Kaynak Yapıt (KY) : Vassily Kandinsky/Sanatta Ruhsallık Üzerine, altıkırkbeş, 2001 (*1)
Vassily Kandinsky (1886-1944)
Soyut sanatı ilk ortaya atan ve ilk yapıtını 1910 yılında veren Kandinsky'dir. 1886’da Moskova’da doğdu; 1944’te Neuilly-sur-Seine’de öldü. Moskova’da hukuk ve politik ekonomi okudu, ancak 1896’da ressam olmak için Münih’e gitti. 1901’de Phalanx grubunun kurucu üyeleri arasına girdi ve çağdaş resim sergileri düzenledi. Çok seyahat etti, yapıtlarını Salon d’Automne’da sergilediğinde tekrar tekrar Paris’te bulundu. 1908-1914 arasında Murnau köyünde Münih Sanatçılar Birliği’nin ilk başkanı seçildi. 1912’de yayıncılığını Kandinsky ve Marc’ın yaptığı Blaue Reiter almanağı çıktı; aynı ad altında sergiler düzenlendi.
Soyut sanatı ilk ortaya atan ve ilk yapıtını 1910 yılında veren Kandinsky'dir. 1886’da Moskova’da doğdu; 1944’te Neuilly-sur-Seine’de öldü. Moskova’da hukuk ve politik ekonomi okudu, ancak 1896’da ressam olmak için Münih’e gitti. 1901’de Phalanx grubunun kurucu üyeleri arasına girdi ve çağdaş resim sergileri düzenledi. Çok seyahat etti, yapıtlarını Salon d’Automne’da sergilediğinde tekrar tekrar Paris’te bulundu. 1908-1914 arasında Murnau köyünde Münih Sanatçılar Birliği’nin ilk başkanı seçildi. 1912’de yayıncılığını Kandinsky ve Marc’ın yaptığı Blaue Reiter almanağı çıktı; aynı ad altında sergiler düzenlendi.
Wassily
Kandinsky’nin 1912’de yayınladığı ilk kitabı, Batı sanatında
devrimlerin yaşandığı yıllara rastlar. “Über das Geistige in der Kunst”
isimli (İngilizce çevirisi: “Concerning the Spiritual Art” (Sanatta
Ruhsallık Üzerine) adlı kuramsal yapıtı yayınlandı ve başka dillere
çevrildi. Bu kitapta sanatçı, geleceğin sanatı olarak soyut sanat
üzerine düşüncelerini dile getirir. Ancak zaman içerisinde bu kitabının
içeriğinin yeterince anlaşılamadığı ya da yanlış anlaşıldığı
düşüncesiyle, düşüncelerine açıklık getirmek amacıyla 1913’de
“Rückblicke” (Geri Bakışlar) kitabını yayınladı. 1914’de Rusya’ya döndü
ve 1917’den sonra bu ülkedeki sanat enstitülerinin düzenlenmesinde
önemli rol oynadı. 1921’de Rusya’yı terketti ve 1922’den 1933’e kadar
Bauhaus’ta öğretmenlik yaptı. 1926’da “Point and Line to Plane”
yayınlandı. 1933’te Paris yakınlarındaki Neuiliy’e yerleşti. Önemli
Yapıtları: İlk Soyut Suluboya, Mavi Dağ, Çan Kuleli Manzara, Siyah Kemer
ile Siyah Çizgiler, Beyaz Çizgiler, Mavi Daire Dilimi, Başat Mor, Başat
Eğri, On Beş, Ilımlılık, Hareketler, Bölünme Birlik, Daire ve Kare,
Beyaz Dengeli Hareket.
Kandinsky'ye göre soyut,
yalnız günümüz sanatı için değil, gelecek sanatlar için de geçerlidir.
