Wednesday, March 16, 2016

Prof. Harvey’le ‘kent ayaklanmaları’ üzerine

(Beril Eski/BBC Türkçe – 10 Nisan 2014)Profesör David Harvey’e göre dünyada bir volkan etkisi yaşanıyor, ne zaman hangi şehirde bir ayaklanma çıkacağı öngörülemiyor. Ama Prof. Harvey, ayaklanmaların devam edeceğini düşünüyor. Çünkü ona göre insanların çoğu, dünyanın gidişatından memnun değil.
Bugün, dünya nüfusunun yarısından fazlası şehirlerde yaşıyor. HABİTAT, 2010 yılında yayımladığı raporda bu oranın 2050 yılında yüzde 70’e çıkacağını belirtiyor.
Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal İşler Dairesi’nin 2013’te yayımladığı rapora göreyse, 2050 yılında 6 milyardan fazla insanın şehirlerde yaşayacağı öngörülüyor.
Kentleşme süreci ve kentlere göç hızla devam ederken, son yıllarda kent eylemleri yaygınlaşıyor. Geçen yıl İstanbul ve Rio ve Hamburg’da bu yıl ise Stockholm, Kiev ve Caracas’ta oldukça hareketli günler yaşandı.
Şehirlerde ne oluyor? İnsanlar neden ayaklanıyor? Ayaklanmalar siyasete ne kadar yansıyor? BBC Türkçe’den Beril Eski, bütün bu soruları, akademik dünyada özellikle “kent hakkı” ve “kent politikaları” üzerine yazdıklarıyla tanınan, New York Şehir Üniversitesi öğretim görevlisi Profesör David Harvey’e yöneltti.
Profesör Harvey, sizce Gezi protestoları neden İstanbul’da küçük bir parkta başladı?
Gezi Parkı İstanbul için sembolik bir merkez. Birçok insan o parktan geçmiştir. Taksim’in de hemen yanında. Aslında Gezi Parkı şehrin kalbi. Ve şehrin kalbindeki, insanların tanıdığı bir yeri yok etme önerisi pek çok insanı kızdırdı. Parkı korumak için eylem yapmalarına hiç şaşırmadım.
Çevre eylemi olarak başlayan Gezi protestoları neden kitlesel bir harekete dönüştü?
Bence bu, nüfusun önemli bir kısmının memnuniyetsizliğinin göstergesiydi. İnsanlar bir tür otoriter tavırlar sergileyen hükümetin davranışlarına karşı huzursuzluklarını ortaya koydular. Yapılan uygulamalarda kendilerine danışılmamasına tepki gösterdiler. Siyasi sürecin kendilerini gerçekten temsil etmediğini düşünen insanlar, kendilerini temsil edecek bir yol aradılar ve bu yol, sokağa çıkmaktı.
Gezi protestolarından hemen önce İstanbul’daydınız. Son olarak yerel seçimlerden önce de İstanbul’a gittiniz. Şehirdeki gözleminiz neydi?
İstanbul’un bir inşaat bombardımanı altında olduğu ve insanların yerinden edildiğini gördüm. Dolayısıyla pek çok aksaklık yaşanıyor. Görüştüğüm insanların çoğu da mahallelerinin yok edilmesinden ve alışveriş merkezleri yapılmasından rahatsızlığını dile getirdi. O nedenle bazılarının “Bu değişim çok hızlı, yavaşlayın” diyerek itiraz etmesi beklenen bir şeydi. Gezi, oradayken gözlemlediğim “çok hızlı kentleşiyoruz, dikkat etmemiz lazım” atmosferine denk gelen bir hareketti.
‘Gezi, polis tavrı nedeniyle büyüdü’
Hızlı kentleşmenin etkisinden bahsettiniz. Türkiye’deki büyük kentsel dönüşüm projeleri de Gezi’yi tetikledi mi?
Bence asıl sebebi hızlı kentleşme. Bu inşaat patlamasına rağmen, pek çok insan hala barınma ihtiyacını karşılayamıyor. İstanbul’da binlerce, binlerce boş apartman olduğunu ama aynı zamanda düşük gelirli kesimin barınma ihtiyacını karşılayamadığını duydum. Bazı düşük gelirli toplulukların şehir merkezinden 30 kilometre öteye gönderildiğini söylediler. Bu çok istikrarsız bir durum. Dolayısıyla insanların bunu çok saçma bulması, başka bir şey yapmak istediklerini söylemelerini anlayabiliyorum.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Gezi protestolarının Türkiye’de demokrasinin göstergesi olduğunu söylemişti. Kendisine katılıyor musunuz?
