Monday, October 22, 2012

‘Kaybolmuş insanların sesi’


Sevda, kavga, özeleştiri: Kayıp Ruhlar

A. Kadir Konuk ve Derya Cebecioğlu’nun birlikte kaleme aldığı ‘’Kayıp Ruhlar“ adlı romanı, 12 Eylül öncesinde meydanı dolduran Türkiyeli onbinlerin nerede olduğunu sorguluyor.

 

‘Kaybolmuş insanların sesi’

‘’Kayıp Ruhlar’ın iki yazarından biri olan ve okurlarımızın yakından tanıdığı A. Kadir Konuk’a birlikte romana ilişkin sorularımızı yönelttik.

İki yazar birlikte yazma fikri kimden ve nasıl oluştu?

Başka insanlarla birlikte bir şeyler yaratmayı seviyorum. Bir kaç yıl önce ‘Beybun’ isimli internet sitesinde yazarken ‘Neden olmasın’ diyerek öneriyi götürdüm sevgili Derya Cebecioğlu’na, kabul etti, giriştik yazmaya.
Türkiye’de daha önce iki, üç yazarlı belgesel ya da araştırma kitapları yayınlandı, ama iki yazarlı bir roman var mı bilmiyorum. Olmadığını düşünüyorum. Biz yaptık oldu. Sadece Derya Cebecioğlu ile değil, benimle birlikte bir şeyler yapmayı isteyen herkesle üretmeye hazırım. Bundan zevk alıyorum. Yaşamın yarıdan fazlası ise yapılan işlerden alınan ‘zevk’tir!

12 Eylül öncesinde birbirinizi tanıyor muydunuz?

Hayır! Sevgili Derya Cebecioğlu ile hiç yüz yüze gelmedik. Fotoğraflarını gördüm sadece. O da beni kitaplardan, gazete haberlerinden, internet sitesinden tanıyor zaten. Bazen telefonla, bazen e-maillerle tartıştık konuyu. Ben düşüncede oluşan roman taslağını anlattım, Derya genç bir insan olmasına karşın dönemi iyi bilen biriydi. Yazmak zor olmadı.
‘’Her yaşam bir romandır’’ diye bir deyim var, sizin kitapta ise ‘iki yaşam’ bir roman olmuş. Yazarken, kurguda ve belirlemelerde sorunlar çıkmadı mı?
Gerçekte ‘Sevda ve Resul’ kişiliğinde, hiç de yabancısı olmadığımız binlerce insanın yaşamını şekillendirmeye çalıştık. Kurguda güçlük çekmedik. Bazen Sevda’nın mektupları Resul’a yol gösterdi, bazen Resul’un iç kavgası Sevda’ya yeni mektuplar yazdırdı. Romanın yazımında tek bir dil kullanabilmek için tümünü bir kaç yazımdan sonra ben düzenledim.

İstanbul’un Kadıköy-Kuyubaşı semtini ana mekan seçmeniz, bir tesadüf mü?

Hayır, bu bir tesadüf değil. Şimdi adı Marmara Üniversitesi olan yerde eskiden Atatürk Eğitim Enstitüsü vardı ve ben o okulun pedagoji bölümünde üç yıl okudum. Okulu bitirmeme iki ay kala kaçağa düştüm ve okulu terkettim. Okul döneminde devrimci mücadelede önemli bir yer almış, birçok örgüte militanlar yetişmişti. Fikirtepe’de gecekondu mahallesi olarak mücadelenin değişik evrelerine tanık olmuştu.
Kadıköy ise romanda Resul’un mesleği olan ‘turşuculuk’ nedeniyle öne çıktı. Öğrencilik yıllarımda o turşuculardan turşu almak, turşu suyu içmek, o manzarayı uzun uzun seyretmek severek yaptığım işlerden biriydi.

Kitap yayınlandıktan sonra, ‘Kayıp ruhlar’dan sizlere tepkiler geldi mi? En çarpıcısı ne idi?
Kitap yayınlandıktan sonra öyle çok sayıda yazılı eleştiri, değerlendirme almadık diyebilirim. Neredeyse tam bir sessizlikle karşılaştı kitap. Oysa yoğun bir eleştiri, hatta küfür bekliyorduk. Kitabı okuyanlardan bazıları orada kendilerini, kendi yaşamlarını bulduklarını, çok etkilendiklerini yazdılar kısaca.
Biz Derya ile asla övgü beklemedik, yaşanmışlara dikkat çekmek, yaşayan ama kaybolmuş insanların yüreklerinin sesi olabilmek için zorlu bir konuya el attık. Gönül isterdi ki devrimci çevrelerde kitap tartışılsın, gerekirse yerden yere vurulsun, ama olmadı. Çünkü ‘görmemek’ en azından konuyu tartışmamak demekti. Tartışmak ise günümüzde de ne yazık ki tehlikeli sayılıyor hala.
Kulaktan kulağa gelen bir kaç sözcük ise ‘Bizlerin zaten dönek olduğumuzu, devrime sövdüğümüzü, bu nedenle yazılanın devletin işine yarayacağını’ belirtiyordu. Bir ürünün elbette seveni de söveni de olur. Biz buna hazırlıklı olarak giriştik bu işe. Yarattık, gerisi okurun bileceği bir şey.