Friday, February 15, 2013

Eduardo Galeano Türkiye'ye nasıl bakıyor?


Cumhuriyet gazetesinde üç gündür bir söyleşi devam ediyor. New York’ta yaşayan gazeteci ve gezgin Buket Şahin, Uruguay’a gidip, her yazdığı her söylediği merakla takip edilen Eduardo Galeano ile söyleşmiş. Bu kapsamlı röportaj “dünya halleri”ne dair Galeano’nun farklı görüşlerini ortaya koyarken, Şahin sözü ara ara Türkiye’ye de getirmeyi denemiş. Ortaya, Latin Amerika ağırlıklı, Türkiye uzanımlı yeni “aynalar” çıkmış. İlgili yansımalara biz de kısaca bakalım dedik:
                          

(...)
Eduardo Galeano: Birkaç yıl önce eşim Helena’yla birlikte ülkenizi ziyaret ettik. Kendi olanaklarımızla, rehbersiz turistler gibi gezdik, dolaştık. Truva’da Penelope’un kahramanını beklediği yerleri görmek istedim. Kıyı şeridi boyunca gezdik. Şansımıza, kötü bir zamandı, fırtına çıktı ve bindiğimiz feribotun ne zaman kalkacağı belirsizdi. Fakat herkes çok yardımseverdi ve yardımcı olmaya çalıştı. Küçük kasabalarda dil bilmemek her şeyi zorlaştırıyor, ama hiç kaybolmadık ve ellerin, hareketlerin ortak gizli diliyle anlaştık halkınızla.

Buket Şahin: Bir gezgin olarak ben de aynı dili kullanmaya çalışırım. Gittiğim kırk beşe yakın ülkede ora insanları gibi duyumsamaya, karşılaştırma yapmamaya çalışırım.

Eduardo Galeano: Haklısın. Gittiği yere ait olmaya çalışmalı insan. Yediğiniz içtiğiniz şeyler için de geçerli değil midir bu? Her ülkenin özgün tatlarını, geleneksel içkilerini içerim. Bir Türk çayı tutkunu olsam da Bolivya’da koka çayı, Arjantin ve Uruguay’da mate çayı, Kolombiya’da kahve içerim.

Buket Şahin: Son kitabınız ‘Aynalar’da dünya uygarlık tarihini kısa ve sorgulayıcı bir dille anlatıyorsunuz. (...) Latin Amerika’nın Kesik Damarları adlı yapıtınız yayımlandığından bu yana 40 yıl geçti. Latin Amerika’daki son seçim sonuçları Amerikan emperyalizmine karşı bir direnişi gösteriyor. Bu damarların nihayet birbirine ulandığını söyleyebilir miyiz?

Eduardo Galeano: Latin Amerika’nın Kesik Damarları’nı yazmak, benim için kişisel bir görevdi, bir başlangıçtı. Bir son değil, bir şeyin başlangıcıydı. Yaşamın anlamlarını kalemimle keşfe çıkmaktı bu, gerçeğin derinine inmekti. Latin Amerika’nın gerçeği. Şimdiyse tüm insanlığın. Dünyamız aynalar gibidir. Sınırların, haritaların olmadığı yarı bir ayna…İmkânsızı yazmaktı benimkisi. Denemeye değerdi. Farklı zamanlara, farklı yerlere gitmekti. Para gibi değil de normal insan gibi olursanız, farklı yüzyıllarda yaşamış insanlarla kardeş olabileceğinizi anlarsınız. Paranın sınırı vardır, ama insanın insanlığın sınırı yoktur. Diyelim ki binlerce yıl önce Alaska’da doğmuş birisiydim diye düşünürseniz, kendinizi diğerleri gibi görebilirsiniz. Bu bağlamda kitabımı cömert bir tavırla Obama’ya sunan Chavez’e gerçekten müteşekkirim. Evet, kitap 35-40 baskı birden yaptığı için en çok satanlar listesine girdi, ama Latin Amerika’da önemli olan okunma umududur... Sistem dünyamızda cezalandırma ve ödüllendirme dengesizliği yarattı. Değer ve fiyat tek kavram haline geldi. Bir şeyin değerini anlamak için fiyatını sorar hale geldik. Fiyatını söyle değerini söyleyeyim gibi. Günümüzde her şey tepetaklak. Değer fiyat tarafından belirleniyor, fiyat değerine göre belirleneceği yerde! Gerçekten tepetaklak bir dünyadayız. Ve ben şahsen, çok satan kitaplara bir anlam veremiyorum.

