Saturday, October 20, 2012

YUH BE!

Evet babacığım aradan tam 20 sene geçti. Sana ne yazayım ki! Senin verdiğin mücadele daha değişik şekillerde devam ediyor. Birgün bana bu işler silahla çözülmez masaya oturmak lazım demiştin. Ama halen silahtan umut bekleyenler olduğu için zaman kolay geçmiyor. Hani derdin ya bu kadarda olur mu anlamında “YUH BE!”  İşte bu sözün bu süreçle örtüşüyor. Gençlerin ölümüne çok üzüldüğünü bildiğim için onlardan sana bahsetmeyeceğim. Mem û Zîn filminde Kürt ve Türk gençlerine hitaben söylediğin sözlerin halen kulağımda çınlar. “İşte biz oralardan buralara geldik” diye ama halen tam olarak gelemedik. Bırakmıyorlar namussuzlar insan gibi yaşamayı bize. Düşünebiliyor musun halen bazı yetkili ağızlar Kürtlerin dilinin olmadığını dahi söylüyorlar. Gene “YUH BE !” demek geliyor içimden.
Babacığım, gazetede yazdığın yazıları kitap haline getirdik ve ara sıra onları okuyorum ve halen bazı yazılarının günümüzde de geçerli olduğunu görüyorum. Hüseyin öldürüldüğünde çok üzülmüş ve ben senin yerine de yazarım demiştin. Şimdi gazetede çalışan çocukların her türlü olumsuzluğa rağmen sizlerin de yerine yazmaya çalışıyor. Halen gazeten baskı altında ve çocukların cezaevlerinde bulunuyor. Kürtçe hükümet tarafından kullanılırken biz Kürtler kendi dilimizi halen kullanamıyoruz. Torunun Asiwa’da içinde “w” olduğu için kimlik sahibi olamadı. İnsan olmanın iki önemli şartı olan kimlik ve dil sorunu hala devam ediyor. Gene senin yerine “YUH BE !” demek geliyor içimden.
Bizlere o kadar güzel şeyler yaşattın ki ne kadar zorlu da olsa yaşama bağlı kalmamızı sağladın. Güçlü, iradeli ve haklı davana sahip çıkma yolundaki sabırlı mücadelen benimde yaşama olan saygımı kazandırdı ve onunla beraber gelen sevgi denizi. Sevginin en güzel anlarını seninle olan kısa beraberliğimizde doya doya tattırdın. Bir babadan ziyade arkadaşça yaklaşımın bir yerde de insanların birbirini sevmelerini gerektirdiğini hissettirdin.  Bu duyguyu bana verdiğin için sana ne kadar teşekkür etsem azdır…
Bir gün Bostancı pazarından bir genç hamal ile beraber gelmiştin, sebzeleri itina ile yerlerine koyarken bir yandan da yemek hazırlıyor o genç çocukla Kürtçe konuşuyordun. Onunla konuşurken çok heyecanlı ve sevgi doluydun. Genç çok utangaç biriydi. Ona sofra kurdun. Yemek yedikten sonra giden gencin arkasından çok hüzünlendin ve gözlerin dolu dolu oldu bu anı seninle hayatımda iki defa yaşadım bir babaannemin ölümünde ve bir de Faik amcamın katledilişinde. Sonra bana dedin ki oğlum bu çocuk Serhat şehirlerinden buralara gelmiş ailesine katkı sunmak için çalışıyor. Bugünlerde de aynı şeyleri yaşıyoruz babacığım fazla değişen bir şey yok. Şimdi selpakçı, boyacı, sucu ve tartıcı çocuklar var. Gençlerimize bunu reva görenlere de “YUH BE !”
