Monday, April 28, 2014

Halep ne yana düşer?

Halep ne yana düşer? – Süleyman Altunoğlu (fraksiyon.org)

Tüneller kazılıyor, sokak sokak, blok blok çatışmalar yaşanıyor, bir şehir kuşatma altına alınıyor, elektrik ve su kesiliyor, bir ekmek 10 liraya satılıyor. Yüzyılın en büyük şehir savaşlarından biri suriye-cocukyaşanıyor. Hem de yanı başımızda, Halep’te. Bunun ne kadar farkındayız?  Sahi, Halep ne yana düşüyor? Haritada Halep’in yerini kaç kişi biliyor? Suriye savaşını ve işgalini bir dış politika konusu olarak görmekten ne zaman vazgeçeceğiz?
Yaklaşık 50 ülkeden gelmiş-getirilmiş cihadçılar adeta enternasyonal şeriat tugayları olarak şehrin tepesine çullanmışlar. Sanayisi yağmalanmış, kırsalıyla bağı koparılmış, yaşaması için dış desteğe muhtaç bu şehirde halen 1.5 milyon insan kalmaya devam ediyor. Üstelik çoğu da Sünni ve mevcut rejime destek veriyorlar.
Halep bize çok yakın. Gaziantep’e 80 km. mesafede, sınırımıza ise yalnızca 50 km. uzaklıkta. Şehre kuzeyden ulaşan yol, Gaziantep Bulvarı adını taşıyor. Bu yol son iki yıldır AKP eliyle Halep’e katilleri ve ağır silahları taşıyor. AKP, Suriye Savaşı’nın ve Halep kuşatmasının doğrudan bir tarafını oluşturuyor.
Halep, Suriye’nin en büyük şehri ve ülke ekonomisinde kilit bir role sahip. Daha doğrusu sahipti. 2012 yazında fabrika ve atölyelerdeki makinalar yağmalandı, ülkemizde ve başka ülkelerde yok pahasına satıldı. Bu yağma ile birlikte şehirden önemli bir nüfus Lazkiye taraflarına ve ülke dışına göç etti. Şehirde halen 1.5 milyon civarı nüfus var.
Bu yağma aynı zamanda ÇHD operasyonu ve Selçuk Kozağaçlı’nın bir yılı aşan tutsaklığının en önemli sebeplerinden. Selçuk Kozağaçlı başkanlığındaki heyetin yağmayı belgeleme ve dava açma hazırlığı sürerken hatırlanacağı üzere operasyon başladı ve avukatlar tutuklandı.
Halep, 2000’li yıllarda batı ve Türkiye ile ekonomik ilişkileri gelişen Suriye’de büyüyen burjuvazinin önemli bir yer tuttuğu bir şehir. AKP, Mısır Müslüman Kardeşler’i (İhvan) ile birlikte bu kesimlerden Suriye İhvanını yaratmaya çalıştı ve İhvan’ın yasal olarak seçimlere girmesi talep edildi. Yaşanan ‘balayı dönemi’nde bütün uğraş bunun içindi. Suriye bu dayatmaya boyun eğmeyince işgal başladı.
Suriye yönetiminde ve ordusunda kopmalar ve ihanetler olsa da cılız kaldı. İlk kurulan ÖSO bu kesimi iktidara taşıyacak askeri bir örgüt olarak yapılandırıldı. Fakat her açıdan yetersizdi. 2000’lerdeki kapitalist reformların ve özelleştirmelerin yarattığı işsiz, geleceksiz kitleyi ve rejimin demokrasi sorunlarından muzdarip kesimi istismar ettiler. İlk kitle gösterilerinde atılan “Aleviler tabuta, Hristiyanlar Beyrut’a” sloganı, Selefilerin ‘Selefi olmayan kafirdir’ anlayışına evrildi ve Suriye topraklarında hükmünü icra ediyor.
