Thursday, February 14, 2013

Yerin altı kötüdür

Add caption


ONUR KOÇYİĞİT

2009 yılında Aradım Yaz Dediniz öykü kitabıyla Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazanan Feryal Tilmaç’ın yeni kitabı Esneyen Adam yayımlandı. Yedi öyküden oluşan kitabın arka kapak yazısında, “Bu öyküler sanatın ve düşüncenin etrafını karbonmonoksit bulutu gibi saran popüler kültüre, aslolanın değersizleştirilmesine, görünme derdine, temelsizliğe, kültürsüzleşmeye, aşkın, inancın, etiğin, vicdanın kalıplara dökülmesine, aynılaştırma ve hoyratlıklara ve özensizliklere kendi halinde bir karşı çıkıştır” diyor. Arka kapak yazıları ile neredeyse hiç ilgilenmesem de bu kez kitabın bir çeşit sağlaması olacak ve haklı çıkacaktır, diye düşünüyorum.

Esneyen Adam, kitaba da adını veren ilk öykü. Emekli bir öğretmen olan ve küçük bir kasabada yaşayan anlatıcımızın hayatı kasabaya gelen heykelle değişir. Heykele karşı romantik duygular beslemeye başlar ve bu duygular giderek güçlenen bir aşka dönüşür. Ancak aşkına ortak olan birisi daha vardır; Deli Ayşe. Küçük yerleşim yerlerinin vazgeçilmez anti-kahramanları olan deliler bu öykünün de ana öğelerinden birisi. Heykelin gelişi ile her gün onu ziyarete giden ikilinin arasında garip bir yarış başlar. Tabii bu heykel meselesi, sadece bir taş parçası değildir ve bürokrasinin tasmalı bireyleri tarafından da bir imgeye dönüştürülür. Öyle ki belediye başkanının açılışta konuşma yapmaması düşünülemez. Burada bir noktayı daha vurgulamak gerekiyor, zira Michalengelo’nun Musa Heykeli’ne benzeyen Esneyen Adam hiç de masum bir heykel değildir. İskele meydanına konuşlandırılan heykel kasabaya laneti ile gelir ve erkeklerin gariplik ile absürtlük arası bir tembelliğe sürüklenmesine neden olur. Bu tembellik, erkeklerin bütün işleri bırakıp sadece uyu(kla)maya başlamasıyla devam eder ki kasaba kadınları da bu yüzden yıkmak isterler heykeli ve dikilirler karşısına. “Hocanım” ve Deli Ayşe bu durum karşısında farklı düşündüğünden onlar da kadınların karşısına dikilir. Öykü devam ederken fazlaca insani duygulara/tutkulara da yer veriyor Feryal Tilmaç. Bir meczup ya da toplum nezdinde kabul gören akli birinin aynı deliliğe tutulabileceğini ve bunda hor görülecek bir yan olmadığını anlatıyor. Bu durumun getirileri de yazarın anlatısına fazlasıyla yansıyor.

Kitabın toplamına bakarsak, Feryal Tilmaç’ın öykülerinde özellikle öne çıkan yan/lar var: Hastalık ve ölüm. Kitabın başından başlayıp sonuna dek bütün öykülerde bir hastalık ve/veya ölüm haline, olayına rastlamak mümkün. Bir olgu olarak kabul ediyor bunu ve çok derin işliyor. Ölüm olgusunun anlatıcı ve karakterlere yansıması da direkt hissediliyor, yazar da buna büyük ölçüde izin veriyor. Öykülerin insan ilişkilerinde başarısız, daimi tedirgin tariflenen anlatıcıları da bu süreci önemli ölçüde ve ölçütte etkiliyor. Semih Gümüş, “Öykünün Öne Çıkan Yanları” (Radikal Kitap, Sayı: 619) başlıklı yazısında belirlediği sorunlardan birinde buna da yer veriyordu. “Ayrıntılardan değil, günlük hayatın bilinen ilişkilerinden ve davranışlarından yararlanmak”  olarak belirlediği sorun, Feryal Tilmaç’ın öykülerinde çok belirgin, ancak sorun kavramını açmak gerekli zira bilinen anlamda bir “sorun”dan bahsetmiyoruz. Tariflenen şekilde, Feryal Tilmaç’ın öykülerinde de gündelik hayat kaygılarının irdelenmesinden bahsedebiliriz. Yazının devamında Gümüş, “Bundan kurtulmak için anlatıyı ötekilerden ayırt eden bir yoğun işçilik gerekiyor,” diyor.  Yine bu yönde bir değerlendirmeye başvurursak, Tilmaç’ın öykülerinin ayırt edici işçiliğinden sözü açmak gerekiyor.

