Friday, August 31, 2012

SATI İLEN'LE YAZDIKLARI VE YAŞADIKLARI ÜZERİNE SÖYLEŞİ


Yazar Satı İlen’in ‘Denize Şiir Okumak’ isimli kitabında yer alan öykülerindeki direnci, hüznü, hayat mücadelesi ve toplumsal yaşayışa bakışını söylev çekmeye gerek duymadan ustalıkla kaleme alışını okudum ve kitabı üzerine düşüncelerini sormak istedim.

Ufuk Özgül

‘Denize Şiir Okumak’ öykü kitabınızı okudum. Öncelikle kutluyorum. Kitabınızda yer alan “Karanlıkta Dans Annem ve Ben, Ekmek İçin, Yalan Dünya, Basri Tepesi, Labirent, Yıldız Çiçekleri, İnsan Kokusu, Kalbi Olmayan, Kırmızı Çantan, Denize Şiir Okumak, Bir Kadın Bir Adam, Kapan” başlıkları altında toplam on iki öykünüz bulunuyor. Öykücülüğe nasıl başladınız?
Çocukluğumda kitap okumayı çok sever, yazarlara büyük hayranlık duyardım. Hatta ilkokul beşinci sınıfta öğretmenim “Ne olmak istiyorsun?” diye sorduğunda “yazar olmak istiyorum!” demiştim. Ancak, yazarlar ya ‘dâhi’ olarak nitelendiriliyorlardı ya da yazmanın, doğuştan gelen bir yetenek olduğu söyleniyordu. Tüm bu kanıksamalar yüzünden “yazar olmak kim, ben kim?” diye düşünerek, bu sevdamdan vazgeçtim. Ama kendi kendime günlük tutmaktan, duygularımı kâğıtlara dökmekten hiç vazgeçmedim. İlk öykülerimi yirmili yaşlarda yazmaya başladım. Tabii, bunlara öykü denirse. Çünkü öykü tekniği konusunda hiçbir düşüncem yoktu. Son derece çalakalem yazılmış öykülerdi. Bu arada üniversite bitti. İş, ev, çocuk derken öykü yazmayı bıraktım. Yıllar sonra İnsancıl Dergisi’nde yazarlık seminerleri verildiğini duydum. İçimdeki yazma ateşi, yeniden alevlendi. Yirmili yaşlarda yazdığım öyküleri dosyadan çıkardım. İnsancıl Dergisi’nin kapısını çalarak Cengiz Gündoğdu Hoca’ya bıraktım. Bu arada aynı derginin yazarlık seminerlerine de katılıyordum. Bu seminerlerde öyküde olması gereken öğeleri öğrendim. Daha sonra Cengiz Gündoğdu öykülerimi okudu. Yaptığım hataları bir bir sıraladı. Beni öykü yazma konusunda cesaretlendirdi. Kendisine buradan sevgi ve saygılarımı gönderiyorum. Gençlik yıllarında çalakalem yazdığım öyküleri saymazsak, bilinçli olarak öykü yazmaya 2004 yılında başladım diyebilirim.
Öykülerinizde, topluma evrensel bir bakış hâkim. Hüzün, bambaşka boyutlarda ele alınmış. Ve birbirlerinden bağımsız öyküler gibi görünseler de salt kadın gözüyle değil; her iki cinsin sorunlarını dile getirişinizdeki yalınlık ve gerçekçilik göze çarpıyor. Günümüzde bu yetiyi edinmek ve başarıyla üstesinden gelmek hayli güç. Bu konuyla ilgili düşünceleriniz nelerdir?