Selefilik ve emperyalizm
Libya’da Kaddafi iktidarını altı ayda devrilmesinde önemli rol oynamış Selefi şeriatçılar hızla getirildi ve bunlar ÖSO’nun üst yönetimine tırmandı. Aslında ÖSO fiilen son bir yıldır olmayan bir örgüt. Bu örgütün karargahı ve bütün cephaneliği geçtiğimiz yıl El Kaide’nin eline geçti. Bu karargah Reyhanlı-Gaziantep-Halep üçgeni içinde. ABD ve TC ise bu devre nezaret etti. Ancak emperyalizm ve işbirlikçisi AKP, ılımlı muhalifler efsanesine duyduğu ihtiyaçtan dolayı ÖSO varmış gibi davranıyor.
Burada emperyalizmin kullandığı kavram Goebbels’in ruhunu şad edecek türden. Suriye’deki cihadçılar için ‘moderated/ılımlı’ kelimesi kullanılıyor. ‘Moderated’ kontrol edilebilir demek, yani emperyalizm için kontrol edilebilen, kullanılan bir güç ılımlıdır, değilse radikaldir. Suriye’deki cihadçıların içinde ise kullanılmayan yok. Dahası isimleri farklı olsa da, dönem dönem çıkar çatışması yaşasalar da hepsi aynı kafada. (IŞİD ile El Kaide’nin resmi Suriye kolu Nusra ve diğerlerinin hepsi aynı kökten geliyor)
Selefilik/Vahhabilik Sünni inançtan gelen bir akım. Ancak, Selefi olmayan herkesi kafir görmesiyle diğerlerinden ayrılıyor. Yani Türkçesi bırakalım Çorum ya da Dersim’i, Erzurum’a, Konya’ya ya da Yozgata götürülseler halkın %99’unu kafir ilan edip, gözünü kırpmadan kesebilecek bir kafa yapısına sahipler. Dinde içtihata, akıl yoluyla yoruma kesinlikle karşılar. Dinin ilk yazılı kaynaklarını esas alıyorlar. Sonradan gelen yani halef değil, önceki yani selef önemli. Selefilik, 1000′li yıllarda parlak bir çıkış yapmaya hazırlanan Doğu felsefesini boğan koyu gerici bir akımdır. Bu akım bugün, ABD’nin sadık işbirlikçisi Suudi hanedanının ve diğer Körfez petrol şeyhlerinin himayesinde büyütülmektedir. En kararlı temsilcisi El Kaide’dir.
Halep kuşatması büyüyor
Halep nüfusunun %80’i Sünni Arap ve Halep’in destek vermediği bir iktidarın Suriye’de ayakta kalma şansı yok. Halep, Suriye’nin kalanından farklı düşünmüyor. Mevcut yönetimle sorun yaşayanlar bile kaderini şeriatçılara teslim etmiyor. Şeriatçılar aralarında Tunus, Libya, Yemen, Çeçenistan, Bosna, Özbekistan’ın olduğu yaklaşık 50 değişik ülkeden geliyor. Bir tanker petrol, bir dolu TIR veya bir avuç dolar için gözünü kırpmadan birbirlerini öldüren, saç-sakal traşını yasaklamaktan, sigarayı yasaklamaya kadar Ortaçağı aratacak bir düzen kuran, kafa kesip ciğer yiyen Selefilere boyun eğmiyorlar.
Bu Halep kuşatmasının bir boyutu diğeri ise olayın askeri tarafı. Halep düşerse kukla bir Suriye yönetiminin merkezi olacaktır. Son bir yılda Esad iktidarı, Ulusal Savunma Güçleri, yerel milisler ve Hizbullah’ın katılımıyla Şam çevresinde ve Şam’ı kuzeye bağlayan yol üzerinde önemli başarılar elde etti.
