Saturday, June 15, 2013

15-16 Haziran’ı bugüne taşımak – Arzu Atabek Çerkezoğlu ile söyleşi


h1615-16 Haziran 1970 , Türkiye işçi sınıfının sendikal örgütlülüğüne sokaklarda sahip çıktığı iki önemli gün. O dönem yükselen sınıf hareketini bastırmak isteyen iktidar bugün de işçi sınıfı örgütlerini ve sınıfın yeni gelişen dinamiklerini baskı altına almak istiyor. DİSK ise 15-16 Haziran direnişinin deneyimiyle 27 Mayıs’ta başlayan ve ülkeye yayılan halk direnişine destek için tüm bölgelerde alanlara çıkıyor
15-16 Haziran 1970, Türkiye işçi sınıfı tarihi açısından hayli önemli iki gün. Bu iki gün boyunca, işçi sınıfı hareketini ve sendikal hareketi teslim alma hamlesine karşı işçi sınıfı ayağa kalktı. İstanbul’da yüzlerce fabrikada binlerce işçi, DİSK’i kapatmak üzere hazırlanan yasa önerisine karşı iş bıraktı, kentin sokaklarına aktı. 15-16 Haziran’ın yıl dönümünü ülkede 19 gündür süren bir direnişle karşılıyoruz.
27 Mayıs’ta Gezi Parkı’na saldırı ile başlayan direniş AKP iktidarına karşı bir halk direnişine dönüştü. Direnişte emek örgütleri de yerini aldı. AKP’ye dönük öfkede on yıldır emeğin kazanılmış tüm haklarını ortadan kaldırmasının emeğe dönük düşmanlığının da büyük etkisi var.
Bugün, işçi sınıfı da örgütlü olduğu sendikalar 15-16 Haziran’a yaklaşan bir saldırıyla karşı karşıya. Ancak bu defa saldırının yeni biçimiyle. Bu yeni biçimin ne olduğunu gösteren çok yakın iki grev örneği var. Hava-İş’in THY’de devam eden grevi, iktidarın tehditten, rüşvete kirli saldırısına maruz kalıyor. ÇAYKUR grevinde ise Başbakan’ın direkt müdahalesine, “Tek Gıda-İş Başkanı giderse sorun çözülür” demesine kadar geldi iş.
Gezi direnişinin ana gündem olduğu ve iktidar karşısında büyüyen halk direnişinin ana simgesi haline geldiği bir dönemde emek cephesine arzucerksaldırının bu yeni biçimini 15-16 Haziran’ın yaklaşan yıl dönümü öncesinde DİSK Genel Sekreteri Arzu Atabek Çerkezoğlu ile konuştuk.
Arzu Çerkezoğlu’nun durum tespiti ile başlayalım önce: “Bundan 40 sene önceki dünya değil bugünkü dünya. Yoğun bir işsizliğin ve kayıt dışı çalıştırmanın bu kadar egemen olduğu, esnek ve güvencesiz çalışmanın artık esas çalıştırma biçimi haline geldiği bir dönemde tabii ki çalışma koşulları da, saldırı da daha vahşi.”
Çerkezoğlu, AKP iktidarının 10 yıldır emeğin kazanılmış tüm haklarını ortadan kaldıran, ülkeyi bir “taşeron cumhuriyeti”ne çeviren, kıdem tazmiatına bile el uzatabilen, sendikal hak ve özgürlükleri fiilen yok sayan ve böylelikle Türkiye’yi ucuz emek cenneti haline getirmeyi hedefleyen sermaye politikalarının bir uygulayıcısı olduğunu ifade ediyor. Eğitimden sağlığa tüm kamusal hizmetlerde neoliberalizmin yıkıcılığının hissedildiğini vurgulayan Çerkezoğlu  tüm bunların da, Başbakan’ın ağzından çıkan her sözün kanun sayıldığı, halkın taleplerini ve iradesini yok sayan, halkın yaşamına müdahale eden, kadınlara kaç çocuk doğuracaklarını dahi söyleyen otoriter bir yönetim anlayışıyla hayata geçirilmeye çalışıldığını vurguluyor. Gezi direnişinin asıl olarak tüm bunlara dönük biriken halk tepkisini ve öfkesini görünür kıldığını söylüyor.
