Sunday, March 2, 2014

Kedi Gülüşü’nü yazan yazar Deniz Kavukçuoğlu ile kitabını konuştuk. Söyleşi: Nuray Salman

 
539975_307477879378758_1125185858_nvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvv
"Kedisine cambazlık yaptırdığını sanan 'sahip' aslında kedisine cambazlık yapıyordur."
Kedi Gülüşü'nü yazan yazar Deniz Kavukçuoğlu ile kitabı hakkında konuştuk.
Kedi Gülüşünde ne anlatmak istediniz?
Kedi gülüşü kedili yaşamları, insanların kedilerle olan ilişkilerini, insanlarla kedilerin birbirlerine karşı duydukları sevgileri anlatıyor. Kitabın bir bölümünde de insanların tarih boyunca kedilere bakışı yer alıyor.
Bu kitabı yazmaya niye ihtiyaç  duydunuz?
Sanırım, kitabın ilk sayfalarına da yansıdığı gibi kendi kendime sorduğum, “Kediler de güler mi?”sorusuna yanıt ararken ortaya çıktı bu ihtiyaç. Gözlemlerimi okurlarla, özellikle de başka kediseverler ile paylaşmak istedim. İnsanın duygularını kâğıda dökme, kitaplaştırma ihtiyacı edebiyatın da kaynağıdır. Fakat kâğıda dökülen duygular her ne kadar kitaplaşmış da olsalar belli ölçütleri yerine getiremediklerinde “edebiyat” olamıyorlar.

