Sevda, kavga, özeleştiri: Kayıp Ruhlar
A. Kadir Konuk ve Derya Cebecioğlu’nun birlikte kaleme aldığı ‘’Kayıp Ruhlar“ adlı romanı, 12 Eylül öncesinde meydanı dolduran Türkiyeli onbinlerin nerede olduğunu sorguluyor.‘Kaybolmuş insanların sesi’
‘’Kayıp
Ruhlar’ın iki yazarından biri olan ve okurlarımızın yakından tanıdığı A. Kadir
Konuk’a birlikte romana ilişkin sorularımızı yönelttik.
İki yazar birlikte yazma fikri kimden ve nasıl oluştu?
Başka
insanlarla birlikte bir şeyler yaratmayı seviyorum. Bir kaç yıl önce ‘Beybun’
isimli internet sitesinde yazarken ‘Neden olmasın’ diyerek öneriyi götürdüm
sevgili Derya Cebecioğlu’na, kabul
etti, giriştik yazmaya.
Türkiye’de
daha önce iki, üç yazarlı belgesel ya da araştırma kitapları yayınlandı, ama
iki yazarlı bir roman var mı bilmiyorum. Olmadığını düşünüyorum. Biz yaptık
oldu. Sadece Derya Cebecioğlu ile değil, benimle birlikte bir şeyler yapmayı
isteyen herkesle üretmeye hazırım. Bundan zevk alıyorum. Yaşamın yarıdan
fazlası ise yapılan işlerden alınan ‘zevk’tir!
12 Eylül öncesinde birbirinizi tanıyor muydunuz?
Hayır!
Sevgili Derya Cebecioğlu ile hiç yüz yüze gelmedik. Fotoğraflarını gördüm
sadece. O da beni kitaplardan, gazete haberlerinden, internet sitesinden
tanıyor zaten. Bazen telefonla, bazen e-maillerle tartıştık konuyu. Ben
düşüncede oluşan roman taslağını anlattım, Derya genç bir insan olmasına karşın
dönemi iyi bilen biriydi. Yazmak zor olmadı.
‘’Her
yaşam bir romandır’’ diye bir deyim var, sizin kitapta ise ‘iki yaşam’ bir
roman olmuş. Yazarken, kurguda ve belirlemelerde sorunlar çıkmadı mı?
Gerçekte
‘Sevda ve Resul’ kişiliğinde, hiç de yabancısı olmadığımız binlerce insanın
yaşamını şekillendirmeye çalıştık. Kurguda güçlük çekmedik. Bazen Sevda’nın
mektupları Resul’a yol gösterdi, bazen Resul’un iç kavgası Sevda’ya yeni
mektuplar yazdırdı. Romanın yazımında tek bir dil kullanabilmek için tümünü bir
kaç yazımdan sonra ben düzenledim.
İstanbul’un Kadıköy-Kuyubaşı semtini ana mekan seçmeniz, bir tesadüf mü?
Hayır,
bu bir tesadüf değil. Şimdi adı Marmara Üniversitesi olan yerde eskiden Atatürk
Eğitim Enstitüsü vardı ve ben o okulun pedagoji bölümünde üç yıl okudum. Okulu
bitirmeme iki ay kala kaçağa düştüm ve okulu terkettim. Okul döneminde devrimci
mücadelede önemli bir yer almış, birçok örgüte militanlar yetişmişti.
Fikirtepe’de gecekondu mahallesi olarak mücadelenin değişik evrelerine tanık
olmuştu.
Kadıköy
ise romanda Resul’un mesleği olan ‘turşuculuk’ nedeniyle öne çıktı. Öğrencilik
yıllarımda o turşuculardan turşu almak, turşu suyu içmek, o manzarayı uzun uzun
seyretmek severek yaptığım işlerden biriydi.
Kitap
yayınlandıktan sonra, ‘Kayıp ruhlar’dan sizlere tepkiler geldi mi? En çarpıcısı
ne idi?
Kitap
yayınlandıktan sonra öyle çok sayıda yazılı eleştiri, değerlendirme almadık
diyebilirim. Neredeyse tam bir sessizlikle karşılaştı kitap. Oysa yoğun bir
eleştiri, hatta küfür bekliyorduk. Kitabı okuyanlardan bazıları orada
kendilerini, kendi yaşamlarını bulduklarını, çok etkilendiklerini yazdılar
kısaca.
Biz
Derya ile asla övgü beklemedik, yaşanmışlara dikkat çekmek, yaşayan ama
kaybolmuş insanların yüreklerinin sesi olabilmek için zorlu bir konuya el
attık. Gönül isterdi ki devrimci çevrelerde kitap tartışılsın, gerekirse yerden
yere vurulsun, ama olmadı. Çünkü ‘görmemek’ en azından konuyu tartışmamak
demekti. Tartışmak ise günümüzde de ne yazık ki tehlikeli sayılıyor hala.
Kulaktan
kulağa gelen bir kaç sözcük ise ‘Bizlerin zaten dönek olduğumuzu, devrime
sövdüğümüzü, bu nedenle yazılanın devletin işine yarayacağını’ belirtiyordu.
Bir ürünün elbette seveni de söveni de olur. Biz buna hazırlıklı olarak
giriştik bu işe. Yarattık, gerisi okurun bileceği bir şey.