Tuesday, June 3, 2014

Tayfun Kahraman ile söyleşi: "Gezi'den dönüş yok"


Şunu unutmamak lazım: Gezi bir iktidar söylemi üretmedi, bir muhalefet söylemi üretti. Eğer Gezi'nin bir iktidar söylemi olsaydı, o söylem bir siyasi partide vücut bulabilirdi belki.
Tayfun Kahraman ile söyleşi: "Gezi'den dönüş yok!"

AYŞE ÇAVDAR

Gezi Direnişi başladığında gencecik ama devletle kentsel mekanın müzakeresi konusunda bir hayli tecrübeli bir şehir plancısıydı Tayfun Kahraman. Çünkü Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Başkanı olarak İstanbul’da gerçekleştirilen kentsel dönüşüm projelerine mesleği adına itirazlar yapıyor, gerekirse bu itirazları mahkemelere taşıyordu. Gezi Parkı’nın tünel çalışması dolayısıyla kırpılması ya da AVM’ye feda edilmesi de bir İstanbul sakini ve şehir plancısı olarak muhalefet ettiği iktidar atraksiyonlarından biriydi. İşi ve vicdani pozisyonu gereği Gezi Parkı’nı savunan gençler arasındaydı. Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi aynı zamanda Taksim Dayanışma Platformu’nun da bileşenlerinden biriydi. Direniş büyüyüp Başbakan karşısına çıkacak bir muhatap istediğinde Kahraman da Başbakan’la görüşmeye giden ekibin içindeydi. Gezi Direnişi bittikten sonra ise kendi hayatına döndü. Bir ay kadar Gaziantep’te görevlendirilmesi, “Gezi’ye katıldı diye sürgüne mi gönderildi,” şeklinde şüphelere neden oldu ama sonra döndü İstanbul’a. Halen devam eden doktora teziyle ilgili çalışmalarını sürdürdü, Şehir Plancıları Odası’ndaki işlerine devam etti. Acaba her şey sahiden eskisi gibi miydi? 

Bir senede neler değişti?

Kent hareketi merkezli bir toplumsal muhalefet ortaya çıkmıştı Gezi’de. Ve bu muhalefet gözle görünür bir değişim yaratmadı. Lakin zihinlerde çok ciddi bir değişim var. Kurumsal, partilere dayanan şekli siyaset henüz Gezi’de olup bitenden payına düşeni almış değil. Çünkü siyasi partiler kendi yapı taşlarını değiştirme noktasında direniyor. İktidar partisinin yüzde 43 alması, muhalefet partisinin görece başarısızlığına rağmen oy oranlarını yükseltmesi, bu anlamda bir yansımanın da olmadığını gösteriyor. Lakin zihinlerde yarattığı değişime baktığımızda, esasında iktidar partisinin, Gezi’nin yarattığı dönüşümden o kadar da güçlü çıkmadığını görüyoruz. Daha da fazla güç kaybetmesini bekliyordum ama görünürde böyle bir durum yok ve bunun da bir açıklaması var. Böyle durumlarda orta sınıflar iktidarda olandan yana tavır koyup istikrarsızlığa neden olabilecek siyasal değişkenin ortadan kalkmasını beklerler. Ne var ki AKP hükümetinin yaptığı yanlışlar durmadı Gezi’den sonra. 17 Aralık vb operasyonlar sonrasında bu hatalar iyiden iyiye görünürleşmeye de başladı. Dünya siyasi tarihinde de böyle olmuştur. Bu türden toplumsal muhalefet çıkışlarının ardından seçmenler iktidar partisinin yanında bir müddet durup ilk fırsatta da gemiyi terk ederler. Bu esnada da toplumsal muhalefetin sözü siyasetin dilini değiştirir. Ben de bunu bekliyorum ve formel siyasetin dilinin Gezi’ye kendini uyduracağı bir geleceğin çok uzak olmadığını düşünüyorum. Şunu unutmamak lazım: Gezi bir iktidar söylemi üretmedi, bir muhalefet söylemi üretti. Eğer Gezi’nin bir iktidar söylemi olsaydı, o söylem bir siyasi partide vücut bulabilirdi belki. Ama bir muhalefet söylemi olarak G ezi bütün siyasi partilerini ve iktidar söylemlerini etkisi altına alacak. Özellikle, geçmişte iktidarlar tarafından zulüm ve baskı görmüş muhafazakar kesimin, şu anda süregitmekte olan zulüm ve baskıyı teşhis etmede çok gecikmeyeceğini düşünüyorum. Bu da birçok şeyi değiştirecek.