Buket Şahin: Türkiye’nin açık damarları, emperyalizmin emrindeki politik İslamcılar yüzünden 2002’den beri benzer bir şekilde sömürülüyor. Ülkemizde dinsel söylemler, vahiy kültürü arttı. Hititlerden beri verimini hiç yitirmeyen Anadolu toprakları, hükümetin yanlış politikaları yüzünden milyonlarca çiftçimiz borç içinde kaldı. İşsizlik oranı % 14 arttı. İşsizlikte dünya dördüncüsüyüz. Yabancı GDO’lu ürünler, ölüm tohumları her yeri kapladı. Ülkemiz bir zamanlar tahıl ihraç eder, kendini beslerken şimdi yenilen bir ülke haline geldi. Anti emperyalist bir yazar olarak bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Eduardo Galeano: Yemek için üretmek yerine, yenmek için üretmek örneğini veriyorsunuz. Hindistan ve benzeri ülkeler de olduğu gibi. Günümüzde kendi kendine yeten toprağını üreten pek çok kültürü yok etmeye yönelik küresel bir saldırı var. Eskiden kendi ulusunu beslemek için tarımcılık yapan birçok ülke bugün uluslararası yiyecek şirketlerine hizmet etmek için kendi tarımını ve halkını kurban etmiştir. Yemek için üretirken şimdi yenmek için üretir hale gelmiş ve intihar etmiş sayısız çiftçi vardır. Ne yediğine değil ne yemesi gerektiğine karar verilen bu ülkelerden en trajik ve yoksullaştırılmiş ülke Haiti’dir.

Fransız krallığının incisi ve zengin kolonisiydi Haiti. Her şey şeker üzerine odaklanmıştı. Şeker ekonomisi zenginlik demekti. Toprak ağaları, köle gücünü çalıştıran yabancılar, Fransızlar şekerin kutsal sunağına insanları kurban ediyorlardı. Şeker toprağı mahvediyor, yok ediyordu. Sonsuz şeker tarlaları ve çiftliklerin monokültürlülüğü ülkeyi gölgesizliğe ve sınırsızlığa terk ediyordu. Çünkü sadece şekere odaklanan ekonomi, ormanları ve su kaynaklarını öldürdü. Amerika kıtasının özgürlüğe kavuşmuş, köleliğe son vermiş, ilk kez kolonyal özgürlüğünü ilan etmiş tek ülkesiydi Haiti. ABD değildir. ABD İngiliz kolonyal gücünden çok sonra kurtulmuştur.
(...)
Köle sahibi Thomas Jefferson, özgürlüğüyle kötü örnek olan Haiti’ye vebanın mubah olduğunu söylemiştir. Fakat bu şeker üretiminin mahvettiği sömürü, devrime ağır bir miras bırakmıştır. Yıllar sefaletten sefalete, diktatörlükten diktatörlüğe geçtikten sonra sömürü yerini pirince bıraktı. Yerli halkı doyurmak için resmi önlemler alındı. Bu kez de IMF ve Dünya Bankası eksperleri gereken önlemleri kaldırdı. Sonuçta Haiti’nin pirinç tarlalarında çalışan köylüler dilenci oldular. Çıplak bırakılan ülkeden kaçarken Karayip denizinde köpekbalıklarına yem oldular. Son deprem Haiti’nin ilk mahvoluşu değildir, ilk mahvoluşu Fransa’nın sömürgeciliği sırasında olmuştur ve özgürlüğünü ilan etme küstahlığını gösterdiği için Fransa’ya 150 yıl boyunca haraç ödemek zorunda kalmıştır.

