüler olmak için yazmakla, yazılanın popüler olması arasındaki ayrımdır. Ben elime kalemi aldığım erken yaşlarda, o günün modası güdümlü sanata karşıydım. Güdümlü sanat bugün yok. Ama popüler olmak için kendi kendilerini güden ya da media tarafından güdülen yazarların sayısı bir hayli.
Türkiye’de yayıncılığın en önemli sorunu nedir?
Hiç düşünmeden korsan yayıncılık demem gerekiyor, biliyorum. Evet, ama yalnız o değil. Bugün Türkiye’deki kadar kolay kitap yayımlama şansına sahip yazar dünyanın hiçbir yerinde yok. Bir “seri üretim” durumuyla karşı karşıyayız. Bir tek yayınevi yok ki kitabınızın orda yayımlanması size bir prestij sağlasın.
Yayımladıkları kitabı okumayan yayımcılar tanıyorum. Korsan yayıncılar gibi, belki onlar için de bir sıfat bulmak gerekiyor.
Bizde kitap yayıncılığının niteliği…
Sanırım, yukardaki yanıtım yeterli.
Kitap mal değilse, nedir?
Her şey. Tüm bir dünya. Düşünen kafaların, yaratıcı beyinlerin ortaya koydukları, yüzünü görmedikleri insanlarla paylaştıkları, sözcüklerden oluşan bizi birden ya da yavaş yavaş değiştiren, bu dünyanın olası tek dünya olmadığı (Klee) inancını aşılayan, maddesel açıdan belli boyutlarda, belli tür kâğıda basılmış (çoğaltılmış) bir nesne. Ama ruhu olan bir nesne. Yazmış olsam da okumuş olsam da benim bir parçam.
Gençlik ile yaşlılık.
Biri serüvenin başlangıcı. Öbürü serüvenin sonu. Aynı serüvenin.
Abidin Dino.
Hani dostlukların insanı derler ya, bu söze Abidin kadar yakışan başka bir insan tanımadım. Politik görüşlerimiz hem birbirine yakın hem de birbirinden çok uzaktı. (Ne de olsa iki ayrı kuşağın insanlarıydık.) Abidin, bu konuları tartışmamaya özen gösterirdi. Tüm bir yaşamı bir inanca adamıştı. Ne kadar inançsız olursam olayım, onu anlıyor ve saygı duyuyordum. Hiçbir çıkar amacı gütmeyen bir dostluktu bizimki. Ölümüne değin sürdü, diyeceğim, ama ölümünden sonra daha yoğun olarak sürüyor.
Sait Faik.
Ustam. İlk ustam. Büyük ustam.
İlk kez 15 yaşımda okumuştum Şahmerdan’ı. Öyküleriyle beni yazmaya itti. Önümde yeni ufuklar açtı. Ölümünden kısa bir süre önce imzaladığı son kitabı Alemdağda Var Bir Yılan’ın iç kapağında yer alan, “Hikâyeciden hikâyeciye, sevgi, selâm” sözcükleriyle de “icazetnâmemi” veren yazar.
Yaşar Kemal.
yüzyılın ender, büyük epik yazarı.
En tepedeki şairiniz.
Tek bir şair? Bu benim için dünyanın sonu olur, çünkü bu tapınma anlamına gelir.
Ben, küçük yaşlarımdan beri şiirle yaşadım. fiiiri yazı sanatları içinde baş köşeye koydum ve sanat olarak da yalnız onu gördüm. Oktay Rifat, Melih Cevdet gibi şairlerin döneminde yaşadığım, onların şiirlerini okuduğum, kitaplarını yayımladığım için kendimi talihli sayıyorum. Ama benim şiirlerim Yunus’tan Nâzım’a, Homeros’tan Lorca’ya, Vergilius’tan René Char’a, Ahmatova’ya, Mandelstam’a yüzlerce, belki binlerce şair. Tümü de en tepede.
