Friday, March 22, 2013

“Annelik gibi bir tasası yoktu, o Sevim Burak’lık yapıyordu”





Annesi Sevim Burak’ın kendisine yazdığı mektupları yeniden yayımlayan A. Karaca Borar: “Bu mektuplarda hakaret yok. Bunlar sıra dışı bir edebiyatçının trajik, içten mektupları”

NİLÜFER OKTAY


Kitabın adı “Mach 1’dan Mektuplar”. Bu kitapta 21 yıl önce kalp rahatsızlığı nedeniyle ölen yazar Sevim Burak’ın mektupları var. Burak mektuplarında o dönemde ABD’de yaşayan oğluna, A. Karaca Borar’a sesleniyor en çok. Ve Türkiye’den; hayat koşullarından, edebiyat çevresinden, ikinci eşi ressam Ömer Uluç’la yaşadığı problemlerden, kalp hastalığından bahsediyor, eleştirilerde bulunuyor. Yaklaşık 13 yıl aradan sonra ikincisi baskısı yapılan kitapta yer alan mektupları A. Karaca Borar derlemiş. Borar’a göre “Bu mektuplarda aşağılama, hakaret yok. Bunlar sıra dışı bir edebiyatçının içten, trajik mektupları.”
İyi bir Sevim Burak okuruysanız bu kitap size iyi gelecek. Hiç okumadıysanız yeni bir yazar keşfetmenize aracılık edecek. Fakat Sevim Burak’ın bir mektubunda yazdığı, Borar’ın röportajda hatırlattığı, yıllar önce Yıldırım Türker’in kitap adı olarak önerdiği gibi: “Bu mektupları çocukların erişebileceği yerden uzak bir yere” koymanız gerekecek.

“Protesto için nişanımda Afrika kıyafetleri giydi”

Mektupları yayımlama nedeniniz neydi? Nasıl bir eleme yaptınız aralarından?
En önemli kriter Sevim Burak’ın kişiliğiyle ilgili olmaları. Edebiyatının zorluğu, gizemi, çözülememişliğiyle bir paralel oluşturuyorlar. Kendi içlerinde birer öykü gibiler. Bu mektuplar Selim İleri’nin de söylediği gibi onun zor edebiyatına anahtar olma niteliği taşıyor. Romanı “Ford Mach 1”ın kılavuzu olabilecek referanslar var. Pek çok şeyin çok yalın, samimi ve esprili bir şekilde tarifini yapıyor. Türkiye’de bir anne oğluna böyle şeyler yazmaz. Ama o anne değil, anne ötesi başka bir şey. O bildiğimiz manada anneliği yapamazdı, yapamadı da zaten. Ne yemek, ne ütü yapmayı bilirdi. Sanatıyla uğraşırdı.
Önsözde de “Küçükken annemin başka annelere benzemediğini olgunlukla karşılayıp kabul ettim” diye yazmışsınız. Fakat kitabı okurken ben ciddi bir baskı yaşadığınızı düşündüm. Bu mektupları Amerika’da kendinize yeni bir hayat kurmaya çalışırken alıyordunuz. Nasıl hissediyordunuz kendinizi?
Zamanında çok varlıklı bir ailenin kızıyla nişanlandım. Muhteşem bir tören yapıldı. Annem istemediği için Afrika kıyafetleriyle geldi nişana, protesto niyetine. Büyük skandal oldu. Ama hiçbir zaman o kızı kötülemedi. Annem beni bana anlatan biriydi. Sonra zaten kendi kararımla ayrıldım o kızdan...
Yani hiç baskı hissetmediniz.
Tam tersine yeterince faydalı olamadığımı düşündüm. Amerika’da ilk işim diskoteklerde şişe toplamaktı. İlk kazandığım parayı anneme yollamıştım. Sevim Burak’ın komik tarafları da vardı. Yolladığım paraların bir kısmını antikacılar çarşısında harcamıştır ama bunun da önüne geçemiyorsunuz. Annem öldüğünde yanında eski sevgilim Oya da vardı. Onu Amerika’ya getirmek için oradaydı. Hastane bile ayarlamıştım ama doktorlar uçmasına izin vermediler. Ben nasıl onun için her şeyi yaptım diyebilirim ki?

Gerçekten hiç kızmadınız mı annenize?

Tabii ki kızdım ama çok gençken... Ama annem beni hiç dövmemiştir. İlkgençlik dönemimde zaten hep kağıtları, Ömer’le (Uluç) kavgalarıyla meşgul bir kadındı. Ben de sokaklarda büyüyen bir çocuktum. Fakat bundan en ufak bir serzenişle bahsetmiyorum çünkü son derece mutluydum. Odam, gramofonum vardı, annem yatağa radyo ile girmeme bile izin verirdi. Zaten öyle şeylere hiç karışmazdı. Annelik gibi bir tasası yoktu, o Sevim Burak’lık yapıyordu. Çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Başka bir annem olsaydı herhalde bayağı problemli bir çocuk olurdum. Amerika döneminde ise onun sevgilisi, babası gibi olmuştum. Bir mektubunda benim için “Hayatımdaki tek erkek” dedi. Demeyebilirdi de ama dedi.

