Friday, April 11, 2014

Sarinle ılımlılaşanlar! – Fehim Taştekin (Radikal)

‘Kırmızı çizgi, gizli hat’ başlıklı yazısıyla hem ABD hem Türkiye’yi köşeye sıkıştıran gazeteci Seymour Hersh’e sordum: 
“Kimyasal saldırıda Türkiye’nin rolü olduğu iddiası çok sansasyonel ve tartışmalı. Krizde taraf olan Rusya’nın Guta’dan temin ederek Britanya’daki labarotuvara gönderdiği örneklere ne kadar güvenebiliriz? Çoğu insan Rusya ve Suriye’nin işbirliği yaparken süreci maniple edebileceğine inanıyor”
- “Rusya’nın gönderdiği materyali Britanya’nın üst düzey komutası analiz etti ve üst düzey yetkililer gözden geçirdi ve sonra Pentagon’daki üst düzey generaller ve amirallere gönderdi. Kapsamlı laboratuvar araştırmalarından sonra şüphe kalmadı. Beni kandırabilirsin ama Britanya ve ABD’deki üst düzey yetkilileri kandırman mümkün değil.”
“Peki, Türkiye’nin dahliyle ilgili kişisel olarak senin vardığın sonuç ne?”
- “Ne düşündüğümün önemi yok. Amerikan hükümetindeki birçok üst düzey istihbarat uzmanının, olaydan sonraki dinlemelere, MİT ve jandarmanın sarin üretiminde Nusra’ya eğitim verdiğine dair önceki bilgilere dayanarak Erdoğan’ın Suriye’nin askeri tesislerine yönelik bombardıman başlatması için Obama’ya kırmızı çizgisini hatırlatma gereği duyduğuna inandığını biliyorum.”
“Yalanlamanın dışında Obama yönetiminden bir tepki var mı? Belki bazıları bunların bilinmesini istiyordu. Mayıstaki Beyaz Saray buluşmasından beri Obama’nın Erdoğan’la sorunları olduğu biliyoruz. “
- “Off the record bazı şeyler var ama ne olduğunu söyleyemem.”
“Dünya farklı bir resme tanık olduktan sonra ABD’nin Suriye politikasında bir değişim ihtimali var mı?”
- “Dalga mı geçiyorsun? Politika değişikliği mi? Dünyada tarihten ders alan lider olduğunu mu öne sürüyorsun? Mümkünatı yok. ABD, El Nusra ve diğer selefi ve vahhabi gruplarda sarin gazı olmadığında ısrar edecek, böyle bir saldırı olduktan sonra bile…”
Bir gerçek bir makyaj
Son cümleyi önemsediğim için diğer röportajlarla tekrara düşme pahasına Hersh’le kısa söyleşiyi aktardım. Muhalifleri silahlandırma konusunda 2012’de Bingazi konsolosluğuna yapılan saldırıya kadarki Türk-Amerikan ortaklığına rağmen ‘fanatik cihatçı’ grupların palazlanmasından Türkiye’yi sorumlu tutan ABD’nin politikası gerçekten hiç değiştirmedi mi? ‘Hiç değişmedi’ demek zor. 21 Ağustos 2013’te Guta’da kimyasal saldırıyla ABD ordusunu savaşa çekme oyunundan sonra Obama en azından Rus çizgisine yakınlaşarak çift kulvarlı yola girdi. Yani bir taraftan ‘ılımlı’ diye kategorize edilen gruplarla savaşın şiddetini arttırıp Esad’ı en zayıf anında siyasi çözüme zorlamayı hedefledi. “Esad meşruiyetini yitirdi, gitmeli” parolasından gerek Cenevre’deki siyasi çözüm süreci gerekse kimyasal silahların imhası için kurulan işbirliğiyle Esad’ı müzakere ortağı yapan değiliklik gerçek. Fakat ABD’nin dünyaya sattığı ılımlı-radikal ayrımı gözeten yeni politika hepten kozmetik. Farklı kategorilere sokulan örgütlerin sahada ortak hareket etmesi nedeniyle bu ayrım kâğıt üzerinde kalıyor. Neden Türkiye sınırlarından beslenenler ‘radikal’, güneyden gelenler ‘ılımlı’ muamelesi görüyor, bunlara bakmak lazım.

Bir tuhaf makuliyet!
Obama, 28 Mart’ta Riyad gezisinde Suudilerle Suriye politikasını senkronize etmeye çalıştı. Ziyaret günü Washington Post, Riyad’ın Ahrar el Şam, Nusra Cephesi ve Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) ile çalışmamayı kabul ettiğini, Obama’nn da ılımlı kanatlara uçaksavar dahil gelişmiş silahlar vermeyi gündemine aldığını yazdı.

ABD sadece Nusra’yı terör listesine aldı ama hem rejim hem Kaide ile savaşta bel bağlanan ‘güvenilir’ örgütlerin ötekilerden farklı olduğu tartışılır. Bu grupların cephane paylaşımına gitmenin ötesinde ideolojik olarak birbirinin türevi sayılır. Mesela Suudilerin beslediği İslam Ordusu’nun komutanı Zehran Alluş ile Kaide’nin Suriye kolu Nusra’nın lideri Muhammed Colani’nin Suriye için vaat ettikleri aynı. İslam Ordusu, Suudilerin şimdi dışladığı Ahrar el Şam ile birlikte selefilerin çatı örgütü İslami Cephe’de omuz omuza. Alluş’a verilen silahların Nusra ve Ahrar el Şam’ın eline geçmesini önleyecek hiçbir mekanizma yok.
Yine Batılı yardımlardan aslan payını kapan Suriye Devrim Cephesi lideri Cemal Maruf ılımlı ortak olarak öne sürülüyor. Yardımları cebe indirerek savaş ağasına dönüşen Maruf da Suudilerin adamı. Esasen Alluş’tan farklı olmadığını 2 Nisan’da Independent’a demecinde ortaya koydu: “Kaide (Nusra) ile savaşmıyorum. Kaide ile savaş benim meselem değil. Rejime karşı savaşanlarla hiçbir sorunum yok.” Bütün kredisini IŞİD’ı Halep’ten Rakka’ya çekilmeye zorlayan saldırılara borçlu. Kaide’ye bağlı Nusra ile omuz omuza savaştıklarını hatta Yebrud’da cephaneyi paylaştıklarını söylüyor. Daha trajik olanı Amman’da Suud, ABD ve diğer batılı istihbarat örgütlerinin kurduğu ‘Operasyon Odası’nın oluşturduğu Güney Cephesi’nin sorumluluğunu üstlenen Yermuk Tugayı’nın komutanı Beşar el Zubi de Nusra ile birlikte çalıştığını gizlemiyor. ABD’nin makul gördüğü Suudi patentli ılımlılar bunlar. Bir de bunun kuzey cephesi var. Onlar da sonraki yazıya…