Evet, güzel soru. Yazar, evreni kendi öznelinden geçirerek gerçek dünyayı yansıtmalıdır. Yani, görüneni değil, görünenin ardındaki gerçekliği vermelidir. Gerçekliği örtmemelidir. Ben tüm öykülerimde, kadın kimliğimi bir kenara bırakarak; tüm karakterlere aynı uzaklıkta durmaya çalıştım. Ancak, bu biçimde yaklaşırsam, yaşadığım çağın insanının gerçekliğini verebilir, nesnel olabilirdim. Öykülerimdeki karakterler, bizim toplumumuz insanı. Eğer, bu sistem insanları bozuyorsa, insanları birbirine yabancılaştırıyorsa, sistemle birlikte parçaya değil de bütüne bakarak insana giden yolu bulmalıydım. Edebiyat insan araştırmasıdır. Ben de çevremde tanık olduğum, yaşadığım olayları ya da durumları okura aktararak günümüz insanını ve toplumunu gözler önüne sermeye çalıştım.
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü’nden mezun olduğunuzu biliyoruz. Mesleğinizin, öykücülüğünüze katkısı oldu mu?
Tabii ki, öykü yazmamın bu eğitimimle doğrudan bir ilişkisi yok. Fakültedeyken haber yazma teknikleri ve Türkçe’nin kullanımıyla ilgili derslerimiz vardı. Dolaylı olarak katkısı olmuş olabilir.
Öykülerinizdeki şiirsel akış, kurgu ve kendinize has üslubunuzu, başarılı bir şekilde gerçekleştirdiğinize tanık oluyoruz. Öykü karakterlerinin diyaloglarındaki gerçeklik de oldukça belirgin. Yaşadıklarınızın, okuduklarınızın ve gözlemlerinizin ne kadarını öykülerinize aktarıyorsunuz?
Kuşkusuz bir yazar, izlenimlerini, gözlemlerini, düşüncelerini bir duruma ya da olaya bağlayarak okura aktarır. Ben kimileyin, başımdan geçen ya da tanık olduğum olayları yazdım. Bir konuyu yazmak için mutlaka yaşanmış olması gerekmiyor. Yazar, yaşanmamış bir olayı ya da durumu da kurgulayarak anlatabilir. Kimi öykülerim ise, tamamen kurgu. Ama tabii ki, neyi nasıl yazacağımı önceden belirlediğim için insanları da gözlemledim.
İnsancıl Dergisi’nin Nisan 2008 tarihinde 213.sayısında yayımlanan ve tüm öykülerinizle birlikte beni en çok etkileyen ‘Kapan’ öykünüz oldu. Öykü kişilerini aktarışınız, toplumun farklı kesimlerine bakışınızı ustalıkla kaleme alışınız ve bir fabrikanın içerisine, kurallarına, işleyişine bizleri konuk edişiniz oldukça başarılıydı. Bununla ilgili söylemek istedikleriniz nelerdir?
1991-1994 yılları arasında böyle bir fabrikada çalışmıştım. Birlikte çay içtiğim, sohbet ettiğim, gülüp konuştuğum işçilerin dünyasını yazdım. ‘Çalışma’nın insanı köleleştirmesine, eleştirel olarak yaklaştım. Kuşkusuz, insan üretmek için çalışmak zorundadır. Fakat günümüzde ‘çalışma’ yaşamın mutlak amacı olmuştur. Örneğin, siz buzdolabı üreten bir fabrikada görev yapıyorsunuz. Motorun parçalarını üreten bir birimde çalışıyorsunuz. Her gün aynı iş... Her gün aynı iş... İnsan her gün aynı şeyleri yapmaktan bıkmaz mı? Bir süre sonra çalışma eziyet haline geliyor. Bunun yanı sıra, insanın kendine, emeğine, topluma ve doğaya yabancılaşmasına, nesnelerin ya da makinelerin değer kazanmasına ve insanın insan olmaktan çıkmasına dikkati çekmek istedim. Kuşkusuz, bir yazar toplumun sorunlarına duyarsız kalamaz. Çoğu kez, iş yaşamında çalışma etiği altında yaşamımızı bir nesneye verdiğimizin ayrımında olmuyoruz. İnsanın kendi yaşamının kendi elinden alınmasını ve gerçekliğin yitirilmesini gün yüzüne çıkartmak için tanık olduklarımı anlattım Kapan’da.
