Friday, June 13, 2014

KNK eş başkanı Nilüfer Koç: Lozan’la Kürdistan’a biçilen statü artık yıkıldı

Kürt Ulusal Kongresi (KNK) eş başkanı Nilüfer Koç, Sendika.Org’un Ortadoğu’da değişen dengeler içinde Kürtlerin konumu ve Rojava Devrimi üzerine sorularını yanıtladı. Röportaj yapılırken henüz IŞİD Musul’u ele geçirmemişti. Dizi halinde yayımlayacağımız söyleşinin bu bölümünde Koç, 20. yy Ortadoğu haritası yeniden şekillenirken Kürtlerin değişen konumuna dair sorularımızı yanıtlıyor…
nilufer-koc
KNK eş başkanı Nilüfer Koç
Sendika.Org: Ortadoğu’da haritanın yeniden şekillendiği, Kürtlerin de daha önce kendilerine yer verilemeyen bu haritada giderek avantaj elde ettiklerini görüyoruz. Daha önceden neden yer alamadılar, şimdi neden bu ölçüde etkili olabiliyorlar?
Nilüfer Koç: Ortadoğu’nun doksan yıl önce kurulan dengeleri, özellikle Sovyetlerin de yıkılışından sonra bozuldu. Özetlersek, 1916’da başlayan Sykes-Picot, 1921 Kahire Konferansı ve 1920 Lozan Anlaşması’nın çekirdeğinde aslında Kürtleri, Ortadoğu’nun denetimi açısından kullanılmaya açık tutma amacı yer alıyordu. Buna da Kürt sorunu denildi. Bu Kürt sorunu Ortadoğu’da Demokles’in kılıcı gibi işletildi doksan yıl boyunca. Kürtler hem Sykes-Picot’dan başlayan Lozan’ın sonuçlarını, bugüne kadar sayısız isyanla cevaplayıp kendilerine biçilen bu misyonu kabul etmediler, reddettiler ve sonuçta onlarca isyanın zemini oluştu.
DİRENİŞLERİN SONUCUNDA, LOZAN’LA KÜRDİSTAN’A BİÇİLEN STATÜ YIKILDI
Bugün de bu direnişlerin sonucunda, Lozan’la Kürdistan’a biçilen statü yıkıldı. Öte yandan doksan yıllık bu sürecin başka bir sonucu da, 1. ve 2. Dünya Savaşları sonrası egemen güçlerin çıkar politikalarına göre inşa edilen ulus devletlerin yaşadığı sarsıntı oldu. Sovyetlerin yıkılışından sonra bu ulus devlet statüleri sarsılmaya başladı. Özellikle sınırsız bir şekilde yayılmaya çalışan neoliberal sistem, ulusa devlet yapısı içindeki ekonomik sistemleri kendi yayılım politikası açısından engel olarak gördü.
Sorunumuz bağlamında dört çekirdek ulus devlet var: Türkiye, İran, Irak ve Suriye. Bunlara ek olarak Kuzey Afrika’da Mısır, Tunus, Libya’yı da içine alan ulus devlet modelleri, neoliberal çıkarları engelliyordu. Ulus devlete özgü oligarşik mantalite, sermayenin serbest dolaşımını engelliyor. Bu noktada bu devletlerle problemin aşılması için müdahaleler oldu. Körfez Savaşı ve ardından 2003 Irak rejiminin yıkılmasıyla, günümüze kadar bölgeyi bu anlamda yeniden dizayn süreci başlatıldı.
NEOLİBERALİZMİN SONUÇLARINA EN GÜÇLÜ DİRENİŞ KÜRTLERDEN GELDİ
Neoliberal sistemle ulus devlet arasındaki gerilimden söz ettiniz. Neoliberal sistem deyince sınıfsal çatışma düzlemi akla geliyor. Bir ulusal hareket olarak siz bu çatışmanın neresindesiniz?
Neoliberal politikalar sadece ekonomik tahribatla sınırlı kalmadı diğer yandan da Ortadoğu’da, katı milliyetçi, dinci, cinsiyetçi, erkek egemen bir toplumsal dokuyu esas alan bir ulus devlet mantalitesi oluşturuldu. Buna karşı Kürtlerin yanı sıra diğer halkların da, işçi sınıfının da karşı duruşu oldu. Fakat bunların içinde en örgütlü ve güçlü direniş, Kürdistan’da gerçekleşti. Kürdistan, hem ekonomik olarak sömürüldü hem de tüm ulusal kimlik haklarından mahrum bırakıldı. Fakat Kürt halkı, bu ablukaya karşı da hep direniş halinde oldu. Bu direnişin örgütlü olması, bugün bütün Ortadoğu açısından bir umut ışığını ifade ediyor.
Mesela diğer ülkelerde de direnişler oldu ama rejimler direnişlerin öncü kadrolarını ya cezaevlerinde çürüttüler ya katlettiler ya da yurtdışına kaçmaya zorladılar. Dolayısıyla ortaya çıkan halk hareketlerine öncülük etme boyutunda sorunlar oldu. Kürtler ise mücadelesine hep örgütlü bir şekilde yaşadıkları alanlarda verdi, yani Kürdistan’ın kendisinde. Yurtdışına çıkışlar oldu elbet fakat bu da tekrar Kürdistan’a hizmet etme temelinde gerçekleşti. Bu durum, bugün için artık Ortadoğu açısından bir umut ışığıdır ve bu umut Rojava’da son iki yıldır somutlaşmıştır.