Kitaptaki öykülerin tamamı -özellikle Esneyen Adam, Solvitur Ambulando, Ciğerdendir ve Aslı Gibidir - Hanımkişi Niyetine Tek Perdelik Oyun – toplumcu gerçekçiliğe yakın duran bir anlatıya sahip. Bu anlatının getirisi olarak da yazının başında bahsedilen “aynılaştırma ve hoyratlıklara ve özensizliklere” karşı duruşunu belgeliyor. Yazının büyük bir bölümünü ayırdığım öykü Esneyen Adam, doğru bellediğimiz, belletilmiş meselelerin öznel yargılar ve tercihlerle tekrar değerlendirilmesinin gerektiğini işliyor, kendi özelinde.

Solvitur Ambulando’da ismiyle müsemma bir öykü ve aslında yazamadığını düşündüklerini yazmaya çalışan birisinin hikâyesi tarifleniyor. Bu “klişe” sendrom ise yazarın artık yazamamasından ziyade bir yazarın hayatının belirli bir rutin içerisinde ya da bilinen normal hayat şartlarında ilerleyip ilerleyemeyeceği sorgulanıyor. Kontur çizgileri belli bir zaman, mekan ya da anlatıya gereksinim duymamış Tilmaç bu öyküde. Klişeden sıyrılmasını sağlayan da tamamen bu tutum ve sınırlı bir görüntü çizmektense daha belirsiz bir imgelem kullanması. Başka bir deyişle, Semih Gümüş’ün de bahsettiği “ayırt edici işçilik” gerekliliğini yerine getiriyor. Bu bir gereklilik midir değil midir, başka bir yazının konusu ancak bu ön-kabulden hareket ettiğimiz için olumlamak gerekiyor.

Ciğerdendir öyküsü ise Feryal Tilmaç’ın toplumcu gerçekçi tavrını daha net ortaya koyduğu örneklerden. Ciğer ekmek satan birisi ile anlatıcımızın diyalogları üzerinden ilerleyen öykü, satıcının eşinin ahraz oluşuyla şekilleniyor. Diyarbakır’dan, yaşadığı şehirden kopup gelmesindeki etkenleri öğrenmeye çalışan anlatıcı, bu durum ile ilgili sosyo-politik çıkarımlarını uzun uzun okurla paylaşmak gibi bir çabaya girişmiyor. Korucuların eşine cinsel tacizde bulunmuş olması ve sonrasında kaçarak adaya gelmeleri anlatıcımızın odaklandığı nokta oluyor. Satıcının olayı anlatırken, “Rahat koymadılar. Asker zannetme. Bizdendir kanımızdandır sanki kanımıza susamışlardır. Korucu diyorlar” çözümlemesi öykünün okur ile bağını sıkılaştırmak adına iyi bir metafor olarak kullanılmış. Eşinin taciz sonrası öldü sanılarak kefenlendiğini ancak daha sonra mezardan inlediğini anlatıyor ve satıcının ailesiyle birlikte yaşadığı topyekün çaresizliği de bir biçimde tariflemiş oluyor: “Bismillah! Ölmemiş meğer ya da gitti geldi valla anlamamışım. (…) Allah büyüktür. Bakındı etrafına, binè erdè xirabe; yerin altı kötüdür.”

Gerek öykülerin konusu gerekse biçemi öykülerin anlattıklarıyla daha iyi şekilleniyor. Okurun, anlatılan ile anlatan arasında bir bağ kurmak yerine içselleştirebileceği şekillerde bir anlatıdan söz etmek mümkün. Genel olarak kadın anlatıcılardan yararlanan Feryal Tilmaç, anlatıcıların erkek olduğu öykülerde de yine kadınların hikâyesini anlatmaya çalışıyor. Toplumcu gerçekçi taraflardan bahsederken bunu dile getirmemek olmazdı, Tilmaç’ı bu konuda suçlamak da en hafif tabiriyle terbiyesizlik olur. Ülkesinin temel sorunlarından(!) birini (!!) merkezine almasından daha doğal bir şey de olamaz. Esneyen Adam, Feryal Tilmaç’ın öykücülüğü hakkında okura fazlaca bilgi veren bir kitap ve bu bilgiler hiç de yabana atılacak gibi değil. Kitabın son öyküsü, Aslı Gibidir - Hanımkişi Niyetine Tek Perdelik Oyun ve sanırım bu yazıyı da büyük ölçüde özetliyor, iyi ki!