‘Basri Tepesi’ isimli öykünüzün konusu, derinden etkiliyor. Bu öykünüzün içeriğini ve günümüzde kadın olmanın zorluklarını bizimle paylaşır mısınız?
Bu ülkede kadın olmak zor. Çocukluğumda o kadar çok dövülen, sövülen, ezilen, bebesi kucağından alınan kadın gördüm ki. Ne yazık ki, kadınların bu ülkede ekonomik bağımsızlıkları ve sosyal güvenceleri olmadığı için söz hakları da yok. Kadın yeri gelir bir meta gibi satılır ve alınır. Kadın, erkeğin namusudur. Kadın, evinin hizmetçisi ve çocukların bakıcısıdır. Kadın, kocası için cinsel bir objedir. Kadın, erkeğin kölesidir. Kadınların tüm bunları kabullenmesi beklenilir. Basri Tepesi adlı öykümde, bir çocuğun yaşantısından kesitler sunarken; kadın-erkek ilişkilerini ve kadınların içinde bulunduğu durumu gözler önüne serdim. Küçük yaşta evlendirilip sonradan bir çocuğuyla ortada kalan, parasızlık ve çaresizlik yüzünden, yeniden evlenmek zorunda olan Hanefi Teyze’nin dramını anlattım. İkinci kocası ve kızıyla durağan bir yaşam süren Hanefi Teyze’nin ilk kocasından olan oğlunun Almanya’ya gitmesiyle yaşamı değişir. Ne olur peki? Oğlu, gözü arkada kalmasın diyerek genç ve güzel karısını annesinin yanına bırakır. Bu aşamadan sonra, Hanefi Teyze’nin evinde bağrış çağrış, kavga gürültü eksik olmaz. Hanefi Teyze, kocasından sürekli dayak yer. Ama ağzını bıçak açmaz. Sonunda intihar eder. Ölümü şüpheli bulunur. Olay mahkemeye taşınır. Kızı Elif, mahkemede, babasıyla yengesinin arasındaki yasak aşktan söz eder. Annesini babasının astığını söyler. Ama işin aslı çözülemez ve Hanefi Teyze’nin ölümü sır olarak kalır. Anadolu kadını, kocasının getirdiğiyle kıt kanaat idare etmesini bilen, kocasından gördüğü şiddete katlanan, erkeği karşısında susan, erkek egemenliğini kabul eden, çoğu zorluğa çocukları için katlanan kadın tipidir. Hanefi Teyze de bu kadınlarımızdan biri. Çünkü kadınlarımız ekonomik bağımsızlıkları olmadığı için mecburen kendilerine sunulan yaşamı benimsemek zorunda kalıyorlar. Ben, ‘Basri Tepesi’ adlı öykümde, tüm bunların yanında, psikolojik şiddete de dikkati çekerek, kadınlarımızın yaşadığı açmazları topluma göstermek istedim. Elbette, bir gün kadınlar, kendilerine yüklenen rollere karşı çıkıp, ekonomik bağımsızlıklarını kazandıklarında birey olmanın ya da insan olmanın hazzını yaşayacaklardır. Ben umutluyum. Özellikle kadınların öykü yazmasına çok seviniyorum. Bunca yılın vermiş olduğu ezilmişliklerine, susturulmuşluklarına karşı çıkıyorlar... Sahiden de, benim çevremde genç öykücüler hep kadınlar...