“İnsan,” diyor Kandinsky; “Çevresinden vazgeçemez, ama, O, obje'den
nasıl kurtulacağını da bilmez. Bu, benim dile getirmek istediğim
sorundur. Çünkü, günümüz resminin ve yarının resminin de ana sorunu
budur.” Tüm yazı, kitap ve resimlerinde Kandinsky'nin dile getirmek
istediği şey, sanatın objesinin, “duyu yoluyla kavranan gerçeklik'
olmadığı, tersine, sanatın objesinin duyularla kavranamayan tinsel
varlık, tinsellik olduğu düşüncesidir. Ancak, bu tinsellik anlamındaki
soyutluğu, doğal objektiv (nesnelerle) karşılaştırma olanaklarından
soyutlama olarak anlamamalı, tersine soyutlama bütün bu olanakların,
(nesne ilgilerinden) bağımsız olarak, sanatsal ilgilerin çözümüne
dayanır.(*2)
Kandinsky, soyut sanatın
gelişimiyle ilgili düşüncelerini felsefi bir temele oturtur. Ama
dayandığı felsefi düşünce, dilinin açık olmasına ve düşüncelerini somut
örneklerle açıklamasına karşın satırlar arasında gizli kalıyor.
Kandinsky’nin sanatla ilgili düşüncelerinin zihin ile bir ilişkisi yok.
Kendisi Geri Bakışlar’da, akla, beyine seslenmek kadar kaçındığı bir şey
olmadığını söylüyor ve gelecekte “tinin sağlam kökler saldığı bir
ortamda hiçbir şey tin için tehlikeli olamaz, sanatta çok korkulan beyin
işi bile” diyor. Kandinsky koyu dindar biri. Mistisizme olan eğilimi
onu, yüzyılın başında sanat çevrelerinde çok etkili olan, Hıristiyan
inancıyla Uzakdoğu inançlarını birleştiren Teozoti akımına yöneltiyor.
Kitabında bu akımdan “zamanın en büyük akımlarından biri” diye
sözediyor. Bu akımın temel düşüncesine göre, madde ile tin karşıtlık
değil, aynı ilkenin değişik aşamalarıdır. Tanrı evrenin tinsel
temelidir. Herşey ondan gelir ona gider. Dünya tanrısal gücün
gerçekleşmesidir, onun yaşam sürecidir. İnsan yaşamının ereği aşama
aşama maddeden sıyrılarak, tinselliğe, besin kaynağı olan tanrısal güce
erişmektir. Kandinsky bu düşünceyi benimsemiş görünüyor. Gerçi kitabın
bir yerinde, teozofların 21. yüzyılda dünyanın bu güne oranla bir cennet
olacağı düşüncesini aceleci bulduğunu söylüyor, ama bu büyük tinsel
hareketi, gecenin karanlığında çaresiz kalan kimi yüreklere yol gösteren
bir yardımcı el olarak görüyor.(*3)
Şimdi
de, Kandinsky’nin soyut sanata temel kabul edilen “Sanatta Ruhsallık
Üzerine” kitabında çalıştığı konu ve kavramları irdeleyelim.
1. Ruhsallık
Her
sanat yapıtı, çağının çocuğu ve pek çok durumda duygularımızın
kaynağıdır. Uygarlığın her dönemi, asla tekrarlanmayacak olan, kendine
özgü bir sanat meydana getirir. Geçmişin sanat ilkelerini canlandırma
çabaları en fazla ölü bir sanat doğurur... Sanatçı, henüz
adlandırılmamış olan daha ince duygularını uyandırmaya çalışmalı ve
yapıtları, hissetme yeteneği olan izleyicilere sözcüklerin
anlatabileceğinin ötesinde, yüce duygular vermelidir. İzleyici, bir
sanat yapıtında, doğanın belirli bir amaca hizmet edecek bir taklidini
ya da doğal form aracılığıyla ifade edilmiş içsel bir duyguyu; doğanın
temel ruhunu arar. Yapıtlar gerçekten sanat olduklarında amaçlarını
yerine getirir ve ruhu doyururlar. Bu tür yapıtlar, ruhu bayağılıktan
korurlar, onu heyecanlandırırlar, yani ruhu belirli bir yüksekliğe
çıkartırlar: Sanatın etki olanakları, izleyicilerin etkileşim
kapasitelerinin uç noktalarına kadar kullanılmış olur. (KY/35)
Sanatçı,
yapıt ve izleyici üçgeninde temel öge, şüphesiz sanatçının içsel
değerleri ve ruhsallığıdır. Çünkü yapıt ve izleyici, sanatçının üretim
ya da yaratımlarının sonucunda var olan ya da olacak olana bağlıdır.
