Monday, August 26, 2013

Müslüman Kardeşler'in en büyük hatası aşırı İslamcılığı değil kibriydi

"Müslüman Kardeşler seçim zamanı halkı mobilize etme konusunda müthiş başarılı. Ancak gücü ele geçirdikten sonra kendisinden başka hiçbir güçle müzakere etmeyi beceremiyor."
Müslüman Kardeşler'in en büyük hatası aşırı İslamcılığı değil kibriydi
NEDEN
Doç. Dr. Carrie Rosefsky Wickham, siyaset bilimi eğitimini Harvard ve Princeton üniversitelerinde tamamladıktan sonra araştırma alanını Ortadoğu, Arap ülkeleri, Arap dünyasındaki anti-sistem partileri ve Mısır’daki İslami aktivizm olarak belirledi. Emory Üniversitesi’nde ders veren Wickham iki kitap yazdı, ikisi de Mısır siyasetiyle ilgili. İlk kitabı ‘İslamı harekete geçirmek: Mısır’da din, aktivizm ve siyasi değişim.’ Son kitabı ise Mursi’nin darbeyle düşürülmesinden 10 gün önce piyasaya çıkmıştı: ‘Müslüman Kardeşler: Bir İslami Hareketin Evrimi.’ Wickham’dan neyin ne olduğunun duygusal reaksiyonlarla gölgelendiği bir dönemde Mısır darbesinin soğukkanlı ve derli toplu bir analizini yapmasını istedim.

Darbeyi getiren  laikler ile İslamcıların kavgası değildi 
Foreign Affairs dergisi için yazdığınız analizde Mısır’daki darbenin arkasında çok etkenin varlığından söz ediyorsunuz. Nedir bu etkenler? 
Sıralamaya başlayalım: Devletin payı var. Hükümetin payı var. Seküler muhalefetin payı var. Ordunun payı var. Mursi hükümetinin aşil tendonu, temel yanlışı ideolojik aşırılık değildi. Evet, uygun gördüğü ahlak kurallarını topluma dayatmaya çalışıyordu ama aslında bu yaptıkları Mısır toplumunun geneline uyuyordu. Yani onların kafasındaki ideal yaşam tarzından uzak değildi. 