Bugün AKP iktidarının Gezi Parkı örneğinde olduğu gibi kamusal alanların sermaye çıkarına düzenlenmesinden avukatlara dönük saldırılarda gördüğümüz gibi savunma hakkının yok edilmesine, 19 gündür yaşanan polis şiddetiyle bir kez daha görüldüğü gibi düşünce ve ifade özgürlüğünün alabildiğine baskılandırılması gibi yaşamın ve mücadelenin her alanını etkileyen bu buyurganlığın emek hareketinin itibarsızlaştırılması ve örgütlerinin hedef alınmasında da sürdüğünü ifade ediyor.
Bugün sadece DİSK’i değil tüm sendikal ve siyasal örgütleri hedef alan, işçi sınıfını sendikasızlaştıran bir saldırının yaşandığının altını çizen Çerkezoğlu, meseleyi iki temelde özetliyor: “Bir yanı, taşeronlaştırma ve güvencesiz çalışma temelinde sendikal hak ve özgürlüklerin fiilen ortadan kaldırılması. Kağıt üzerinde herkesin sendikaya üye olma hakkı var ama sendikalaşma oranı yüzde 9’larda. Diğer taraftan da, zaten sınırlı olan sendikal örgütlülükte var olan mücadeleci sendikalar doğrudan hedef haline getiriliyor.”Çaykur’da, Hava-İş’te yaşananları örnek gösteriyor Çerkezoğlu, aynı durumun ilerideki günlerde metalde de yaşanabileceğine dikkat çekiyor. “Grevlerin son on yılda bu kadar azalmış olmasının yanında, olan grevlerin de etkisizleştirilmesi çabası var. Çok kırıntı halinde de olsa kullanılabilen hakları, onun örgütlerini ve sendikalarını hedef alan bir süreç yaşanıyor bugün.”
15-16 Haziran ruhuyla direnişe destek için alanlara
Dolayısıyla böyle bir süreçte 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’nda olmak gibi, Gezi direnişinin Taksim Meydanı’nı ve ülkenin tüm diğer meydanlarını oralardan dışlananlarca tekrar mücadele konusu haline getirilmesi gibi, f15-16 Haziran gibi tarihsel ve simgesel değerler, çok kuvvetli güncel anlamlar kazanıyor. O dönem sendikasızlaştırmaya karşı isyan eden, kabına sığmayan işçileri bastırmaya çalışan iktidar, bugün de güvencesiz yeni işçi kitlesinin sendikal hareketini bastırmaya çalışıyor. İktidar tarihsel rolünü oynarken işçi sınıfı da aynı kararlılıkta olmalı. “Ne haklarımızı unuttuk ne direnmeyi ne de mücadele etmeyi” diyen Çerkezoğlu, hem o dönemi çağrıştıran hem de bugünkü temel hedefleri ortaya çıkaran bir yaklaşımı gelişen direnişin içinde oluşturmanın ihtiyaç olduğunu belirtiyor.
Güvencesizlik ve taşeronlaşma ile siyasal iktidarın örgütlü kesimlere, sendikalara yönelik tasfiye planı kol kola yürürken tüm 15-16 Haziran’ı ve aslında tüm bir mücadeleyi bunların üzerinden kurmak kaçınılmaz: Mücadele etmek, direnişi ve sendikal örgütlülüğü büyütmek.
15-16 Haziran’da ne olmuştu?