Yapıtın ortaya çıkmasında sanatçının ruhsal ve içsel değerler bütünü
temel bir rol oynadığı içindir ki, yapıtların ruhsuzluğu, izleyiciye
aktarılacak duygu veya düşünceleri zayıflatacak nitelikli olacaktır. Bu
niteliklerden ruhsal zenginlik, yapıtın değer olmasına yardımcı olacak
temel bir gerekliliktir.
2. Üçgen
Ruhun
yaşamı, yatay bir şekilde eşit olmayan bölümlere ayrılmış, en dar
bölümün en üstte yer aldığı büyük, dar açılı bir üçgen diagramıyla
temsil edilebilir. Üçgenin tepesi bugünse, ikinci bölüm yarındır. Bugün
bu tepe tarafından kavranabilen ve üçgenin geri kalanı için anlaşılmaz
olan şey, yarın, ikinci bölümün gerçek duygu ve düşüncesini
oluşturacaktır. Üçgenin her bölümünde sanatçılar vardır. İçlerinden
kendi bölümünün sınırlarının ötesini görebilenler, etrafını çevreleyen
diğerleri için birer kahindirler ve dik kafalı topluluğun ilerleyişine
yardımcı olurlar. Her bölüm, bilinçli ya da çoğunlukla bilinçsiz olarak,
kendisine karşılık gelen ruhsal gıdanın özlemini çeker; bu gıda sanatçı
tarafından sunulmaktadır. (KY/45)
Kandinsky,
ruhsal yaşamı üçgen temelli düşündüğünden ve tasarladığından, sanatın
ve sanatçının yaşamdaki yerlerini ve ruhsallıkla ilişki ve bağlarını
üçgen örneği üzerinden sürdürür. Yapıtlarında üçgeni bir form olarak
yoğunlukla çalışması da bundandır; yaşamın kendisini, ruhsallığıyla
bütünleştirme çabası içindedir. Sanatçı, sanatın ve yaşamın neresinde
olduğunu “üçgen” örneğinden hareketle değerlendirebilir. Ancak bu üçgen,
ruhsal düşünceyi ve ruhsal yaşamı temele ve merkeze almaktadır.
3. Piramit
Tüm
sanat bildirilerinde, soyuta, maddesel olmayana ulaşma çabasının tohumu
bulunur. Sanatçılar, bilinçli ya da bilinçsiz olarak, Socrates’in
“kendini bil” sözüne uymakta; onlara çalışma ayrıcalığı veren araçları
incelemekte, denemekte ve o ögelerin ruhsal değerleri arasında bir denge
kurmaktadırlar. Böylece sanatın farklı dalları kollarını biribirlerine
uzatırlar. Bu kucaklaşmanın uygun bir biçimde değerlendirilmesi,
gerçekten de yüce bir sanatı doğuracaktır. Sanatın ruhsal olanakları
içinde demlenen her adam, bir gün “en iyi”ye ulaşacak olan ruhsal
piramidin kurulması için değerli bir yardımcıdır. (KY/69)
Üçgen
örnekli ruhsal yaşam ve sanatsal düşünce boyutları, her sanat dalının
ve her sanatçının felsefi düşünceyle “en iyi”ye ulaşma temel çaba ve
hedefi olarak bilinçlerde ve bilinçaltlarında yer almaktadır. Bu “en
iyi”ye ulaşma; bir anlamda üçgenlerin birleşmesiyle bir piramite
dönüşerek, Kandinsky’ye göre tek bir sanat dalı ile değil, birden fazla
sanat dalının bütünleşerek ve hatta kucaklaşarak birlikteliğinin sanata
(ve belki sanat yapıtlarına) aktarılması ve uyarlanabilmesi ile olası
bir “en iyi”ye ulaşılabilecektir.