İlk başlarda demokrasiye dair izler vardı. Ama polis müdahalesi başladığında ve orantısız güç kullanıldığında, yaşananlar demokrasiden ziyade otoriterliğin göstergesi haline geldi. Bence pek çok kişi yeni bir tür siyaset yapma peşindeydi. Ancak ortaya çıkan demokrasi eksikliği oldu.
Kent ayaklanmalarının hükümetler için giderek büyüyen bir sorun haline geleceğini iddia ediyorsunuz. Hükümetler bunları nasıl kontrol edecek?
Şehirdeki düzeni korumak için gözaltı ve kontrol tedbirlerine yeni düzenlemeler getirildiğini görüyoruz. New York’taki “Occupy Wall Street” hareketinde bile polisin orantısız güç kullandığına şahit olduk. Bence Gezi’de de yaşanan ve daha fazla insanın katılmasına sebep olan polisin orantısız güç kullanmasıydı. Bazen polisin tavrı, asıl sorun kadar büyük bir sorun haline gelebiliyor.
image56-1024x576
‘Aşırı sağ, siyasi tıkanıklık nedeniyle yükseliyor’
Dünyanın pek çok farklı şehrinde de ayaklanmalar oldu. Rio, Hamburg, Stockholm, Kiev… Sizce dünyada neler oluyor?
İnsanların daha sık sokağa çıkıyor olmaları bence çok ilginç bir durum. Her bir bölgede, şehirde, sorunların farklı olduğunu görüyorsunuz. İnsanlar siyasi süreçte temsil edilmediklerini düşünüyorlar ve yeni bir tür siyaset yapmak istiyorlar. Bu ise sokağa çıkmak ve protesto etmekle mümkün. Son 15 yıla bakarsanız, buna benzer pek çok ayaklanma görebilirsiniz. Mesela Londra’da birkaç yıl önce büyük bir ayaklanma olmuştu. Dünyada bu tür ayaklanmalar daha sık yaşanır hale geliyor ve bir şeylerin yanlış gittiğine işaret ediyor. Ama art arda bu kadar şehir ayaklanmasını ben de tam olarak açıklayamıyorum.
Bu ayaklanmaların ortak noktaları var mı?
Genel bir memnuniyetsizlik atmosferi var. Farklı ülkelerde “Sizce dünya iyiye mi gidiyor?” diye sorarsanız, birçok insandan “Hayır, kötüye gidiyor” cevabını alırsınız. İnsanlar iyiye giden yolun ne olması gerektiğini bilmiyor ama kötüye gidişatın farkındalar. Bence Rio’da, İstanbul’da ve diğer yerlerde gördüğümüz ayaklanmaların ortak noktası bu.
İnsanların yeni bir tür siyaset yapmak istediğini söylüyorsunuz ama Avrupa’daki seçimlerde sağ kanat yükseliyor. Keza Türkiye’de de Gezi protestolarında hükümet eleştirildi ancak son seçimlerde AKP oyların yüzde 45’ini aldı.
Yeni tür siyaset yapmak, sola kanada veya sağ kanada yakın olarak tezahür edebilir. Özellikle Avrupa’da faşist partilerin daha da önemli hale geldiğini görüyoruz. Mesela Yunanistan’da Altın Şafak Partisi, Fransa’da Marine Le Pen (aşırı sağcı Ulusal Cephe Partisi’nin başkanı). Aslında bu da geleneksel siyasi süreçlerin çok da iyi işlemediğine, insanların ihtiyaç ve isteklerine yanıt vermediğine işaret ediyor.
image
Türkiye’de şehir eylemleri geleneği oluşuyor’
Hewsel bahçelerine gittiniz. Orada ne gözlemlediniz?
Oradaki Kürt gençlerinin çevre için örgütlenmesinden çok etkilendim. Gözlemlediğim, daha önce çevresel bir konuda bir araya gelmedikleriydi. Bence Hewsel’de yaptıkları, Gezi’de de yapılmaya çalışılan şeydi. Her ikisinde de çevresel bir bakış vardı. Yeni bir siyaset deniyorlardı. Gezi’den çok etkilenmişlerdi.
İleride yeniden Gezi benzeri bir kitlesel hareket yaşanır mı?
