Wednesday, June 20, 2012

Chabert ve “Oyun Sonu”na Dair


Chabert ve “Oyun Sonu”na Dair
Yazar: Ali Koray Yücesoy

Geçenlerde bilgisayarda arşivlerimi karıştırırken eski bir röportaja denk geldim. Röportaj, bir dönem Samuel Beckett ile çalışmış Fransız oyuncu Pierre Chabert’e ait. Konusu ise; Samuel Beckett’ın tiyatro anlayışı ve Chabert’in yönettiği Genco Erkal’ın performans gösterdiği “Oyun Sonu” adlı bir Beckett oyunu. Benimde geçtiğimiz sezon Kumbaracı50′de izlemiş olduğum “Oyun Sonu”nu ve beraberindeki Efnan Atmaca imzalı röportajı hafif bir nostalji ile huzurlarınıza sunuyorum…
 
15. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali ile 4. Uluslararası Tiyatro Olimpiyatları’nın gizli temasının Beckett olduğunu söyleyebiliriz. Ne de olsa 2006, dünya tiyatro çevrelerinde Beckett Yılı olarak kutlanıyor; ünlü yazarın 100. yaşı dolayısıyla. Festivalde sahnelenen Beckett oyunlarından biri, 20 yıl boyunca Beckett ile oyuncu ve yönetmen olarak çalışmış Pierre Chabert’in yönettiği ‘Oyun Sonu’. Uluslararası Paris-Beckett Festivali 2006′nın genel sanat yönetmenliğini de üstlenen Chabert, İstanbul’a İKSV ve Dostlar Tiyatrosu işbirliğiyle sahnelediği oyun için geldi. Genco Erkal, Bülent Emin Yarar, Mehmet Akan ve Meral Çetinkaya’nın rol aldığı ‘Oyun Sonu’, Beckett’in de ‘En sevdiğim oyunum’ dediği yapıtı. Biz de provalar arasında Chabert’le Beckett’i ve ‘Oyun Sonu’nu konuştuk.

Beckett, ‘Oyun Sonu’nu ‘En sevdiğim oyunum’ diye nitelemiş. Siz Beckett’le birlikte de çalışmış biri olarak ‘Oyun Sonu’nu Beckett’in oyun yazarlığı serüveninde nereye oturtuyorsunuz?

‘Oyun Sonu’, Beckett’in ikinci büyük oyunu. Beckett, ‘Godot’yu Beklerken’i çok kolay yazmıştı. üç-dört aylık bir süre içinde bitivermişti oyun. İlk sahnelendiğinde Paris’te büyük başarı kazandı. Daha sonra sahnelendiği diğer ülkelerde de. Hatta bu kadar tutulması ve başarı kazanması Beckett’i yanlış bir şeyler yaptığına dair ürkütmüştü. Daha sonra da ‘Oyun Sonu’na başladı. Hayatının en bunalımlı zamanlarına denk gelen bir süreçte yazdı bu oyunu. Bu oyunu yazabilmek için eski trajedileri tekrar okudu, İncil’den özellikle de Nuh Tufanı’ndan esinlendi. Beckett bu oyunda felsefe, edebiyat ve hayata dair bütün birikimini kullandı. Tiyatroda o güne kadar var olan tüm olguları sorguladı, değiştirdi. Çok emek verdiği bir oyun oldu.

Beckett bu oyunun sahnelenmesini beğenmemiş ve en son kendi yönetmen koltuğuna oturmuş. Yönetmen Beckett’i nasıl yorumlarsınız?

‘Oyun Sonu’, Beckett’in tüm birikimini ortaya koyduğu bir oyundu. Bu nedenle da onun için sahnelenmesi anlamında de önemliydi. Amacı bu oyunu kurgularken müzikal bir beste gibi bir yapıt ortaya koymaktı. Ve oyunun en sade haliyle oynanmasını istiyordu. Üstelik bu oyunun baştan sona bir parçası olma isteği vardı içinde. O yüzden de kendisine böyle bir fırsat verildiğinde hemen kabul etti. Tüm sahneleri ayrıntılarıyla yazmıştı. Oyun içinde oyun kurmuştu. ‘Oyun Sonu’ bir satranç oyunu gibi düzenlenmeşti. Ve Beckett tüm hamleleri belirlemişti. Sonuçta da şah-mat oluyordu. Sahnede hem bir tiyatral oyun vardı hem de onun içinde bir başka oyun. Tüm sahneler hatta neredeyse jestler belirliydi. Ve dolayısıyla Beckett bir yönetmenden çok dramaturg gibi sahneledi ‘Oyun Sonu’nu. O, sahnedeki gereksiz her şeyi atmak ve mümkün olduğu kadar sade bir oyun sahnelemek fikrinden yanaydı. Bunu da o şekilde yaptı. Dikkati sadece ve sadece metne çekmek istedi. Metinde ise birtakım sözlere dikkat çekme düşüncesindeydi.
 