4. Renk
Renk,
duyarlılık bakımından az gelişmiş bir ruh üzerinde yalnızca geçici ve
yüzeysel bir etki bırakır. Bu yüzeysel etki, nitelik açısından
farklılaşmaktadır. Göz, açık ve duru renkler tarafından etkilenmekte ve
hatta duruluklarının yanısıra sıcak olan renkler daha da kuvvetli bir
şekilde onu çekmektedir. Parlak kırmızı insanları her zaman etkilemiş
olan ateşin cazibesine sahiptir. Keskin limon sarısı da gözü incitir ve
izleyici, mavi ya da yeşilde ferahlık aramak üzere oradan uzaklaşır.
Daha duyarlı bir ruh için renklerin etkisi daha derin ve yoğun bir
şekilde etkileyicidir. Böylece renklerin ruhsal etkilerine ulaşırız. (KY/76)
Siyah-Beyaz:
Beyaz, renksizlik olarak kabul ediliyor olsa da, içindeki tüm renklerin
kaybolmuş olduğu bir dünyanın sembolüdür. Bu dünya çok uzağımızdadır;
armonisi ruhlarımıza dokunamaz. Bu nedenle beyaz, bizi olumsuz yönde
etkileyen bir sessizlik gibidir. Bu, ölü değil, olanaklara gebe bir
sessizliktir. Beyaz, doğumdan önceki hiçliğin çekiciliğine sahiptir.
Siyah ise tamamen ölü, içinde hiçbir olanak barındırmayan bir sessizliğe
sahiptir. Siyah küller gibi tamamen yok olmuş, bir ceset gibi
hareketsiz bir şeydir. Siyahın sessizliği ölümün sessizliğidir.
Görünüşte siyah, en az armoniye sahip olan renk ve karşısında diğer
renklerin önemsiz tonlarının öne çıktığı nötr bir zemindir. Beyazın,
neşe ve lekesiz saflığın, siyahın ise acı ve ölümün simgesi olarak kabul
edilişi mantıksız değildir. Siyahla beyazın karışımı, iki hareketsiz
renkten oluşumu dolayısıyla sessiz ve hareketsiz olan ve sükunetinde
gizil bir hareket barındırmayan griyi meydana getirir. (KY/105)
Renk olgusu
ve gerçeği; tüm sanat dallarında ve tüm sanat yapıtlarında, sanatçının
duygu ve düşünceleri ile izleyici arasındaki en belirgin bir etkileşim
aracıdır. Tercih edilen ve yapıtlarda kullanılan renklerin, doku ve
formlar kadar yapıta bir anlam kazandırdığı ve izleyicilerin doğrudan
etkilendikleri bir gerçektir. Renklerin yanlış kullanılmasının,
yapıtları anlamlarından uzaklaştırabileceği ve istenen etkiyi
yaratamayacağı bilinmelidir. Renk bilgisi, form bilgisiyle bir bütün
oluşturacağı için, sadece renklere ruhsal ve maddesel olarak sahip
olmakla başarılı yapıtlar üretilemeyeceği ve ancak formsal bilgi ve
değerlerin de yapıtlara doğru aktarılması ile bunun mümkün olabileceği
üzerinde düşünmek gerekir. Rengin formdaki yeri ve önemi ile, formun
renklerdeki yeri ve öneminin iç içeliği ve bunun yapıtlara
yansıtılabilmesi, yapıtların başarılarında ciddi rol oynayacaktır.
5. Form
Form,
renk yüzeylerini ayıran çizgilerdir. Bu çizgiler, formun dışsal
anlatımıdır. Ama farklı yoğunluklarda içsel anlatımı da vardır. Form, bu
içsel anlamların dışsal ifadesidir. Form, bir nesneyi temsil ederek ya
da bir boşluğa veya bir yüzeye tamamıyla soyut bir sınır olarak yalnız
başına durabilir. Soyut ya da somut olarak adlandırılamayacak sayısız
form bulunur. Her formun mutlaka bir anlamı vardır, fakat çoğu zaman bu
anlamlar bize ulaşamaz ya da ulaşsa bile tam olarak anlaşılmayabilir.