Buket Şahin: Bugün aynı Fransa; Haiti’den özgürlük vergisi almaya devam eden Fransa, üçüncü dünya ülkelerine, ülkem Türkiye de dahil, özgürlük dersleri vermeye kalkıyor. Haitililerin istediği tahılı ekmesi yasaklandı.

Eduardo Galeano: Bağımsızlık günahı, gurur günahıdır 150 yıl ödetilen. Beyaz lanettir bu yerlilerin ağzında. Haiti’nin kendi topraklarına istediği tahılı ekmesi yasaklanır. Borçları ile topraklarının, yani ülkenin yeni sahibi IMF ve Dünya Bankası pirinç ekimini de yasaklar ve Haiti pirinci, ABD’den ithal etmek zorunda kalır. Bugün Haiti’nin kendi üretimini koruma hakkı yoktur, ABD istediğini üretme hakkına sahiptir. Çünkü her şeyin sahibidir, IMF eksperlerinin de sahibidir ve Dünya Bankası zaten ABD’nin özel mülküdür. Kim yemeğini yediği tabağa karşı konuşmak ister ki?!

Ülkeniz Türkiye’ye dair bu konuda bir fikir beyan edemem, buzlu rakı satmaya benzer bu. Bana ancak siz anlatabilirsiniz ülkenizde olan bitenleri. La Paz’a, Caracas, Buenos Aires’e gelip havaalanında birkaç gazete okuyup her şeyi bildiklerini sanan Amerikalı ve Avrupalı gazetecilere hep karşı olmuşumdur. Yarım saat içinde bir kitap yazarlar, aslında bu ülkelere gerçek anlamda inmemişlerdir. Şartlandırıldıkları gibi kendi kurallarını yazmışlardır. Günümüzün eşit olmayan dünyasında emperyalist programlamanın bir sonucudur bu. Bazıları yorum yapar, bazıları yorumlanır. Bazıları dünyanın, bazıları kendi sessizliklerinin sahibidirler.

Buket Şahin: Aynalar’da bahsettiğiniz Bolivar’ın öğretmeni Rodriguez’in okulları, bana bizdeki Köy Enstitülerini anımsattı. Günümüz Türkiyesi’nde 85 bin cami var. Her 350 vatandaşa bir cami düşerken, 60 bin vatandaşa bir hastane düşüyor. Bir dünya rekoru. Doktor ve öğretmen kadrosundan çok 90 bin imam var. Köy Enstitüleri kapatılınca, imam hatip liseleri açıldı. Dini kadrolaşmaya gidildi, ABD’den yönetilen cemaat kapitalizmi medyayı ele geçirdi.

Eduardo Galeano: Türkiye’de hastane sayısından çok cami olduğu gerçeği doğru mu?

Buket Şahin: AKP hükümeti başa geçtiğinden beri iki katına çıktığı söyleniyor.

