Add caption |
ONUR KOÇYİĞİT
2009 yılında
Aradım Yaz Dediniz öykü kitabıyla Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazanan Feryal
Tilmaç’ın yeni kitabı Esneyen Adam yayımlandı. Yedi öyküden oluşan kitabın arka
kapak yazısında, “Bu öyküler sanatın ve düşüncenin etrafını karbonmonoksit
bulutu gibi saran popüler kültüre, aslolanın değersizleştirilmesine, görünme
derdine, temelsizliğe, kültürsüzleşmeye, aşkın, inancın, etiğin, vicdanın
kalıplara dökülmesine, aynılaştırma ve hoyratlıklara ve özensizliklere kendi
halinde bir karşı çıkıştır” diyor. Arka kapak yazıları ile neredeyse hiç
ilgilenmesem de bu kez kitabın bir çeşit sağlaması olacak ve haklı çıkacaktır,
diye düşünüyorum.
Esneyen Adam,
kitaba da adını veren ilk öykü. Emekli bir öğretmen olan ve küçük bir kasabada
yaşayan anlatıcımızın hayatı kasabaya gelen heykelle değişir. Heykele karşı
romantik duygular beslemeye başlar ve bu duygular giderek güçlenen bir aşka
dönüşür. Ancak aşkına ortak olan birisi daha vardır; Deli Ayşe. Küçük yerleşim
yerlerinin vazgeçilmez anti-kahramanları olan deliler bu öykünün de ana
öğelerinden birisi. Heykelin gelişi ile her gün onu ziyarete giden ikilinin
arasında garip bir yarış başlar. Tabii bu heykel meselesi, sadece bir taş
parçası değildir ve bürokrasinin tasmalı bireyleri tarafından da bir imgeye
dönüştürülür. Öyle ki belediye başkanının açılışta konuşma yapmaması düşünülemez.
Burada bir noktayı daha vurgulamak gerekiyor, zira Michalengelo’nun Musa
Heykeli’ne benzeyen Esneyen Adam hiç de masum bir heykel değildir. İskele
meydanına konuşlandırılan heykel kasabaya laneti ile gelir ve erkeklerin
gariplik ile absürtlük arası bir tembelliğe sürüklenmesine neden olur. Bu
tembellik, erkeklerin bütün işleri bırakıp sadece uyu(kla)maya başlamasıyla
devam eder ki kasaba kadınları da bu yüzden yıkmak isterler heykeli ve
dikilirler karşısına. “Hocanım” ve Deli Ayşe bu durum karşısında farklı
düşündüğünden onlar da kadınların karşısına dikilir. Öykü devam ederken fazlaca
insani duygulara/tutkulara da yer veriyor Feryal Tilmaç. Bir meczup ya da
toplum nezdinde kabul gören akli birinin aynı deliliğe tutulabileceğini ve
bunda hor görülecek bir yan olmadığını anlatıyor. Bu durumun getirileri de
yazarın anlatısına fazlasıyla yansıyor.
Kitabın toplamına
bakarsak, Feryal Tilmaç’ın öykülerinde özellikle öne çıkan yan/lar var:
Hastalık ve ölüm. Kitabın başından başlayıp sonuna dek bütün öykülerde bir
hastalık ve/veya ölüm haline, olayına rastlamak mümkün. Bir olgu olarak kabul
ediyor bunu ve çok derin işliyor. Ölüm olgusunun anlatıcı ve karakterlere
yansıması da direkt hissediliyor, yazar da buna büyük ölçüde izin veriyor.
Öykülerin insan ilişkilerinde başarısız, daimi tedirgin tariflenen anlatıcıları
da bu süreci önemli ölçüde ve ölçütte etkiliyor. Semih Gümüş, “Öykünün Öne
Çıkan Yanları” (Radikal Kitap, Sayı: 619) başlıklı yazısında belirlediği
sorunlardan birinde buna da yer veriyordu. “Ayrıntılardan değil, günlük hayatın
bilinen ilişkilerinden ve davranışlarından yararlanmak” olarak belirlediği sorun, Feryal Tilmaç’ın
öykülerinde çok belirgin, ancak sorun kavramını açmak gerekli zira bilinen
anlamda bir “sorun”dan bahsetmiyoruz. Tariflenen şekilde, Feryal Tilmaç’ın
öykülerinde de gündelik hayat kaygılarının irdelenmesinden bahsedebiliriz.
Yazının devamında Gümüş, “Bundan kurtulmak için anlatıyı ötekilerden ayırt eden
bir yoğun işçilik gerekiyor,” diyor. Yine
bu yönde bir değerlendirmeye başvurursak, Tilmaç’ın öykülerinin ayırt edici
işçiliğinden sözü açmak gerekiyor.