İnsanımızı ve yaşayışını gözlemlerken, en çok önemsediğiniz konu nedir?

Ben kendimi sınırlandırmayı sevmiyorum. Öykü, bir olay, bir sorun, bir durum olabilir. Kimileyin, bir haksızlığa tanık olduğumda onu okura aktarırım. Kimi kez, izlenimlerimi düşlerimle harmanlayarak bir duruma bağlayarak anlatırım. Bakmakla görmek, farklı şeyler... İnsanları gözlemlerken, insanların ayırt edici özelliklerini belleğimde evirip çeviririm. Sonrada o özellikler kafama oturduğunda yazmaya başlarım.

Öykülerinizin geri bildirimi, size neler duyumsatıyor?

Bir yazar için, geri bildirimler önemli tabii. Eğer, yazdıklarımı okur beğenmişse, düşüncelerimi, duygularımı aktararak onlarla doğru iletişimi kurmuşum gibi geliyor bana. Kuşkusuz doğru eleştiri de insanın kendini gözden geçirip gelişmesini sağlar. Ben bu konuda çelişkiye düştüğüm zaman, karşımdakinden düşüncesini temellendirmesini isterim. Temellendirme doğruysa, akan sular durur.
Kitabınızda, çocuk dünyasına da tanıklık ediyoruz. Ankara’dan İstanbul’a geliş serüveniniz ve değiştirmek zorunda kaldığınız ilkokulunuza alışma sürecinizdeki zorluklarınız, öykülerinizdeki çocuk karakterlerine ne şekilde yansıdı?
Öykülerimin kimilerinde çocuk dünyasından kesitler var. Çocukluğunda cinsel tacize uğrayan bir çaycının yetişkinliği döneminde yaşadığı çatışkılar, bir çocuğun terk edilmişlik duygusu içinde annesine olan özlemi ya da arkadaşlarınca alay edilen engelli bir çocuğun hüznü, öfkesi ve yalnızlığı var öykülerimde. Ankara’dayken arkadaşlarım arasında engelli olduğumu pek duyumsamazken, İstanbul’a taşındığımızda okula giderken, insanların beni durdurarak “Aaa yavrum, ayağına ne oldu? Vah vah yazık!” diye sormaları ve ardından acımaları... Sırf bir ayağım aksıyor diye öğretmenlerimin bana olumsuz anlamlar yüklemeleri... Bana, “Sen engellisin, o zaman şunları şunları yapamazsın” diye zorla kendi anlayışlarını dayatmaları... İlkokul beşinci sınıfta engelli olduğum için parasız yatılı sınavlarına girememem... Daha neler... neler... Evet engelliydim, belki çok hızlı yürüyemiyor, merdivenleri çifter çifter çıkamıyordum. Okulda beden eğitimi derslerine katılamıyor, okul bahçesinde andımızı okuduktan sonra sınıflara girerken, hep arkada kalıyordum. Ama tüm bunlar yaşama katılmama engel değildi. Olamazdı. İşte bunlardan kimilerini kısmen de olsa, “Karanlıkta Dans Annem ve Ben” öykümde okura aktardım. Aslında bu konuda o kadar çok söyleyecek sözüm var ki!

Bizleri bekleyen yeni çalışmalarınız nelerdir?

İşte o söyleyecek olduklarımı engellilerle ilgili bir kitap yazarak, okurla paylaşmak istiyorum. Çünkü engelli olmam yaşamımın her devresinde karşıma bir set olup çıktı. Mesela başka ne oldu? Kalbim birisi için çarpamaz, sevemez, âşık olamazdım. Çünkü toplumda, belirli bir güzellik anlayışı vardı. Zira toplumun bir takım kalıpları, kuralları vardı. Ben de tüm bunlardan payıma düşeni aldım. Düşüncelerimi, duygularımı yazarak bu kalıplara, kurallara başkaldırarak, insan bilincini temizlemek istiyorum.

Ufuk Özgül 29 Temmuz 2012 / Cosmosgünlüğü

Yazarımız Ufuk Özgül, Satı İlen’in ‘Ekmek İçin’ adlı öyküsünden bir paragrafı ve bir kısa bilgi notunu sizlerle paylaşıyor...

“Perdenin aralıklarından yavaş yavaş akan ışık demeti, on iki kişinin barındığı on beş metrekarelik odaya ağır ağır ilerliyordu. Üst üste yığılmış bir iki yer yatağının renginin solmuşluğunu içeriye sızan gün ışığı ortaya çıkarıyordu. Penceresi, dar sokağa bakan odanın, kirli sarıyla boyanmış duvarlarında popüler futbol takımlarının posterleri göze çarpıyordu. On iki kişi, yan yana serilmiş, koyun yününden hazırlanmış yataklarında uyuyorlardı. Kimi battaniyeyi başına sımsıkı çekmiş horluyordu. Kimi dizlerini karnına doğru çekerek yan dönmüş, düzenli nefes alıp veriyordu. Kimi sırt üstü yatmış, üstündeki battaniyeyi kollarıyla kavramıştı. Odanın içi küf kokuyordu. Bu kokuyla sigara, nem, ter kokusu birleşince ortalığı ağır ve kötü bir koku kaplıyordu...” (Ekmek İçin adlı öyküden).

Satı İlen, Denize Şiir Okumak adlı kitabında Satı Merdan adını kullanmış, şimdilerde ise Satı İlen adını kullanmayı tercih etmiştir.