“Ömer Uluç’u gördüğümde gidip hırpalamak istedim”

Kitabın ilk baskısı yıllar önce yapıldı. Mektuplarda bazı insanları kızdıracak, üzecek eleştiriler var, kolay mıydı o dönem?
Korkunç problemler yaşadım. İkinci baskıda yer alan ilk mektubu dayatmalarla ilk baskıda yayımlatmadılar. Öyle bir klik oluşturuldu ki Ömer Uluç ve çevresi tarafından... Ki bu mektupları Sevim Burak oğluna yazmıştır, mecburdur doğruları söylemeye. Avukatlar yollayıp dava ettiler. İkinci baskı yapılmasın diye para bile teklif edildi... Sevim Burak’a yaşatılan hainlikler ne aşka ne insanlığa sığar. Anlaşılmadığı için dışlanmış, dışlandığı için anlaşılamamış, zaten hain birinin eline düşmüş bir yazardır.

Ömer Uluç’la mektupları yayımlatmadan önce hiç konuştunuz mu?

Katiyen. Görmek bile istemiyorum. Amerika’dan döndükten sonra bir-iki yerde karşıma çıktı. İçkiliydim, üzerine yürüyüp hırpalamak istedim ama sonra geçiyor bunlar.
Anneniz mektuplarında öz babanızla ilgili de olumsuz yorumlar yapmış.
Annem komik, gülmeyi seven, güldüğü zaman güzel olan bir kadındı. Babam hakkında doğru gözlemleri var. Evet, babam viyolonistti, sanatçı ruhu vardı ama alaturka bir adamdı. Annemin kabiliyetlerinden bir tanesi kendisiyle de alay edebilmesidir.
Kitapta Adalet Ağaoğlu, Yaşar Kemal, Leyla Erbil gibi yazarların da adı geçiyor ve anneniz onları beğenmediğini söylüyor. Bu konuda da ona katılıyor musunuz?
Bir Yaşar Kemal’i sonra da Sevim Burak’ı okuyun. Kemal’in Türk edebiyatına getirdiği yeni bir teknik mi vardır? Tabii ki ben de beğenmiyorum. Sevim Burak ne kadar farklı bir şey yaptığını öteden beri biliyordu zaten. Ancak başkalarının bilmezlikten gelmesi, anlayanların da sessiz kalması diğer sorunlarıyla birlikte onu çileden çıkartmıştır. Sevim Burak, Türk edebiyatı için eşsiz bir insan ve hâlâ anlaşılabilmiş değil.
Üvey babanız dışında bu yazarlardan ya da mektuplarda adı geçen diğer kişilerden olumsuz tepki gösteren oldu mu?
Bazı akrabalarım benimle konuşmuyor. Edebiyat çevresinden çok insan tanırım, kimse sırtını dönmedi ama büyük kısmı benden uzak duruyor. Ne mutlu ki esas önem verdiğim insanlardan büyük tepkiler almadım.

Kimler onlar?

Cevat Çapan mesela. Zaten iftira yok mektuplarda, bu bir görüş açısıdır. Yazdığı gibi olmayabilir ama Sevim Burak’ça böyledir. Ali abi (Ali Poyrazoğlu) yine her zamanki gibi bana sıcak davranır. Yaşar Kemal’i, Adalet Ağaoğlu’nu tanımam. Leyla Erbil’le seneler sonra bir yerde karşılaştık, dostça davrandı.

Sonsuza dek uzayan cümleler

Evet, annem ikinci eşi Ömer Uluç’la bir aşk yaşamıştır. Bir dönem mutlu olduklarını kimse inkar etmiyor. Uluç’un kızının doğumundan önce ve sonraki dönemlerdir esas acıklı olan. Evliliğin kurtarılması için yapılan bir çocuk, kalp hastası, hayatıyla boğuşan bir kadın var. Buna rağmen Uluç’un para kavgalarının, cimriliğinin, aldatmalarının devam etmesi tüyler ürpertici.
Sevim Burak’ın oğlu olarak anılmaktan korkunç zevk ve gurur duyuyorum. Uluç’ın kızı ise bundan rahatsız oluyor. Zaten ben anneme benzerim, üvey kız kardeşim ise babasına.
Bu mektuplarda hakaret değil, gözlemler var. İnsanlar okuyup böyle adamların olduğunu görsünler. Bu tip insanlar sadece sanat çevresinde değil her meslekte olabilir.
Sevim Burak’ın edebiyatını ortaya çıkarışı da farklıydı. Müsveddelerle çalışmazdı. Kelimeleri, cümleleri kesip sonsuza dek metrelerce uzayabilir hale getirirdi ve bunları iğnelerle perdelere asardı. Perdeler bitince duvarlara sıra gelirdi, duvarlar bitince de yerlere. Sonra onları iğnelerden çıkarıp sonsuza dek birleştirerek anlamlar kazandırmaya çalışırdı. Bazen o kadar hızlı düşünürdü ki yazısı düşüncelerine yetişemezdi.