Siz bu oyunu sahnelerken Beckett’e ne kadar sadık kaldınız?

Sizin de dediğiniz gibi benim onunla birlikte çalışmak gibi bir şansım vardı. Dolayısıyla onun tiyatroya bakışını biliyorum. Bu oyun en özet anlatımıyla ‘Bir adamı terk etmek isteyen başka bir adamın hikâyesi’.
Onun sadeleştirme taraftarı olduğunu biliyorum ve ben de ona göre davranıyorum elbette. Ancak ‘Oyun Sonu’ gerçekten de çok zor bir metin. Hem yönetmen hem oyuncular için. Çünkü sahnede dört kişi var. Ve bu oyunculardan sadece biri hareketli. Biri bir koltukta oturuyor sadece. Diğer ikisi çöp kutusundan bakıyor. Dramaturg gibi davranan Beckett’in sınırları iyice belirlediği bir metin var elimizde. Birçok şeyi durağanlıkla anlatmak zorundayız. Beckett bunları yazarken de özellikle sessiz sinemadan, Charlie Chaplin, Lorel Hardi’den etkilenmiş. Hatta oradaki mimikler oyuna çok belirgin yerleştirilmiş. Beckett oyunda var olan tiyatronun tüm elemanlarını sorguluyor. O yüzden de sahnede oldukça dikkatli olmak gerekiyor.

Oyuncular için de zor bir oyun olduğunu söylediniz. Türk oyuncularla çalışıyorsunuz. Türkiye’deki tiyatro yapma şartlarını ve oyuncuları nasıl buldunuz?

Bu konuda net bir yorum yapmam imkânsız. Sadece ‘sanıyorum’ ile başlayan cümleler kurabilirim. ‘Oyun Sonu’nu festival kapsamında bir ortak yapımla sahnelemek Genco Erkal’ın girişimleriyle gerçekleşti. Uzun süren hazırlık çalışmalarından sonra provalara başladık. Ben Türk ve Fransız oyuncular arasında pek bir fark göremedim. Zaten Beckett’in bir oyununu oynamak çok zor. Bu da iki tarafın da yaşadığı bir zorluk. Ancak Fransa’da daha çok Beckett seyretme olanağı bulduğu için oyuncular biraz daha rahat olabiliyorlar. Burada bildiğim kadarıyla oyuncuların böyle bir şansı pek yok.

Beckett’ın bu oyunla tiyatrodaki tüm öğleri yeniden sorguladığını söylüyorsunuz. Ve biz giderek tiyatronun minimalizme yaklaştığını görüyoruz. Sizce tiyatrodaki anlayışlar gelecekte nasıl şekillenecek?

Evet Beckett’in epik tiyatroyla bir yüzleşmesi diyebiliriz bu oyun için. Trajedi ile komedinin buluşması hatta çatışması. Metnin ve sahnenin olabildiğince sadeleştirilmesi. Vicdanın öne çıktığı, ruhun sorgulandığı bir oyun. Beckett’in tüm bunları yaparken bir mantığı vardı. Bir isteği, çünkü daha sonraki oyunlarına da baktığınızda iyice tiyatro dilini değiştirdiğini görüyoruz. Örneğin sonraki oyunlarından birinde oyuncunun sadece yüzüne bir projektör tutuyordu. Yani onun içini sorguluyordu. Önce resmi çiziyor sonra oyunu yazıyordu. Tiyatronun geleceğine dair bir yorum yapmam zor. Hepimiz göreceğiz. Ama benim yurtdışında fark ettiğim yönetmen, dramaturg ve yazar eksikliği. Artık üretim görülmüyor. Örneğin Beckett bir portreden bile oyun çıkarabilirdi ki ‘Godot’yu Beklerken’, Caravaggio’nun bir tablosundan esinlenerek hazırlanmıştı.