İşgalcilerin buna cevabı Keseb’e saldırarak yeni bir cephe açmak, Lazkiye’ye baskı yapmak ve Halep kuşatması öncesi dikkatleri başka yere çekmek oldu. Türkiye de Süleyman Şah Türbesi planıyla buna Halep’in doğusundan dahil oldu. Nitekim bu satırlar yazılırken TSK yaklaşık bir tabur askeri ve tankları Türbe’ye gönderdi. Burası her ne kadar Türk toprağı sayılsa da sembolik sayıda asker bulunuyordu. 3 yıldır -yani savaşın başından beri- bu sayı bir karakol mevcudunu geçmemişti. Şimdiyse IŞİD bahanesiyle bir tabur asker Suriye’ye sokuldu. Elbette 300-500 asker bir başlangıçtır bunun arkası gelecektir. İşin ilginci TSK bu sevkiyatta sırasıyla PYD-YPG ve IŞİD kontrolündeki topraklardan onların eşliğinde geçmiş, askerleri ve tankları bıraktıktan sonra yine aynı yoldan dönmüştür. Yani ortada ne YPG’den ne de IŞİD’ten bir tehdit yoktur. Daha çarpıcı olanı TSK’ya Kürdistan’da işgalci diyen PKK-PYD’nin ‘devrim toprakları‘nı, işgale giden TSK’ya açması ve ‘bizden izin istediler’ diye bununla övünmesidir.
Suriye işgali bir ABD operasyonudur
Türkiye özellikle Keseb saldırısıyla saldırganlığı artırmaya başladı. Ortada Suriye’den hiçbir tehdit yok ama seçim gecesi balkon konuşmasında malumun ilanı yapılıyor ve Suriye’yle savaş içinde olduğumuz duyuruluyor. Suriye, AKP için Mısır gibi zaman zaman diline doladığı herhangi bir dış politika konusunun ötesinde artık bizim de bir sorunumuz. Suriye, AKP için varlık sebebi. Ama yalnızca AKP için değil kentsel dönüşüm-finansal sermaye için de öyle. Ülkemizde enerji politikaları-banka kredileri, inşaatlar, Körfez sermayesi ve Suriye’ye ihraç edilen cihad arasında her geçen gün daha fazla açığa çıkan bağlar var. AKP’yle ya da Cemaatle ya da farklı bir iktidar alternatifiyle bu düzen özünde değişmeyecek, bugün Suriye’de yaşananlar aynen devam edecek, ilerde İran’la da aynısı yaşanacaktır.
Seymour Hersh’in geçtiğimiz yaz Şam’ın doğusunda yaşanan kimyasal saldırının Türkiye eliyle örgütlendiğini ortaya koyduğu makalesi AKP’nin hızını kesmedi. Bu makale ABD’nin başarısızlığın faturasını uşağa kestiğini gösteriyor. Kimyasal silah konusunda devleti, Dersim katliamından, Kürdistan’da gerilla katliamlarına, 19 Aralık Hapishaneler katliamına kadar tanıyoruz. Tanımayanlar, tanımak istemeyenler ancak ABD basınında yazılınca bir şeylerin farkına varanlar zavallıdır. ABD basınında yazılmasını savaş politikasının sonu sanmak ise daha büyük zavallılık. AKP iktidara geldiğinde Batı’da ona da ılımlı denmişti. AKP, halen ABD için kullanılabilir olmaktan çıkmadı.
Keseb saldıran yaklaşık 1500 Selefi ülkemizden sınırı geçerek saldırdı. Hem de Keldağı‘ndaki NATO üssünün gözü önünde. Suriye’den ya da kendi topraklarımızdan ismi gibi kel bu dağa bakınca herşey tabak gibi ortada. Görmek marifet değil bakmak yetiyor. Selefilerin zaferi emperyalizmin zaferi olacak. ABD, havan toplarından sonra en son El Kaide’ye tanklara karşı etkili TOW füzelerinden de verdi. Suriye işgali, taşeronluğunu AKP ve Selefilerin, finansmanını Körfez sermayesinin üstlendiği bir ABD operasyonudur. Rusya’nın, İran’ın ya da farklı güçlerin müdahil olması kendi çıkarları gereğidir, meselenin özünü değiştirmez.