Kitaptaki
öykülerin tamamı -özellikle Esneyen Adam, Solvitur Ambulando, Ciğerdendir ve
Aslı Gibidir - Hanımkişi Niyetine Tek Perdelik Oyun – toplumcu gerçekçiliğe
yakın duran bir anlatıya sahip. Bu anlatının getirisi olarak da yazının başında
bahsedilen “aynılaştırma ve hoyratlıklara ve özensizliklere” karşı duruşunu
belgeliyor. Yazının büyük bir bölümünü ayırdığım öykü Esneyen Adam, doğru
bellediğimiz, belletilmiş meselelerin öznel yargılar ve tercihlerle tekrar
değerlendirilmesinin gerektiğini işliyor, kendi özelinde.
Solvitur
Ambulando’da ismiyle müsemma bir öykü ve aslında yazamadığını düşündüklerini
yazmaya çalışan birisinin hikâyesi tarifleniyor. Bu “klişe” sendrom ise yazarın
artık yazamamasından ziyade bir yazarın hayatının belirli bir rutin içerisinde
ya da bilinen normal hayat şartlarında ilerleyip ilerleyemeyeceği sorgulanıyor.
Kontur çizgileri belli bir zaman, mekan ya da anlatıya gereksinim duymamış
Tilmaç bu öyküde. Klişeden sıyrılmasını sağlayan da tamamen bu tutum ve sınırlı
bir görüntü çizmektense daha belirsiz bir imgelem kullanması. Başka bir
deyişle, Semih Gümüş’ün de bahsettiği “ayırt edici işçilik” gerekliliğini
yerine getiriyor. Bu bir gereklilik midir değil midir, başka bir yazının konusu
ancak bu ön-kabulden hareket ettiğimiz için olumlamak gerekiyor.
Ciğerdendir öyküsü
ise Feryal Tilmaç’ın toplumcu gerçekçi tavrını daha net ortaya koyduğu
örneklerden. Ciğer ekmek satan birisi ile anlatıcımızın diyalogları üzerinden
ilerleyen öykü, satıcının eşinin ahraz oluşuyla şekilleniyor. Diyarbakır’dan,
yaşadığı şehirden kopup gelmesindeki etkenleri öğrenmeye çalışan anlatıcı, bu
durum ile ilgili sosyo-politik çıkarımlarını uzun uzun okurla paylaşmak gibi
bir çabaya girişmiyor. Korucuların eşine cinsel tacizde bulunmuş olması ve
sonrasında kaçarak adaya gelmeleri anlatıcımızın odaklandığı nokta oluyor.
Satıcının olayı anlatırken, “Rahat koymadılar. Asker zannetme. Bizdendir
kanımızdandır sanki kanımıza susamışlardır. Korucu diyorlar” çözümlemesi
öykünün okur ile bağını sıkılaştırmak adına iyi bir metafor olarak kullanılmış.
Eşinin taciz sonrası öldü sanılarak kefenlendiğini ancak daha sonra mezardan
inlediğini anlatıyor ve satıcının ailesiyle birlikte yaşadığı topyekün çaresizliği
de bir biçimde tariflemiş oluyor: “Bismillah! Ölmemiş meğer ya da gitti geldi
valla anlamamışım. (…) Allah büyüktür. Bakındı etrafına, binè erdè xirabe;
yerin altı kötüdür.”
Gerek öykülerin
konusu gerekse biçemi öykülerin anlattıklarıyla daha iyi şekilleniyor. Okurun,
anlatılan ile anlatan arasında bir bağ kurmak yerine içselleştirebileceği
şekillerde bir anlatıdan söz etmek mümkün. Genel olarak kadın anlatıcılardan
yararlanan Feryal Tilmaç, anlatıcıların erkek olduğu öykülerde de yine
kadınların hikâyesini anlatmaya çalışıyor. Toplumcu gerçekçi taraflardan
bahsederken bunu dile getirmemek olmazdı, Tilmaç’ı bu konuda suçlamak da en
hafif tabiriyle terbiyesizlik olur. Ülkesinin temel sorunlarından(!) birini
(!!) merkezine almasından daha doğal bir şey de olamaz. Esneyen Adam, Feryal
Tilmaç’ın öykücülüğü hakkında okura fazlaca bilgi veren bir kitap ve bu
bilgiler hiç de yabana atılacak gibi değil. Kitabın son öyküsü, Aslı Gibidir -
Hanımkişi Niyetine Tek Perdelik Oyun ve sanırım bu yazıyı da büyük ölçüde
özetliyor, iyi ki!