Wednesday, April 9, 2014

Stalin "Burada öleceğim" diye Suriye'de kaldı

Muhaliflerin ele geçirdiği Hatay’ın Yayladağı sınır kapısına üç kilometre mesafedeki Kesab kasabasında yaşamını sürdüren sivil nüfusu Lazkiye ve Tartus gibi şehirlere kaçmak mecburiyetinde kaldı. Lazkiye’d


Stalin

Muhaliflerin ele geçirdiği Hatay’ın Yayladağı sınır kapısına üç kilometre mesafedeki Kesab kasabasında yaşamını sürdüren sivil nüfusu Lazkiye ve Tartus gibi şehirlere kaçmak mecburiyetinde kaldı. Lazkiye’deki Surp Hagop Ermeni Kilisesi’nde 60 kadar aile barınıyor, diğer aileler ise akrabalarının ve tanıdıklarının yanına sığınmış durumda.
Muhaliflerin neredeyse her evi yağma ettiği ve kapı ile pencerelerin bile sökülerek Türkiye’ye gönderildiği Kesab’da çoğunluğunu yaşlıların oluşturduğu 30 kadar kişinin kaldığı tahmin ediliyor. Bu insanlardan ikisi, muhalifler tarafından Türkiye'ye teslim edildi. Muhaliflerin kendilerini kasabadan çıkarırken Lazkiye’ye götürdüklerini söylediklerini ifade eden 82 ve 84 yaşındaki Titizyan kardeşler, Türkiye’nin tek Ermeni köyü olan Vakıflı’da kalıyor. Sırpuhi Titizyan, memleketinden ayrılırken evinin anahtarını kendilerini almaya gelen militanlara vermiş. Bunu neden yaptığına verdiği yanıt, yaşanan acıyı tüm basitliğiyle gösteren türden: “ Vermeseydim biz gittikten akabinde kapıyı kırıp girecekti.”
İşte Agos gazetesinden Lora Veteriner'ın Satenik ve Sırpuhi Titizyan ile yapmış olduğu o röportaj...
Nasıl çıkardılar sizi evinizden?
Ermeniler Kesab’dan gideli bir hafta olmuştu. Sakallı adamlar evimize geldi. 10 kişilerdi. Saçları uzun, boylu poslulardı. Korktuğumuzu anlayınca bdediler. Eve girdiler, evi karıştırdılar, “Silahınız var mı?” diye sordular. “Ne oğlumuz, ne kocamız var, ikimiz yalnızız, silahı ne yapacağız?” dedik. Gittiler akabinde.
Arapça mı konuşuyorlardı?
Hayır Türkçe konuşuyorlardı. Yalnızca biz ve Stalin adında komşumuz yaşlı bir adam kalmıştı Karaduran’da. Başka sakallı adamlar bir daha geldiler. Stalin’i çağırdık, çünkü bu sakallı adam Arapça konuşuyordu, anlamıyorduk. Stalin diye belirtti ki, adam sizi yarın Lazkiye’ye giden Ermenilerin yanına götürecek. Ertesi gün adam dediği gibi sabah 7’de bizi götürmeye geldi arabayla . Arabaya bindik. Evin kapısını kapattım, kilitledim sonrasında da anahtarımı adama verdim.
Anahtarını neden verdiniz?
Vermeseydim biz gittikten akabinde kapıyı kırıp girecekti. “Al senin olsun, sağlıkla kal sen de evimde” dedim. Bir şey demedi, anahtarı cebine koydu ve kafasını salladı. Sonra bizi Türkiye sınırına getirdi. Adama sordum, “Bizi Türkiye’ye mi götürüyorsun? Lazkiye’ye gidecektik hani” dedim. Cevap vermedi. Eşyalarımızı taşıdı, bize uygunsuz davranmadı. Sınır kapısından geçtikten akabinde bizi çok büyük adamın (Yayladağ Kaymakamı) yanına götürdüler, parmak izimizi alıp fotoğraflarımızı çektiler. Tansiyonlarımıza baktılar, pasaportlarımızı aldılar, döndüğümüzde bize geri vereceklerini söylediler. Kağıtlar imzaladık, akabinde bizi Vakıflı’ya getirdiler.
Siz neden herkes gibi Lazkiye’ye gitmediniz?
Gidenler arabalarıyla gittiler. Kalan az kişi de Karaduran’dan gemiyle gitti. Biz onlara yetişemedik. Kız kardeşim yürüyemiyor, biz eşyalarımızı hazırlayıp toplanma yerine gidene kadar kimse kalmamıştı.
Arkadaşınız Stalin neden kaldı?
Zira yaşlıydı ve “Ben gitmeyeceğim, ölürsem burada öleceğim” diye belirtti.
Köye bu kadar çok fazla adamın saldıracağını biliyor muydunuz?
Yok fakat Erdoğan’ın yolları açtığını söylediler. “Kötü adamlar buraya gelecek” dediler. Şayet Erdoğan yolları açmasaydı, Kesab ve Karaduran’a bu kadar çok fazla uygunsuz adam gelmezdi. Bu sakallı adamlar Türkiye’den geldi.
Ölen, öldürülen oldu mu?
Olmadı, çünkü herkes gitmişti. Öldürecek adam kalmamıştı. Biz kalmıştık, bize de uygunsuz davranmadılar. Yardım ettiler. Mesela evimizde un vardı fakat maya yoktu, son birkaç gün ekmek yapamadık. Sakallı adam geldiğinde, “Yemeğiniz var mı?” diye sual etti. “Yemeğimiz var, ekmeğimiz yok ” dedik. Bize ekmek gönderdi. Ekmeği getiren Türkçe konuşuyordu.
Köye zarar verdiler mi?
Amcamın oğlu, elma bahçesini ilaçlamak için traktörün deposuna ilaç hazırlamıştı. Gittim, baktım evine, traktörü almışlar, depoyu da dökmüşler, her taraf çamur olmuş. Büyük varillerde elma sirkesi hazırlamıştık, onu da dökmüşler; bir varil mazot vardı onu dökmemiş, almışlar. Tavuklar kümesteydi, onları serbest bıraktım, aç kalmasınlar diye yem attım. Tüm evlere girmişlerdi, evlerin kapıları pencereleri kırılmıştı, köyde girilmeyen ev kalmamıştı. İnsanlar giderken motorlarını içeriye koymuşlardı fakat kapıları kırıp almışlar. Arabalarıyla gittiler fakat traktörleri duruyordu. Onları kullanıyorlar şimdi.
Kesab’a dönmeyi planlıyor musunuz?
Karaduran’a gidemeyiz, çünkü orada savaşıyorlar. Şayet bizi Lazkiye’ye, Kesab’dan gidenlerin yanına gönderirseniz, gideriz. Şayet olabilirse Beyrut’a gitmek isteriz. Orada ablamız ve abimiz var.
Türkiye’ye gelmek hususunda ne düşünüyorsunuz?
Bir yere gitmemiz gerekiyordu, çünkü artık orada kimse kalmamıştı. Şayet bir lokma yiyeceğimiz ekmek varsa bu dünyada, onu da yiyeceğiz.
Burada korkuyor musunuz?
Korkmuyoruz, köyden komşular geliyorlar, gidenimiz gelenimiz eksik olmuyor, bize iyi bakıyorlar.