Eduardo Galeano: Bolivar’ın hocası Rodriguez’le Atatürk arasında çok ortak şey var sanırım. Bolivar Atatürk’ten 100 yıl önce yaşadı. Günümüzden yaklaşık 200 yıl önce Bolivar ve Rodriguez gerçeği görüp yazmışlardı. Hâlâ yaşayan bir gerçektir bu. Sanatın zamanın yaralarını saran ölümsüz gücü gibi. Günümüzde insanlar, yarım saat, bir hafta, bir ay gibi zaman dilimi içinde kaybolup gidiyorlar. Sanat böyle değildir. Her zaman geçerliliğini korur. Mesela, Latin Amerika’da insanlar “bağımsız” değiliz derler. ‘İspanyol sömürgeciliğinden bağımsız doğduk ama kendi aklımızla düşünemiyor, kendi kalbimizle hissedemiyoruz çünkü her şeyi ithal ediyoruz’ diyorlar. Bolivar, yeni sahiplerin egemen gücüne karşıydı. Bağımsız olmamız gerekirdi. Eğer gerçekten bağımsızsan, neden ABD ve Avrupa mallarını kullanıyor, kopya ediyorsun? Kopya edeceksen en önemli şey olan kendini kopyala. Başkası tarafından keşfedilen şeyi kopyalama, kendin keşfet! Yoksa kaybolur gideriz. Rodriguez, Peru, Kolombiya, Venezüella ve Bolivya’da kurduğu okullarda bırakılan değerleri yeniden evlendirmeye çalıştı. Eller ve beyinler gibi. Entelektüel beyinle iş yapan ellerin evliliği gibi. Kız ve oğlan çocuklar, çocuklar ve anne babalarını beraber eğitmek gibi. Nasıl yazılır, numaralar nasıl kullanılır, ev nasıl inşa edilir, marangozluk, tarla nasıl ekilir gibi beceri gerektiren el sanatlarını öğretmek istedi.Ve her kız veya oğlan çocuğu istediği dalı özgürce seçebilir, özgürce düşünebilirdi. Hem elini hem beynini kullanırdı. Günümüz Latin Amerika’sında ise insanlar açlıktan ölüyor çünkü üstünde yaşadığı toprağı işlemesini maalesef bilmiyorlar.

Buket Şahin: Bizdeki Köy Enstitüleri uygulamasına benziyor. Babam anlatırdı, kendi okul sıralarını, fırını, masayı, tabureyi kendilerinin yaptıklarını. Yaparak ve yaşayarak öğren.

Eduardo Galeano: Aynen öyle. Entegre olmuş eğitim sistemi. Günümüzde ise her şey kopya... Dünya bir kazının altında kalmış gibi. Çivisi çıkmış, bozuk bir dünya. Bozuk, dejenere, seks ve gangster kültürü. Sarhoş insan gibi. Sarhoş insan dünyanın döndüğünü gözüyle gördüğünü sanır. Çılgın bir tanrının yarattığı dünya gibi. Kendi parçalarından boşanmak için yaratılan bir kültür gibi. Bu nedenle, günümüzde eğitimin amacı; bırakılan, unutturulan değerleri geri getirmeli, onlar üzerinde yoğunlaşmalı. Birbirinden ayrı düşen ve düzelmeye çalışan bir başka ulusal değer de dildir. İnsan kimliğini parçalara ayırmak ve herkesi ayrıştırmak insana zarar veriyor. Herkesin alnına bir etiket konuluyor: Yazar, avukat, fakir, zengin gibi. Edebiyat dünyasında da böyle. Ne tür kitap yazıyorsunuz diye soruyorlar bana. Ben, bir tutkuya dönüştürülen ayırma, sınıflaştırma yerine, ortak insanlık dilini birleştirmek istiyorum. Yine soruyorlar; şiir mi, çocuk kitabı mı diye. Bilmiyorum. Ben sadece insan birliğinin, insanlık duygusunun belleğini yeniden hatırlatmak istiyorum. Başkalarının kapılarının arkasına giremezsiniz, ama ben edebi dili kullanarak bu edebiyat gümrüğünü kaldırmak istiyorum.

Buket Şahin: Dünyada ve ülkemizde, medya, insanları eğitmek yerine uyuşturmak, unutmak, sorgulamamak üzerine programlıyor..

Eduardo Galeano: Size katılıyorum. Televizyon, kurulu düzeni tekrarlayıp duran imgeler ve yankısı olan sesler bırakır boşluğa; yeryüzünde bunların ulaşamadığı tek bir nokta yoktur. Bütün dünya kötü dizilerin bir banliyösü gibidir, bizler ithal malı duyguları, bir konserve misali tüketirken, hayatı oluşturmak, düşünerek, paylaşarak yaşamak yerine salt izlemek üzere şartlandırılan televizyon çocukları yetiştiriyoruz. Latin Amerika’da ifade özgürlüğü, birkaç radyo istasyonunda ve yerel gazetelerdeki protestolarda bulunmak hakkından ibarettir. Polisin kitap yasaklamasına gerek kalmadı ki, fiyatları kitapların yasaklanmasına yetebiliyor. ALINTI