Öyleyse ne?
Müslüman Kardeşler’in (MK) yarattığı algı. Devlet gücünü partizan emelleri için kullanıyor ve kendisi gibi düşünmeyenleri dışlıyor algısı. Elbette bu da tartışmaya açıktır. Çünkü MK’ya sorduğunuzda “Biz seküler liberallere ulaşmaya çalıştık ama onlar yönetimde pay sahibi olmak istemediler” diye bir savunma duyuyorsunuz. Ki bu kısmen de doğru. Seküler liberaller etkin gücün Müslüman Kardeşler tarafından paylaştırıldığı bir yönetimde yer almayı istemediler.
Seküler muhalefetin de darbede payı var dediniz, o pay bu mu? 
Bir noktaya kadar sekülerlerin ifade ettiği endişeler son derece anlaşılabilirdi. Özellikle Mursi’nin 2012 yılında yargıda yaptığı değişikliklerle tek karar mercii olarak kendisini belirlemesinin ardından. İslamcıların hâkimiyetinde ve çoğunluğunda bir komisyon tarafından yazılan yeni anayasanın çarçabuk referanduma sokulması da.
Anayasayı İslamcıların yazmış olmasında nasıl bir sakınca var?
Yok. Aslında söz konusu anayasaya baktığımızda Mısır halkının hayat pratiğine uzak, agresif bir dayatmacılık da görülmüyor. Ama problem şuydu: Anayasayı yazan komisyon ülkenin farklı seslerini barındırmıyordu, aksine tek bir sesin, MK’nın sesi olmuştu. Ve bu durum anayasanın içeriğinden bağımsız bir rahatsızlık ve dayatma olarak algılanıyordu. Bir de tabii bu yazılmış anayasanın tartışılmasına ve üstünde çeşitli değişiklikler yapılmasına izin verilmemesi tepki çekti. Tüm bunların yanında yine de sekülerler farklı bir yol izleyebilirdi.
Ne yapabilirlerdi?
Mursi hükümetiyle demokratik süreç içerisinde yüzleşmeye devam etmeliydiler ama onlar ordunun müdahalesine bir bakıma hoş geldin dedi. Hatta bazılarına göre orduyla işbirliği yaptılar. Bu kısmından emin değilim. Ama şunu biliyorum: Sekülerler ordu ile fikir alışverişinde bulundu. Müdahaleden önce. Sonrasında ise seküler bazı figürler çıkıp “Ordudan başka çare yoktu, İslamcı bir diktatörlükle karşı karşıyaydık” diyebildi. Halbuki orduya hiçbir şartta müdahale etmesine sıcak bakmayacaklarını anlatabilir, kitleleri demokratik yöntemlerle mobilize ederek protestoları sürdürebilirlerdi. Böylelikle erken seçim baskısı yapabilirlerdi.
Düşürülmüş bir lider olduğu için Mursi’nin hatalarını konuşmak darbeci diye etiketlenme riskini getiriyor mu sizin çevrenizde?
Hayır, tam olarak anlayamadım. Niye öyle olsun! Evet, darbe bir ülkenin başına gelebilecek en kötü şeylerden biri ama buna yol açan sebepler arasında ana pay Mursi hükümetine ait bana kalırsa. Çünkü tüm ülkeyi temsil edebilecek, tüm ülkenin birliğini sağlayacak bir hükümet kurmak için yeterince vakti vardı. Öyle bir hükümetin seküler liberaller nezdinde de meşruiyeti olacaktı. Olmadı. 30 Temmuz’da milyonlar sokağa dökülüp onun istifasını istediğinde istifa edebilir yahut erken seçime gidileceğini söyleyebilirdi. Bunları yapsaydı darbe gibi büyük bir melanetle karşılaşmayacaktı ülkesi.
Tüm bu yaşananların laikler ve İslamcıların çarpışması olarak yorumlanmasına ne dersiniz?
Ciddi bir basite indirgemecilik derim. Mısır’daki darbeyi getiren laikler ve İslamcıların çarpışması değildi. Her şeyden önce bu meselede iki taraf değil üç, belki de dört taraf var: Derin devletin kurumları ve oralarda görevli yüksek rütbeli bürokratlar, ordu mensupları, seküler muhalifler ve İslamcılar. Ki İslamcılar da Müslüman Kardeşler ve Selefiler olmak üzere ikiye ayrılıyor. Ve tüm bunların ötesinde ama nedense birçok kişinin unuttuğu bir taraf daha var aslında: Mısır halkı. 30 Temmuz akşamı Mursi’nin istifasını isteyenlerin seküler muhalefeti desteklediğini sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Oradaydılar çünkü yiyecek lokmaları yoktu, kendileri de aileleri de açlık ve yoksulluk çekiyordu. Evet, Mursi’ye kızgındılar ama devleti kendi çıkarları uğruna ele geçirdi yahut yargı bağımsızlığını yerle bir etti diye değil. Gitmesini istiyorlardı çünkü Mursi onlara iş ve aş yaratamamıştı. Şunu da unutmayalım: Laikler Mısır halkının çoğunluğuna hitap eden bir mesaj ya da lider de çıkarmadı, çıkaramadı. MK’nın gözden düşüşüyle kitleleri bir çatı altında toplayacak siyasi bir teşkilât da kalmadı. Ordu dışında! Gerçekten de olay bu.
Mursi’nin düşüşü Arap Baharı ve bu baharda Müslüman Kardeşler rüzgârıyla ilgili ne söylüyor?
Arap Baharı otoriter rejimlerin hükmünde on yıllar geçirmiş ülkelerde tartışmasız en organize teşkilâtlanmanın İslamcılara ait olduğunu gösterdi. Hem devlet içinde önemli noktaları tutmuşlardı hem de davalarını halka anlatmak konusunda çok yoğun çalışabiliyorlardı. Kesinlikle halkın dilinden konuşuyorlardı. Bu bakımdan Ortadoğu’da genelde İslamcıların, özelde MK’nın eşdeğeri başka bir siyasi hareket yok. Ki bu Arap Baharı’yla test edilip görüldü. Dolayısıyla otoriter liderler indirildikten sonra yapılan ilk seçimi ancak MK gibi bir örgütlenme kaldırabildi ve böylelikle iktidarın sahibi oldular. Ama demokrasiyi getiremediler.
Sebep neydi?
Aslında MK değil de başka bir siyasi grup iktidar olsaydı da getiremeyecekti. Çünkü şu üç büyük zorlukla karşı karşıya kalınmıştı.
Bir: Bu ülkelerde derin devletin kurumları aynı şekilde iş görmeye devam ediyordu. Bu kurumların tek derdi kendi hükümlerini sürdürebilecek sistemin devamını sağlamaktı ve bu demokratikleşmenin, dolayısıyla seçilmiş liderin önünü tıkıyordu. İki: Mısır özelinde düşünürsek, Mübarek karşıtı koalisyonun muhteviyatı da sonrasında başa geçen Mursi için bir dertti. Bu koalisyonda seküler liberaller de vardı ve Mübarek indikten sonra yönetimde eşit derecede söz sahibi olmak istiyorlardı. MK ise onlara ancak uygun gördüğü kadar alan tanıyacaktı çünkü “Artık güç bizim elimizde, niye paylaşalım” ruh haline girdiler ve bu hatalı ruh haliyle çöküşlerini hazırladılar. Arkalarındaki kitle desteği seküler liberallerinkinden çok daha fazlaydı, evet. Ama bu vatandaşların bir bölümünü dışlayarak ülke gerçeklerini görmelerini engellememeliydi. Bu iklimi yarattıktan sonra seküler muhalifler de MK’nın attığı her adımı, makul ya da değil, netameli buldular. Ciddi bir güven bunalımı doğdu.