Toplumun kendini ifade etme eğilimi ve şekli değişti galiba…

Şu an bütün medya, toplumun kendini ifade ettiği her çıkışı marjinalleştirmeye çalışıyor. Başbakanın kendisi yapıyor bunu öncelikle. İnsanlar öfke duyuyorlar ve acı hissediyorlar. Siyasetin en önemli alanlarından biridir sokak. Sokağı ve siyasetin bu şeklini marjinalleştirmeye çalışmak, siyasetin önemli bir alanını ortadan kaldırmaya kalkışmak demek. Marjinalleştirme politikası Gezi’de işlememişti, şimdi biraz işliyor. Çünkü insanlar sokağa çıktıklarında tarifi imkansız bir şiddet görüyorlar ve bu şiddet de her gün yaşanabilecek bir şey değil. Şöyle bir durum var: Bir yandan sosyal bir rahatlama var. Kendini idame ettiriyor. Aç değil insanlar. Bu nedenle de başka türlü taleplerde bulunuyorlar. Artık birincil ihtiyaçlar giderilebildiği için, siyasal taleplerini daha rahatlıkla dile getiriyorlar. 

Ama iktidar birincil ihtiyaçların giderilmesi haliyle yetinmemizi istiyor.

Evet, bununla yetinin diyor, hatta bizi sürekli bunun da elimizden alınabileceği tehlikesiyle tehdit ediyor. Ama insanlar siyasal taleplerinden ve haklarından vazgeçmiyorlar. Bu artık geri dönüşü olmayan bir nokta ve bu noktaya gelindiğini Gezi ile anladık. 

Gezi’nin fetişleştirildiğini düşünüyor musun?

Belki ama buna hiç gerek yok. Gezi olmasa başka alanlarda da ortaya çıkabilirdi. Gezi’de olmasının sebebi, parkın insanların kendilerini dile getirebilecekleri bir mekanda buluşmalarına olanak sağlamasıydı.  Gezi siyasal bir mekana dönüştü kolaylıkla, çünkü zaten bir mekandı. Yüzer geçer bir istek değildi, bütün talepler bir mekanla somutlaştı. Toplumun her kesiminin sesini yükseltebileceği, kendini ifade edebileceği bir mekan olduğu için Gezi önemli bir yere dönüştü. Böylece muhalefet mekansallaştı ve herkesin kendini ifade edebileceği bir ortak noktaya dönüştü. Mesela Tekel’de böyle bir durum yoktu. Emekçi sınıfın sorunu olarak görüldü. Ama Gezi’de bütün sınıflara yer vardı. Böyle yeni mekanlar oluşacak bundan sonra. Soma da böyle bir mekana dönüştü. Orası da Gezi benzeri bir iz bırakacak toplumun hafızasında. Ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın unutulacağını zannetmiyorum. 

Senin kişisel olarak Türkiye’ye bakışın değişti mi Gezi’den sonra? “Bu ülke” diye başladığın cümlelerin içeriğinde nasıl bir farklılaşma var?

Elbette. Özellikle kent hakkında çalışanlar için Gezi bir dönüm noktası. Yaptığımız, söylediğimiz şeylerin toplumda bir karşılığı olduğunu gördük. Mekana ilişkin itiraz noktaları ve mekanın siyasal kullanımına ilişkin yeni formlar belirmeye başladı. Forumlar ortaya çıktı. Bunların da yeni yapılanmalara doğru evrileceğini düşünüyorum. Bir sene önceki düşüncelerimle bugünküler arasında fersah fersah fark var. O zaman bunun kurtuluşu olmayan bir süreç olduğunu düşünüyordum. Şimdi kötü yapılan bir çok şeyin geri alınabileceğini, iyi bir yöne evrilebileceğini düşünüyorum.