Söyleşi: Kadir
Aydemir
Kanama’dan Yeni
Kuş Bakışı’na, Ölü Kitap’tan Dil Oyunları’na İzzet Yaşar. Sel Yayıncılık
tarafından yayımlanan şiir kitabınız Dil Oyunları’nın rötar nedenlerini bize
açıklayabilir misiniz?
Rötar niye?... ben
bir süre edebiyattan uzaklaştım. Sinema sanatına ilgi duydum. Sinema üstüne
denemeler yazdım. Bu yazılar Balta/zar adıyla yayımlandı YKY’den. Senaryolar da
yazdım. Onların gerçekleşme imkânı olmadı ama yazmam gerekiyordu ve yazdım.
Zaten ben, şiiri bir edebiyat türü olarak görmüyorum.
Neden?
Çünkü nasıl ki
maddenin katı, sıvı, gaz gibi halleri varsa sanatların da bir şiir hali
olduğuna inanıyorum. Sinema mesela bir sanattır, ama aynı zamanda da bir
aygıttır. Sinema ile bir tıp eğitim filmi de çekilebilir. Ama bence sinemanın
bir de şiir hali vardır. Mesela Godard’ın ya da Bresson’nun filmleri buna
örnektir. Bu nedenle kendimi şiirden uzaklaşmış saymıyorum, çünkü bu dönemde
sinemanın şiir haliyle ilgilendim.
Bu kitabınızda da
kendinize has şiir üslubunuz, dil işçiliğiniz sürüyor. Dil ile oyun İzzet Yasar
için olmazsa olmaz mı?
Kanama’da çok dil
oyunu yoktu, Yeni Kuş Bakışı’nda da pek yoktur. Çünkü o zamanlar şiirle
insanlara bir şeyler öğretebileceğimi sanıyordum, böyle bir yanılsama
içindeydim. Sinema yönetmeni Andrey Tarkovskiy’in de dediği gibi insanlık son
3000 yılda hiçbir şey öğrenemeyeceğini ispatlamıştır. O yüzden dil oyunları
oynamayı daha doğru ve keyifli buluyorum. Normal bir dil bir şey öğretmek için
kullanılır. Bir mesaj çıkacaksa benim şiirimden, bu, mısraların arasından okura
geçecek olan bir duygu, bir tavır olabilir sadece.
Dil Oyunları’nda
yer yer toplumsal hayatı sorgulayan, yakın tarihe göndermeler yapan bölümler
var. Devlet ile, sistem ile çekişmeler yaşayan dizeler bunlar... Bu konuda
neler söylemek istersiniz?
Tabii ki devletle,
sistemle bir sorunum var. Türkiye aslında feodal bir ülke. Senyörün yerinde
asker-sivil bir çekirdek grup var. Vasaller, yani siyasi partiler, feodal
senyörün icazetiyle sırayla iktidara geliyorlar. Kendilerinin ve onları
destekleyen çevrelerin çıkarlarına uygun icraatları yaptıktan sonra yerlerini
başka bir vasale bırakıp gidiyorlar. Böyle bir feodal sistemde, rüyasında
demokrasi olduğunu gören böyle bir yapıyla, benim problemim olması doğaldır. Bu
sistem bana oyun oynuyor, ben de dil oyunları oynuyorum.
Pek çok insanın
(okur ya da yazarın) bilmediği, akıllarına bile gelmeyecek sözcükleri
şiirlerinizle dolanıma alıyorsunuz. Bu ilgi ne zaman, nereden başladı sizde,
dilinize bu sözcükler nasıl yapıştı?