Selefiler topraklarımızda! Sosyalistler ne yapacak?
ABD emperyalizmi işbirlikçisi AKP ve çıkarları sözkonusu olduğunda yukarıda özetlenenlerin sıradanlığı ortada. Sorun AKP’nin dahil olduğu bu savaşa karşı muhalif kesimin bir iki siyaset dışında tersinden müdahil olmaması. Elbette sade suya tirit bir barış söylemi solda hemen her kesimde var. (DSİP vb.’yi ayrı tutalım) Kastettiğim Gezi-Haziran Ayaklanmasının en önemli sebeplerinden biri olan Reyhanlı acısı orada dururken süren ilgisizlik ve bilgisizlik.
Bu ülkenin düşünce dünyası zaten doğuya kapalı, ülkemiz aydınının zihninde doğu tarafı bir istinat duvarı ile kaplı. Burnumuzun dibindeki Halep’in yerini kaç kişi biliyor? Selefiliği ne kadar tanıyoruz? Suriye’yi ne kadar biliyoruz?
Yani solun baştan bir handikapı var. Geçtiğimiz günlerde düzenlenen Grup Yorum’un Bağımsız Türkiye konserinde kızıl bayraklar dışında açılmasına izin verilen tek bayrak Arap Alevi ve Hristiyan gençlerinin açtığı Suriye bayrağıydı. Bu önemli bir istisna ve verilen net bir destekti. Peki sorun yalnızca Arap Alevi ve Hristiyan halkımızın sorunu mu? Ali İsmail, Abdocan ve Ahmet Atakan niye isyan etmişti? Halkımızın isyanı milyonlarla büyürken bu Selefilerin yalnızca Suriye için olduğunu düşünecek kadar naif değiliz değil mi?
AKP’nin ya da faşizmin oy vermekle engellenemeyeceğini ya da değişmeyeceğini yaşayarak gördük. Peki sınırımızın içinde dışında AKP-ABD-TSK ile kolkola halka karşı savaşan 50 binden fazla Selefi bu topraklardan nasıl gidecek? Bir fikrimiz var mı?
Ülkemizdeki dindar kesimi bile AKP’ye karşı ayağa kaldırabilecek gerçeklere sırt çevirip, ‘ama Esad da…’ diye başlayan cümleler kurmanın hayatta bir karşılığı var mı?
Elbette geçmişte benzer durumlarda “ne Sam ne Saddam” diyerek teorik doğruculuğun hazzını yaşayarak kazandığını, kazanacağını zannedenler yine olacaktır, oluyor da. Bu teoriler sadece zaman kaybettirir ve çekilen acıları çoğaltır.
Ya da geçmişte Suriye ile pragmatik bir ilişki içinde olan Kürt hareketine HDP ile entegre olan kesimler ucu Kürt hareketine dokunacak diye mi geri durmaktadır?
Siyaseten Esad rejimine faşist diyenler kendilerini en rahat hissedenler sanırım. Onlarla emperyalizm-faşizm bağlantısı tartışmak ise şu an için gereksiz.
Sorun Esad mı?
Sorun Esad olmadı ki hiçbir zaman. Emperyalizmin Ortadoğu planlarına karşı olacak mıyız, olmayacak  mıyız? Dahası Halep düşse de kurtulsa da seyrettiğimiz sürece kaybeden biz olacağız, halklarımız olacak. Çünkü ayaklarına gülsuyu dökülerek ülkemize gelen 50 bin Selefi şeriatçı aynı şekilde gitmeyecek. İktidar, ülkemizde büyüyen isyanı savaşla boğmanın hesabında. Asıl sorun bu. Ülkemiz 2. Afganistan oldu. Bu gerçekle yüzleşmeye hazır mıyız?