Bence benzer hareketleri dünyada da görüyoruz. Gezi, Türkiye’de daha önce yaşanmamış bir kitlesel hareket. Ama bir kere yaşandıktan sonra, her an tekrarlanabilir. Şu anda insanlarda ortak bir hafıza var, fark edilen ve etkili olan bir şeyler yaptıklarını hatırlıyorlar. İleride Gezi’yi taklit eden ayaklanmalar göreceğimizi düşünüyorum. Gezi’deki genç çocuk öldüğünde (Berkin Elvan), pek çok farklı şehirde eylemler oldu, bir volkan etkisi yarattı. Sadece İstanbul’da değil, Ankara’da, İzmir’de… Dolayısıyla Türkiye’de şehir ayaklanmaları geleneği oluşmaya başladı. Ayaklanmaların devam ettiğini görmek beni hiç şaşırtmaz.
Siz Gezi protestolarının etkili olmasını “şehrin kalbinde yer alan” bir eylem olmasına bağlıyorsunuz. Ancak Türkiye’de son dönemde yürüyüş ve toplu gösterilerin şehir merkezine uzak alanlarda yapılması gündemde.
Bence eylemlerin merkezi bir yerde yapılması çok önemli. New York’taki “Occupy hareketi” de Wall Street’in etrafındayken sürekli basındaydı ve gerçek bir etkisi olmuştu. Ama merkezden dışarı atıldığında, şehre uzak bölgelere görünmez hale geldi ve kayboldu. Arkasından New York’ta Sandy fırtınası yaşandı. Occupy Wall Street, fırtına sonrasında en çok zarar gören mahallelerde aktif bir şekilde yardım çalışmalarına katıldı. Ama şehre uzak oldukları için çoğu insan bunu fark etmedi ve politik etkileri azaldı. Dolayısıyla şehrin yapısı çok önemli. Şehirdeki alanlar, siyasi aktivizm alanlarına dönüştürülüyor. Bu kitle hareketlerinin bir tür coğrafi boyutu olarak da görülebilir. İnsanların merkezden uzaklaştırılması, muhalefetin yayılmasını önlemek ve etkisini azaltmak için izlenen bir yol.

Thursday, March 10, 2016

Ece Ayhan soruyor, Füruzan anlatıyor: ‘Parasız Yatılı’


Türkiye’de hikâyeciliğin başyapıtlarından sayılan Parasız Yatılı, 1971 yılında Bilgi Yayınevi tarafından yayımlandı ve büyük olay yarattı. Füruzan, sahici ve yalın hikâyeleriyle hemen herkesin övgüsüne mazhar oldu ve tutkuyla okundu. 1972’de ise Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazandı. Kitabın okurla buluştuğu yıl, şair Ece Ayhan merak ettiklerini Füruzan’a sordu. Söyleşi Yeni Edebiyat dergisinde Mart 1971’de yayımlandı, pasaj69.org ise yeniden gün yüzüne çıkardı. Bize de paylaşmak düştü.
Ece Ayhan: Yıl 1971. Kalabalıklar karşısına çıktı Parasız Yatılı. Böylece bir yazarsın artık Füruzan. Bakalım şimdi ne yapacaksın?
Füruzan: Ne yapacağım, aralıksız çalışıyorum, yazıyorum… Bir de havuzlarda çalışanların eline geçse diye düşünüyorum Parasız Yatılı. Yer minderleriyle çevrili odalara girse… Aşağılarda gaz lambalarının şişelerini bezle siliyorlardır. Bayram günlerini çok severler. Ben şimdi daha da seviyorum. Her yanı ikinci mevki olan vapurlarda kızararak gülümseyen gencecik gelinlerin bayram konukluklarını, artık yanlarına oturduğumda tedirgin olmayacaklar.
Ece Ayhan: Elbette, hayatın orta ikisinden ayrılan insanlar, çok sevecekler Parasız Yatılı’yı. İstanbul’da ve bütün kentlerde bunun bir anlamı, bir nedeni olmalıdır.