Kendi kedilerinizle yaşadıklarınız mı bu kitabı yazmaya yönlendirdi sizi?
Amacım ilkin içinde kedilerimin de yer aldığı uzunca bir öykü kaleme almaktı. Ne var ki “öykü” diye başladığım yazı giderek kedilerimle olan anılarımın ağır bastığı bir anlatıya dönüştü. Yazarken bir yandan da kedileri konu alan çeşitli kitaplar okuyordum. Popüler-bilimsel çalışmalar, öyküler, romanlar, şiirler… Bunlardan da alıntılar yaptım. İnternette “kedigen” gibi birçok kedi sitesi var. Edebiyat dünyamızda oldukça geniş bir çevrem var. Öbür kitaplarım gibi Kedi Gülüşü’nü de yazarken kedisever arkadaşlarıma, dostlarıma bu çalışmamdan söz ettim. Bana önerilerde, katkılarda bulundular, daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış yazılarını, şiirlerini verdiler. Bu özgün yazılar ve yerli-yabancı yazarlardan yaptığım alıntılarla Kedi Gülüşü bu yanıyla kolektif bir yapıt olarak ortaya çıktı. Bu sitelerin özellikle kedilere ilişkin sözcük dağarcığımı genişletmemde büyük yararı oldu.
Boncuk ve Yumak sizin hayatınıza nasıl girdi, anlatır mısınız ?
Boncuk’u eve Yumak getirdi. O, dünyaya gözlerini Feneryolu’ndaki Sabit Pazar’da açmış, iyi yürekli balıkçıların tabla artığı hamsilerle, istavritlerle beslenmiş, bol tüylü, minik bir tekircikti. Yağmurlu bir kış günü mekân tuttuğu Sabit Pazar’da dükkânların kapanma saatinden sonra karşılaşmıştık. Gördüğümde yağan yağmurdan sırılsıklam olmuştu tüyleri. Ayak seslerimi duyunca saklandığı yerden çıkmış, önüme dikilmişti. Açık kalmış tek dükkân olan pasta fırınından bir çörek almış, bir kâğıt içinde ufalayıp saçak altına koymuştum. O ise hiç oralı olmamış, peşim sıra gelmeye davranmıştı. On metre ilerisi Bağdat Caddesi idi ve ben caddeyi geçerek karşı sokaktaki bir lokantaya gidecektim. Karşı kaldırıma geçmeyi denemesi minik kedicik için ölümcül bir serüvenle eşanlamlıydı. Bir yanıltma manevrasıyla onu orada bırakıp kaçmayı başardım. Fakat iki saat sonra aynı yoldan geri dönerken yine karşıma çıktı. Başını okşamak için eğilince önce paltomun koluna, oradan da omzuma sıçradı. Bir anlaşma yaptık. Eğer evin kapısına kadar olduğun yerde kalırsan benim evim senin de evin olur dedim. Anlamışçasına tırnaklarını paltoma geçirdi. Feneryolu İstasyonu’na kadar yürüdük, alt geçidin merdivenlerinden indik, çıktık. Yürüdük. Apartmanın kapısına geldik. Oradan asansöre, asansörle daire kapısına… İçeri girince omzumdan indirdim onu, “Burası artık senin de evin,” dedim. Patik’le tanışıp bir iki tıslamadan sonra alıştılar birbirlerine. Sonra Silivri’ye, bahçeli bir eve taşındık. Patik bir süre sonra yeni serüvenler aramak için uzun bir yolculuğa çıktı. Yumak tek başına kaldı. Ama baktı ki olmuyor, küçük bahçemize arkadaşlar getirmeye başladı. Boncuk da onlardan biriydi. Beyaz tüylü, boncuk gözlü, iki-üç haftalık kimsesiz bir yavrucuk. “Dış kediliği” benimseyen öbürlerinin tersine ne yapıp edip eve girmeyi, Yumak gibi “iç kedi” olmayı başardı.
Hayatınıza birden fazla  kedi girmiş, sizi en çok hangisinin öyküsü etkiliyor?
En çok Frak ile ağırbaşlı bir köpek olan Beyaz’ın ölümle son bulan öyküleri etkiliyor. Frak, patileri dışında her yanı kapkara olan dünya güzeli bir kedicikti. Kışın ıssızlaşan sitemizde bahçemizi mekân tutan çok sayıda kedinin arasında direnci ve kararlılığıyla hemen fark edilen bir yavruydu. Tüm girişimlerine karşın o günlerin koşullarında onu eve almaya cesaret edemedik. Bar seyahat dönüşünde bir daha göremedik onu, ama yalnızca onu değil varlığıyla bize de, dış kedilere de güven veren Beyaz’ı da, öbür kedileri de göremedik. Belediyenin toplu hayvan cinayetlerinden birine hep birlikte kurban gitmişlerdi.
Dikkatimi çeken siz  hep  sokak kedilerini sahiplenmişsiniz , sokak ta yaşayan hayvanların  durumu içler acısı, kısırlaştırmaları  konusunda ne diyeceksiniz?
Avrupa’nın hiçbir ülkesinde Türkiye’deki kadar çok sokak hayvanı yaşamıyor. Bir yabancı gözüyle sokak hayvanlarının çokluğu her ne kadar Türklerin büyük çoğunluğunun hayvansever olduğu şeklinde algılanmaya yol açsa da bu, gerçeği yansıtmıyor. Sokak hayvanlarının çokluğu aslında insanlarımızın onlara yaklaşımlarındaki bilinç yetersizliğinin, hatta çoğunluğun sevgisizliğinin bir göstergesi. Özellikle büyük kentlerimizdeki sokak hayvanlarının durumu hiçbir yoruma gerek bırakmayacak kadar içler acısı. Sokaklarda, duvar diplerinde açlıktan hastalıktan can veren, işlek caddelerde, otoyollarda ezilerek ölen hayvanlar… Ve bu hayvanların sayısı her gün biraz daha artıyor.Kısırlaştırma doğal ki başvurulması gereken önemli bir yöntem. Fakat her şeyi belediyelerden, kamu kuruluşlarından beklememek gerekiyor. İnsanların dillerindeki “sevgi” eylemlerine de dönüşmeli, diyorum. Hayvan sevgisini dillerinden düşürmeyen insanlarımızın onda biri çevrelerindeki bir kediyi yada köpeği alıp bir veterinere, bir hayvan sağlık ocağına götürse, sokaklardaki bu ölümcül başıboş üreme bir parça yavaşlasa, alınacak kamusal önlemler de daha etkili olur, diye düşünüyorum.
Şu anda evinizde kaç tane kedi var?
Ponpon, tintin, besi, pisi
Size, evdeki dostlarınızla güzel yaşam dilerim…