Edebiyat ne işe yarar?
Edebiyatın doğrudan bir yararı yoktur. Toplumlar üzerinde derin bir etkisinin olmadığını da Nazi Almanya’sında ve Sovyetler Rusya’sında gördük.Bu nedenle “ulusal sanat / ulusal edebiyat” sözlerinden tiksinirim. Bizim işimiz bireylerle. Dünyayı değiştirmek için de yazsak, işimiz, ilişkimiz bireylerle.
Öykü dergisi ne işe yarar?
Bir yaşlı yazarın yanı sıra on genç öykücünün öyküsünü yayımlamaya, onlarla (eğer hâlâ varsa) öykü meraklısı okuru buluşturmaya.
Türk edebiyatının Batı’da yeri var mı?
Bazı Türk yazarlarının, bazı yayınevlerinde yeri var, dersek daha doğru olur.
Hakkâri’de Bir Mevsim filmini nasıl bulmuştunuz?
Romanın sinemaya uyarlanması tasarısına uzun zaman karşı çıktım. Ama çok sevdiğim Tezer Özlü öylesine ısrarcı oldu ki senaryosunu Onat’ın yazması koşuluyla kabul ettim. Daha senaryo aşamasında Onat da, ben de filmin rejisörü Erden Kıral da filmin romanı beyazperdeye taşıyamayacağını biliyorduk. Roman ve film, iki ayrı dildir. Aralarında çeviri de her zaman kolay değildir. Filmin yapımı uzan ve çetin bir serüvendi. Ama herkes inançla çalıştı. Ve ortaya Türk sinemasının da, bizlerin de övünç duyacağı bir film çıktı. Eh, bir romana bundan daha az ihanet edilemez.
Resmin hayatınızdaki yeri?
Çok büyük. Ressam olmak istedim. Ne var ki kendime karşı çok acımasızım. Yaptıklarımla yetinmedim; daha doğrusu beni doyurmadılar, önümü açık görmedim. Paris’te sergiler açtım, sergilere katıldım, ama nafile, beni sözcükler çekiyordu kendilerine. Bu, resme olan tutkumu azaltmadı; tam tersine, bir resim delisi olup çıktım. Ressamlardan, resimlerden çok şey öğrendim. Dersler aldım. Azbuçuk bir resmi doğru dürüst okumayı öğrendim.
Minimalist misiniz?
Minimalizm görsel sanatlarla ilgili bir terim. Benim öyküde yaptığım bunun karşılığı değil. Sözcüğün anlamını aldım ben: En azla en çoku verme çabası. Kolay göründüğü için çok taklitçisi var.
Çok kısa öyküler’in anlamı nedir?
Yukardaki yanıtım bu sorunuzu da kapsıyor.
Yazmadan yaşanmaz mı?
Yaşanır, niçin yaşanmasın? Şu sıralarda hazırlıklarını yapıyorum.
Seçkinci misiniz?
Değilim. Hattâ nefret ettiğim bir sözcük. Bir zamanlar mutlu azınlıktan söz edilirdi. Ben kendimi hep mutsuz azınlıktan biri olarak gördüm. Kılı kırk yararım. Yazarken de okurken de. Nicedir beni ilgilendiren, sanat yapıtındaki yetkinlik değil, authentique’lik.
Yazar önce kendi için mi yazar?
Hiç kuşkusuz. Ne var ki yazdıklarınızı başkalarıyla paylaşmak istediğinizde yazar olursunuz.
Ferit Edgü gelecekte nerede olacak?
Hayata, bir rastlantı sonucu yurtdışında eyvallah dediyse, külleriyle bir kavanozun içinde. Ya da, kendi yurdunda, kara toprakta, yılanlarla, çıyanlarla, bir dönüşüm içinde.
70. yaşın anlamı?
Birden 70!
Elliden sonra yıllar öylesine hızlı geçti, geçiyor ki…