Füruzan: Parasız Yatılı, almayı değil vermeyi içeriyor. Sofaların loşluklarında, arka bahçelere bakan odalarda çapaklı uykular uyuyan çocuklar var. Bu çocuklara almayı öğretmiyorlar. Her şeyde olduğu gibi, örneğin, parasız yatılılık bir lütuf olarak sunuluyor onlara. Ancak kazananlar yaşayabilir diye. Yarışta binlerin arasında yüzde olmak azımsanacak bir şey mi? Sanırım seveceklerdir Parasız Yatılı’yı, sınavlara girenler ve dönenler. Dönemin, yarıda kalmanın, ayrılmanın onurunu yenileyeceklerdir… Bayram yerleri ellerinden tutulup götürülmeyen çocuklarla dolu. Yaşları ne olursa olsun kendileri giderler. Bir türlü bitmez üşütmelerinin sümüklerini yalayarak. Ne güzeldirler. Baloncular da bayram yerlerinin gediklileri. Apartmanların bile girişinde kunduralarını çıkaranlar. Çeşitli işlerde çalışanlar. Yani “her işi yaparız” diyenler. Türkiye’nin hemen bütün kentlerindeki görünüşler bunlar… Çünkü biz kazanamadık. Birinci sınıfta, hangi mesleği seçeceksiniz konulu ödevde doktor, mühendis, subay, tayyareci diye yazmıştık. Biz kazanamadık. Şimdi kazanmayı da öğreniyorlar becerikli ve sabırlı eller.
Ece Ayhan: “Kitle partisi şairler”den olmayışın önemlidir.
Füruzan: Bir açıklama getiriyorsun bana. Sınıfına sırtını dönmek kimin haddine?
Ece Ayhan: Parasız Yatılı’da altını çizdiğim bir olgu, insan kendi sınıfındakilerle el ele.
Füruzan: Kimi uzun işler için akraba ziyaretine gidilir, İzmit’ten biraz öte bir yerlere işte. Anadolu Ekspresi’nin en yakın istasyonlarında inen yolcular onlardır. Böyle bir yerlere giderlerken, odalarının pencerelerinde dizili çiçekleri komşularına emanettir. Sularlar, unutmazlar da hiç. Kimi çaresizliğin, kimi yetersiz beslenmenin getirdiği sinir çöküntüleri kavgalara yol açar. Ama bayramlar gelir, barışılır. Kaba kartondan şeker kutularıyla varılır iyi geçime. Yeni kavgalar yeni kenetlenmeler getirir. Boşalmış yağ tenekelerini çiçeklerle bezerler.
Ece Ayhan: İlkokula takunyayla başlayan çocuklar da seni unutmayacaklar Füruzan.
Füruzan: Bu benim için en büyük övünç olur. Bit, sirke muayenelerinin vazgeçilmez erleri, hâlâ arka sıralarda oturuyorlar. İlk kaydolanlardan oldukları numaraları da küçüktür. Hep geç kalmaktan korkarlar. Dişleri ne de çabuk çürür.
Ece Ayhan: On iki bölümlük (hikâyelik) bir film Parasız Yatılı. Parçalar birleşince, örneğin bir kenti, bir çağı, bir konsol aynasını bütünlüyorlar.
Füruzan: Konsol aynası olanlar tabii! Cevizden, oymalı, beş çekmeceli, sarı pirinç çekecekli, kesme cam aynalı. Bir yanlışlıkla aşağı kayarlar. Tutunmasını bilenler hâlâ mobilya yeniliyorlar. Bugünlerde İtalya’dan sedir ağacından mobilyalar getiriyorlar… Film, Yavuz Sineması’ndan beri seyrediliyor. Boyanmamış bir çinko yüzeyle kaplıydı. Hep güçlüyü haklı sanırdık. Bütün filmler öyleydi. Kovboylar yine büyük şapkalar giyiyorlar.
Ece Ayhan: Ama bak, kentliler, yukarılarda yaşayanlar sevmeyebilirler Parasız Yatılı’yı. Sınıf değiştirenler, düz hainler yani. Çocuklarına ve yeni çocuklara cayır cayır ihanet edenler.
Füruzan: Yukarılarda yaşayanlar mı? Ne yapalım sevmesinler. Bu doğruyu korur. İnsan yüreğinin atarlığına basıp, uzun süre, istedikleri kadar ayakta kalamayacaklar. Sınıf değiştirmenin ikiyüzlü eğitiminden geçip de Parasız Yatılı’yı sevmek, işte bu olamaz. Çıktıkları kattakiler kadavradır yahu, adamakıllı yozlaşmışlardır. Ama tabii burunlarına estetik ameliyat yaptırıyorlar, ilk aldıkları ücretle, kokuyu duymamak için… “Cihan Güzeli”nin asılı olduğu kahvelerde oturanlar, alanlarda halay çekenler, son nüfus sayımında sayılanlar yeter bize.
Ece Ayhan: Sonra nasıl oluyor bu, bir ölümün yer almadığı hikâye yok gibi Parasız Yatılı’da?