İslamcılar ve laikler arasındaki güven bunalımı Mısır’a mı özel?
Biraz öyle çünkü Tunus’ta bu iki kanat arasındaki güç dengesi daha doğru bir seviyede tutulabildi. Biri diğerine tam manasıyla üstünlük sağlayamadı. MK için üçüncü zorluğa gelirsek… Çökmek üzere olan ekonomi. Sadece mali sıkıntılardan değil sanayisinin global pazara uyum sağlayamaması gibi yapısal bozukluklardan söz ediyorum. Buğday ithalatından benzin kıtlığına kadar günlük hayatın akışını etkileyen sıkıntılar bitmiyordu. Sonuç olarak, İslamcı ya da seküler hangi ideolojiye sahip olursa olsun başa gelen iktidarın bu devasa sorunlarla baş etmesi çok zor olacaktı. Dolayısıyla Mursi’nin düşmesini, Müslüman Kardeşler ideolojisinin düşmesi gibi yorumlamak hata olur. Bir yandan da bu hatalı yorumlara yol veren MK’nın kendisidir.
O ne demek? 
Gücü ve devletin imtiyazlarını başka hiçbir siyasi oluşumla paylaşmamayı tercih ettiği için aslında herkesin altında ezileceği sorunlarla tek baş edemeyen kendisiymiş gibi bir tablo oluştu. Böylelikle davasına zarar verdi. Bana kalırsa Müslüman Kardeşler’in en büyük hatası aşırı İslamcılığı değil kibriydi. MK seçim zamanı insanları mobilize etmek konusunda müthiş başarılı ama gücü ele geçirdikten sonra kendisi dışındaki hiçbir görüşle müzakere etmeyi beceremiyor. Evet, demokratik haklara ve çoğulculuğa önem veren dil değişimlerine rastlıyoruz ama henüz gücü paylaşmak, toplumun tamamını ilgilendiren bir konuda tartışmak, müzakere etmek gibi bir alışkanlığı yok. Farklı görüşe sahip siyasi oluşumları eşit bir partner olarak görmüyor. Tüm bunları topladığınızda toplumun diğer katmanlarında bir güvensizlik yaratmasını normal karşılarsınız.
Batı’nın aksine, Türkiye’de AK Parti’nin ve harekete geçirdiği bir kısım seçmeninin Mısır’daki darbeyi çok şiddetli biçimde kınadığının farkında mısınız?
Evet ve darbeye böyle bir tepki verilmesini çok da doğru buluyorum. Fakat Türkiye’de Mısır’daki meselenin iyi analiz edilmeden, bir tür indirgemecilikle iç siyasete yarayacak biçimde kullanıldığını da söylemek zorundayım. Mısır’da yaşanan şey, anlatmaya çalıştığım gibi son derece karmaşıktır ve ‘Darbenin arkasında İsrail var’ demek dev bir basite indirgeme örneğidir. Elbette Mısır ordusunun İsrail ve ABD ile ilişkileri vardır. Yoktur diyemem. Ama lütfen bir bakalım; Ortadoğu’da hangi ülkenin yok ki? Türkiye’nin yok mu?! İsrail stratejik olarak darbeden memnun olabilir ama bu darbeyi planladığını göstermez, hele ki diğer tüm faktörler masadayken. Bu tür argümanların MK hareketinin hatalarını tespit ve tahlil etmesini perdeleyeceğinden endişe ederim. 
Batı’nın darbeye darbe demesi, sert tepki vermesi niye uzun sürdü sizce? Mursi’ye göre Sisi’yi mi tercih eder Batı?
Hiç sanmıyorum. Obama’nın Mursi’ye düşmanca davrandığına dair hiçbir kanıt yok, hatta şans da tanıdığını düşünüyorum. Avrupa ve ABD’nin tepkisinin gecikmesinde temel sebep şuydu: Sisi’nin Mursi’yi indirdikten hemen sonra kenara çekilip seçimlerin yapılacağını açıklayacağı zannedildi. Halbuki o bırakın seçimi, Mursi’yi protesto eden sivil halkı öldürmeyi tercih etti. Sanırım Batı’nın durumun vahametini anlaması gecikti.