Kulaklarımda o güzel gülmelerinin sesini duyuyorum. Yalnız gülmelerini mi? O güzel mizahi anlatımların, bir ders niteliğindeki fıkraların. Acılı yaşamında bize acıyı göstermemek için çok fedakârlık yaptın. Zorlu yaşamı bizleri güldürerek kolaylaştırdın. Nevala Kasaba şiirinde söylediğin gibi zalimlerin lügatlarında ki temizlik üzülerek söyleyeyim ki devam ediyor. Kazan vadisi ve Roboski ve diğerleri acımızı daha da derinleştiriyor. Kürdistan’daki toplu mezarlardan kemikler çıktıkça bu nasıl insanlık diye sorguluyorum ama bir sonuç çıkartamıyorum. Demek ki insan gibi insan olmamıza daha çok var. Çok üzüleceğini bildiğim için yazmak istemiyorum ama, ki sen çocukları çok seversin onlarda bu insanlık dışı savaştan nasiplerini alıyorlar. Birçok çocuk katledildi. Ceylan, Uğur ve Enes gibi….. Allaha olan isyanını şimdi daha iyi anlıyorum. Hayatta olsaydın Allah adına hayatı bize zehir edenlere birkaç çift sözün olurdu muhakkak. Nasıl ki Demirel döneminde “kominizim gelecekse onu da biz getiririz” kavramı gündeme damgasını vurmuştu, şimdi de başbakan Kürtlerin masada olmadığı bir “Kürt çözümünden” bahsediyor. Anlayacağın sorun çözümden çok uzak. Kürt sorunu apaçık ortadayken çözemeyenlere çözmek istemeyenlere de “ YUH BE!”
Babacığım, son yirmi sene içinde yalnız olumsuzluklar yaşamadık, güzel şeylerde oldu bu ülkede. Ama o güzel diye yapılanların alt yapısı olmadığı için her şey sözde kaldı. Çok umutlandığımız günler oldu her şey düzelecek dedik fakat bu topraklar üzerinde büyük oyunlar olduğunu fark ettik. Bugünlerdeki belirsizlik yaşam şartlarımızı zorluyor ve eskiye dönüş durumunu yaşıyoruz. Diyordun ya bu işler silahla çözülmez, halen bu savaş tacirlerinin çıkarları yüzünden kan akmaya devam ediyor. Önemli olan masa başına oturma iradesine sahip devlet adamlığı. Kürtler siyaseten çok önemli kazanımlar yarattılar. Güney Kürdistan kendini yönetmeye başladı ve Kürtler artık kardeş kavgasına son verdiler. Kuzey Kürdistan’da bir tek korucular kaldı “keklik” olarak. Para için kimliklerini satanlara da “YUH BE!”
Sen daha hayattayken Anter’in Türkiye’ye giriş yasağı vardı, Çok üzerinde durduk gelmesi için, bir türlü gelemedi. Nihayet bu sene özel bir izinle giriş yaptı ve ilk defa mezarını ziyaret etti. Ve biz üç kardeş gene bir ilk olarak yani senin katledilmenden yirmi sene sonra mezarının başında olacağız. Yirmi sene evvel o acı haberi İsveç’te aldığımızda annem de yanımızdaydı. Hayatımızın dönüm noktasıydı o an. Bize onurlu bir yaşamın büyük ağırlığını bıraktın. Her ne kadar sana layık olmaya çalıştıysak da eksikliklerimiz de oldu. Bu eksikliliklerin temeline baktığımda karşımıza çıkan en büyük sorunun “Kürt kimliğimiz” oldu. Kürdistan’dan uzak büyümemiz ve dilimizi sonradan öğrenmememiz bizleri zor durumda bıraktı. Ayrıca bir aile olarak parçalanmamız da buna eklenince işimiz daha da zorlaştı. Annem büyük fedakârlıklar içinde hepimize sahip çıktı, zaten onun bu fedakârlığını bildiğin için bir kitabını da ona atfettin. İnsanca yaşama hakkımız olan Kürt gibi yaşama hakkımızı elimizden alanlara da “YUH BE !”
Babacığım o kadar çok şey var ki yazacak ama güzel iyi haberler ne kadar da az. Birgün “DAĞLARINA BAHAR GELMİŞ MEMLEKETİNİN” diye yazmak umuduyla şimdilik hoşcakal. O güzel ellerinden doya doya öperim.
Oğlun
DİCO
20.09. 2012 BATMAN