Füruzan: Onlar ilânsız ölülerdir. Önemlidirler. Arkalarında az bir para bile bırakmazlar. Vasıfsız işçilerdirler. Ölümleri evin ekmeğini zora sokmuştur. Durmadan anılırlar. Evin kadını “beni bırakıp nereye gitti” diye başsağlığı kabul etmez. Bir yerde işe girmesi gerekir. Çürük kadın değildirler. Ölümler unutulmaz. Üç kuşak öteye kadar anlatılır durur. Çocukların daha küçücükken anlatılacak ölüleri olur.
Ece Ayhan: Biliyorsun, İstanbul bir suyla üçe bölünmüş bir kenttir. Eyüp, Galata, Üsküdar. Parasız Yatılı hangi kesimlerde yaşadı, sen hangi kesimlerde yaşadın?
Füruzan: İç denizde. Hani delikanlı bir padişah insan gücünü zekâya katarak en inanmış işçilerin çektiği kalyonlarını indirmişti ya, Bizans’ın uykusu şaşkınlık olup kalmıştı. İşte orada. Tarihifırınların kabarık ekmek yaptıkları, yazlığa gidilmeyen yerde. Güzelim kederli kârgir evlerin, odaların olduğu yerde… Parasız Yatılı’nın coğrafyası, atlası çok geniş, bir semte, bir mahalleye sığmıyor. Türkiye’nin bütün kasabalarında, radyolarından eğitim bakanlığının güz öncesi bildirileri dinlenir. Anneler erkek çocuklarına ilk hazırlık olarak, eski paltolardan ceket yaparlar. Bilirsin, erkek ceketi terzi esnafının bile en zor dikişidir. Ama o kadınları kim ve ne yıldırabilir? İntihar bilmezler bile. Beş numara bir gaz lambası yakılır ve çalışılır. Kızlar ise, okumak için, kentlere daha yakın yerlerde doğmuş olmak zorundadırlar. Yoksa o şansları bile yitmiştir. Bilmedikleri dikişlere sıvanırlar sonunda. Şımarmayı zaten bilmezler. Hepsi çok ciddi küçük kadınlardır.
Ece Ayhan: Çağ zalim, biz zalimiz, bir “Parasız Yatılı” değil ama, nasıl oluyor bu?
Füruzan: Zalimlik korkunun kardeşidir. İyi beslenen insanlarda gelişir. Parasız Yatılı’nın bir ilişiği ilgisi yok zulümle elbette, az beslenmiştir.
Ece Ayhan: “Muhaciriz, biçareyiz, ama ne bahtı kareyiz,” kantosunu bilir misin? İlk kanto.
Füruzan: Meşrutiyette de eğleniyormuş İstanbul. Bütün çağlarda eğlenmiştir ya Balkanlardan gelip bunu söylemek acı tabii. İlginçtir: Şanolarda bir acıyı, bir yenilgiyi hızlı bir müzikle eşleştirmek. Aynı dönemin marşları da ilginçtir herhalde. Bir acele kahramanların marşları…
Ece Ayhan: Parasız Yatılı kitabında, “Haraç”, “Edirne’nin Köprüleri”, “Su Ustası Miraç”, “Yaz Geldi”, “Parasız Yatılı” hikâyeleri bir bütünü dikebilir.

Füruzan: Parasız Yatılı’da her şey, herkes el ele. Hikâyeler de el ele. Bir bütün oluşturmaları ondan işte.
Ece Ayhan: Bana öyle geliyor ki, okumuşlar kesimi yadırgayacak Parasız Yatılı’yı. Niye tedirgin ettin acaba bu adamları?
Füruzan: Tedirgin olurlar mı dersin? Tedirginlik böler bir şeyi; yeniden iliklemek güçtür. Okumuşluğun birtakım töreleri olacaktır…
Ece Ayhan: Bari biz ölümün arkasından konuşmayalım…
Füruzan: Arka ve arka camilerinin imamları, hocaları yoksuldur. Oysa Şişli camisinin, Kadıköy Osmanağa’nınkiler epey dünyalıklı. Her sınıf kendi şanına şerefine yaraşır törenler düzenler! Evet, biz ölümün arkasından değil, yüzüne karşı konuşalım derim ben de.
Ece Ayhan: Parasız Yatılı’dan sonra, bir tığ değiştirmesi söz konusu mu?
Füruzan: Gerekirse tığ değişir. İşlenecek işin yapısı gereğince. Örneğin, öfkeyi diri delikli ve diretici örmek gibi…

Parasiz Yatili
Ekitap: http://ekitapdfindir.blogspot.com.au/2014/11/parasz-yatl-furuzan-pdf-e-kitap-indir.html