ROJAVA KENDİ KADERİNİ TAYİN HAKKINI KULLANDI
Rojava’nın kendi özgünlüğünü de konuşacağız ama Rojava’nın toplamda Ortadoğu için anlamı nedir?
Rojava biraz da Ortadoğu’nun çekirdeğini oluşturuyor. Rojava’nın toplumsal dokusuna bakıldığında, Ortadoğu’nun herhangi bir coğrafyasına veya ülkesine benzediğini görebiliriz. Ulus devletlerden önce Ortadoğu’da adı konulmamış bir özerklik sistemi yani birlikte yaşamanın ortak ilkeleri vardı. Fakat bu form, devletlerin sınırları içerisine hapsedildi. Dolayısı ile, bugünkü çatırdama ile bu ulus devlet modellerinin Ortadoğu’ya çok da uygun olmadığı açıkça görülmektedir. Bu yeni düzene karşı ilk başta Kürtler isyan etti. Bu denklem Rojava’da bozuldu ve Ortadoğu’nun gerçekliğine geri dönüldü. Yani kendi zemininde, kendisiyle birlikte yaşayan, kendisi gibi özerkliği isteyen tüm bileşenler ya da halklar, Rojava’nın kendi iradesine dayalı bir sistem geliştirdiler.
Bu talep, uluslararası siyaset ve hukuk çerçevesinden bakıldığın da ”halkların kendi kaderini tayin etme hakkı” olarak açıkça belirtilmiştir. Rojava bu hakkı uyguladı. Dolayısıyla, diplomatik anlamda da Rojava’ya yönelik saldırılar ya da eleştiriler çok yersiz, çünkü zaten Birleşmiş Milletler’e üye olan tüm devletlerin imzaladığı tanınmış böyle bir hak var. Bu ibareyi açacak olursak, bir halk veya bir ulus kendi iradesi dışında baskı altına alınıyorsa buna karşı direniş hakkı ve bu direnişi gerektiğinde de silahlı mücadele ile de yürütülebilme hakkı tanınmıştır. Dolayısıyla Kürtler Rojava’da meşru müdafaa durumundadır. Şu an Rojava’da işletilen, kendi kaderini tayin etmedir.
“ULUS DEVLET” MANTOSUNA KARŞI, ROJAVA’DAKİ YENİ MANTO
Ortadoğu’ya dış güçlerin biçtiği ”ulus devlet” adında bir manto vardı. Fakat şimdi, Rojava’da biçilen yeni bir manto var. Halkların kendi eliyle kendileri için diktikleri bir rengarenk bir manto. O mantoda tüm inançlar ve etnik gruplar var. Özelde de, tüm topluluklar içerisinde kadın gerçekliğini vurgulayan ve en çok ezilen olan kadını öne çıkaran bir model buldular ve bunun adını ”Demokratik Özerklik” koydular. Demokratik Özerklik, özünde çeşitliliğin ve farklılıkların birlikteliğidir. Elbette ki şimdi bir de bunun sevk ve idaresi gerekiyor. Yani bütün bileşenlerin bir şekilde hayatı idame etmek için organize örgütlenmesi gerekiyordu. Bu açıdan da en uygun siyasal ve toplumsal örgütlenme modeli olarak kantonlar esas alındı.
Çünkü toplumlar yaşadıkları yerlerde kendi yaşamlarını örgütlemelidir. Sadece Cizre kantonuna baktığınızda, orada Araplar Kürtler, Asuri, Süryani, Keldaniler, Ermeniler, Çeçenler yaşıyor. İnanç olarak da Sünniler, Ezidiler ve Hıristiyanlar var ağırlıkta. Bütün bu kimlikler asırlardır kendi köylerinde, kentlerinde yaşıyorlar. Kentlerde ortaklık yaşam olsa da  köyler bu bakımdan daha homojen. Bu durum göz önüne alındığında Kantonal model her kesimin mikro düzeyden makro taleplerine kadar kendi geleceğini inşasına, dizaynına olanak tanıyor. Kantonal model, aynı zamanda doğrudan demokrasiyi de sağlayan bir model. Yani yerelden başlayıp üst yönetime doğru giden bir model.
* Nilüfer Koç, Kürdistan Ulusal Kongresi’nin (KNK) eş başkanı. Uzun yıllardır bir yandan Kürt ulusal birliğini oluşturmaya dönük çalışmalarda yer aldığını, diğer yandan Kürt sorununun çözümü ve Kürtlerin ürettiği çözümün uluslararası alanda statüye kavuşması için mücadele yürüttüğünü belirtiyor. Bununla birlikte Kürdistan’da iç demokrasinin gelişiminde Kürt kadınlarının örgütlenmeleri ile ilgili çalışmalarda yer alıyor.