Ben bunu önce
Mustafa Irgat’ta gördüm. Onun yüzlerce sözlüğü (tarama, argo, mitolojik vs.)
didikleyerek nasıl ciddi bir şekilde - adeta bir mühendis gibi- şiir
çalıştığını gördüm. Ve böyle bir çalışmanın şiire neler kazandırabileceğini
gördüm. Tıpkı, bir bestecinin aradığı notayı bulması gibi, aradığınız bir kelimeyi
herhangi bir sözlükte bulabilirsiniz. "Şiir kelimelerle yazılır"
diyen Mallarmé de böyle çalışırdı şiire. Ayrıca, bu yöntem, bana saldırgan ve
müstehcen olma imkânını da veriyor. Özellikle yakın tarihimiz bence müstehcen
bir tarihtir. Ve onu kurcalarken benim de müstehcen ve muzır olmak hoşuma
gidiyor. Yani bu kelimeler benim bu oyunu oynamamı kolaylaştırıyor aynı
zamanda. İnsanları bu yolla rahatsız etmek istiyorum. Çünkü insanlar fazla
rahat! Rahatsız edilmeleri gerekiyor...
"Uçsuz
budaksız" bir şiir evreniniz var... Günlük yaşamınızda sözcüklerle aranız
nasıl? Bir reklam tabelası, bir duvar afişi gördüğünüzde sözcüklerden etkilenip
kurmacalar yapıyor musunuz zihninizde? Sözcükler sizi rahat bırakıyor mu?!
Benim kelimelerle
böyle bir problemim yok. Ben bu anlamda bir edebiyatçı değilim. Yani bütün
evreni kelimelerden ibaret bir şair değilim. Dünyayı sadece şiir açısında gören
biri değilim. Daha çok, kutsal kitaplardan, tarih kitaplarından ve günlük
hayattan çıkarıyorum mısraları. Kelimeler, şiirin duygusu, fikri oluştuktan
sonra, şiiri inşa çalışması sırasında inşaat malzemesi olarak bir değer
kazanıyor benim için.
İlhan Berk sizin
şiiriniz için "Bir başına, kapalı, çetin, lanetli bir şiiri
sürdürüyor" diyor. Lanetli bir şiir mi sizin şiiriniz, öyle ise, şiirinizi
lanetli yapan şeyler neler?
Bunu bir başıma
sürdürmüyorum; Mustafa Irgat’la beraber sürdürüyorum, Ece Ayhan’la beraber
sürdürüyorum. Lanetli olup olmadığını da bilmiyorum şiirimin. Sanırım, Rimbaud
için kullanılmıştı lanetli şair tanımı. Rimbaud zaten kendi kendini
lanetlemişti metinlerinde... Sonra da hayatında...
Peki siz
Rimbaud’dan etkilendiniz mi?
Çok etkilendim.
Mesela "La chanson de la plus haute tour" ismindeki şiir ve onunla
aynı dönemde yazılmış birkaç şiir beni çok etkilemiştir. Ama ben, Rimbaud’nun
yaptığı gibi hayatında da kendini lanetlemiş birisi değilim. İlhan Berk iltifat
etmiş, sağ olsun...
Dil Oyunları,
diğer şiir kitaplarınız ve öykü kitabınız da dahil olmak üzere, sanatınızla
anlaşılma-anlaşılmama isteğiniz hangi yönde? Anlaşılmamak gibi bir kaygınız
oldu mu?
Şiirin
anlaşılması, bir makalenin anlaşılması gibi değil. Şiiri anlamak demek, altında
yatan entelektüel emeği okumak ve bundan zevk almak demektir bence. Ben yine
sinemadan örnek vereceğim: Mustafa Irgat, bana, bir şiire bakmakla bir filme
bakmak arasında fark olmadığını da öğretmiştir. İyi bir filmi anlamak, onun
konusunu, olayların akışını anlamak değildir aslında. Onun arkasında yatan
yaratıcı emeği okuyup ondan tat almaktır asıl önemlisi. Şiir de film gibi
imgelerle yapıldığı için ona da böyle bakılmalı. Şiiri, bir filmi, tabloyu,
müzik eserini anlar gibi anlamaya çalışmalı.
İzzet Yaşar - Dil
Oyunları Oynuyorum