Dayatmaya cevap sokakta
Türk-İş’in kurulduğu 1950’li yıllar, Türkiye’de kırdan kopuşun hızlandığı, köylerden kentlere akan kitlelerin dönemin ağır sanayisini h14oluşturan fabrikalarda işçileştiği yıllardı. Ancak devlet güdümlü, sermaye yanlısı Türk-İş, bu geniş işçi kitlesinin taleplerine, dinamizmine cevap verecek nitelikte değildi. Türk-İş’in sendikal anlayışına karşı işçi sınıfı içinde gelişen tepkinin ürünü olarak 1967’de DİSK doğdu ancak hedef haline gelmesi uzun sürmedi. İktidar, Türk-İş’in de desteğiyle 274 ve 275 sayılı yasaları değiştirerek DİSK’i fiilen etkisiz kılmayı, sendika seçme özgürlüğünü ortadan kaldırarak sendikal tekel yaratmayı hedefledi. Çalışma Bakanı Seyfi Öztürk, açıkça “Yeni değişiklik tasarısı ile yakında DİSK’in canına ot tıkanacaktır. DİSK varken genel grev hakkını tanımamız mümkün değildir” diyordu.
Bu koşullar altında 11 Haziran 1970’de TBMM’ye gelen 274 Sayılı Yasa Tasarısı sadece 3,5 saatte kabul edilerek Cumhuriyet Senatosu’na gönderildi. DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler, 12 Haziran’da yaptığı açıklamada “Memleketimizde faşist sendikacılığı getirmenin temelleri atılmaktadır. Türk-İş’e tanınan sendika diktatörlüğü, çalışma hayatına baskı, terör ve ızdırap getirecektir” diyordu.
DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler başkanlığında bir uyarı heyeti, Kemal Nebioğlu başkanlığında da anayasal direniş komiteleri kurulması kararlaştırıldı. Diğer yandan da temsilciler toplantılar yapıyordu. 14 Haziran’da toplanan DİSK Temsilciler Meclisi’nin kararı ile 15 Haziran sabahından itibaren üretim durdurularak yürüyüşe geçildi.
Direnen işçiye ne yasa ne de polis barikatı…
15-16 Haziran 1970 tarihlerinde pek çok kentte işçiler işyerlerini, fabrikaları boşaltarak iki gün boyunca sokaklarda hükümeti protesto etti. İşçiler sendikalarına, örgütlerine, haklarına getirilen bu yasaklara karşı İstanbul ve çevre illerdeki tüm fabrikalarda üretimi durdurdu. h5Türk-İş’in örgütlü olduğu fabrikalardan ve bağımsız sendikalardan da işçiler direnişe katıldı.
İstanbul sokaklarında sayıları gittikçe çoğalan işçileri engellemek için sermaye ve iktidar da her yolu denedi. DİSK’in örgütlülüğü dışında kimi fabrikalarda çalışan işçilerin DİSK’lilerle buluşmasını engellemek için fabrika kapıları kilitlendi. Ancak dışarı çıkamayan işçiler gün boyu üretimi durdurdular. Vapur seferleri iptal edildi, Galata Köprüsü açılarak işçilerin birleşmesi, büyük bir kitle haline gelmesi engellenmeye çalışıldı. (Galata Köprüsü bu 1 Mayıs’ta da Taksim Meydanı’na ulaşımı engellemek için kaldırılmıştı. )
Eylemler sayıları gittikçe çoğalan işçilerle 16 Haziran’da da devam etti. İşçiler, 2-3 kilometreyi bulan kortejleriyle polis barikatlarını aşarak yürüyüşlerine devam ettiler. Polisin ateş açması sonucu 3 işçi öldü, yüzlercesi de yaralandı. 16 Haziran akşamı sıkıyönetim ilan edildi.
Sıkıyönetim ilanına ve işverenlerin işbaşı yapılması konusunda askerleri yardıma çağırmasına rağmen pekçok işyerinde direnişler sürdü. Yasalarda yapılmak istenen değişikliği protesto etmek için İzmir’de de grev yapıldı.

Sıkıyönetim ilanının ardından gözaltı ve tutuklamalar başladı. Binlerce DİSK üyesi işten atıldı. Ancak direniş sonucu sendikal örgütlenmeye sınırlama getiren yasa iptal edildi.
Sendika.Org