Form
ne kadar soyutsa, çekiciliği de o kadar açık ve doğrudandır. Herhangi
bir kompozisyonda somut yan, kullanılan formların az ya da çok somut
oluşuna bağlı olarak, az ya da çok ihmal edilmiş olabilir ve somut
formların yerine saf soyutlamalar ya da somut yönü büyük ölçüde ortadan
kaldırılmış nesneler kullanılabilir. Sanatçı bu soyut formları daha çok
kullandıkça, soyut krallığının derinliklerine doğru güvenle
ilerleyecektir... Sanatçı, “kabul edilmiş” ve “kabul edilmemiş” form
gelenekleri arasındaki ayrımlara kör, çağının geçici öğreti ve
isteklerine sağır olmalıdır. O zaman, çağdaşları tarafından onaylanan ve
yasaklanan araçların tümünü güvenle kullanacaktır. İçsel
gereksinimlerin gerektirdiği tüm araçlar kutsaldır. İçsel gereksinimi
gözden saklayan tüm araçları kullanmayı düşünmek ise yanlış olacaktır.
Sanatın bu
ideali ile ilgili bir kuram ortaya koymak mümkün değildir. Gerçek
sanatta, kuram uygulamadan önce gelmez; onu izler. Her şey, ilk olarak
bir duygu sorunudur. Her kuramsal düzen, yaratımın belirlenmesi mümkün
olmayan esasından – ifade isteğinden – yoksun olacaktır. İçsel
gereksinimin niteliği ve öznel formu, ölçülemez ve tartılamaz. (KY/81)
Sanatta
ve sanat yapıtlarında var olan ve yaratılacak olan tüm formlar,
sanatçının ruhsal zenginliği ile ruhsal değerlerinin yapıta
yansıtılabilme oranında var olacaklardır. Formlara bir sınırlama
düşünülmesi olanaksızdır. Günümüzde var olan, düşünülen ve kullanılan
tüm formların, form düşüncelerinin, form tasarımlarının dışında henüz
hiç düşünülmemiş sayısız form olduğu bir gerçektir. Buradan hareketle
her sanatçı, günümüze kadar kullanılmış ve kullanılmakta olan formların
dışına çıkabildiği kadar, farklı düşünebildiği kadar yaratıcılığa
yönelecektir. Sanatta yaratıcılığın olmaması ya da zayıf kalması
durumunda ise sanattan söz etmek çok zor olacaktır.
6. Teori
Çağımız,
bir yapıtın karşısında durup, onun kendi mesajını söylemesine izin
vermekten hoşnut olmayan bir izleyici ve uzman tipi meydana getirdi.
İzleyici, yapıtın içsel değerinin işlemesine izin vermek yerine, kendini
“doğaya yakınlık”, “mizaç”, “işleme tarzı”, “tonalite”, “perspektif” ya
da vs. aramakla meşgul eder. Gözü dışsal ifadeyi içsel anlama ulaşmak
için incelemez. İlginç bir insanla sohbet ederken, onun esas düşünce ve
duygularına ulaşmaya çalışırız. Kullandığı kelimeler, bu kelimeleri
telafuzu, onları söylemesi için gerekli olan nefes, dilinin ve
dişlerinin hareketleri, beynimizdeki psikolojik faaliyet, kulağımızdaki
ses ya da sinirlerimizdeki fizyolojik etkiyle ilgilenmeyiz. İlginç ve
önemli olmalarına rağmen bu şeylerin, o an için esas şeyler olmadığını
ve bizi asıl ilgilendirenin anlam ve düşünce olduğunu farkederiz. Bir
sanat yapıtıyla karşı karşıya geldiğimizde de aynı duyguya sahip
olmalıyız. Bu genel bir hal aldığında, sanatçı, doğal form ve renkten
vazgeçebilecek ve tamamıyla sanatsal bir dilde konuşabilecektir. (KY/124)
Kandinsky’nin
burada verdiği harika örneği, her sanatçının gerçekten ciddi bir
şekilde düşünmesi ve kendi öznel sanat yaşamı ile üretim sürecinde
dikkate alması gerekir. Bir sanat dalının gerektirdiği maddesel araç ve
koşulları, sanatın merkezine ve odak noktasına yerleştirme yanılgısına
düşülmesinin ne denli yanlış ve hatta komik bir durum olacağı
unutulmamalıdır. Yapıtta aranması gereken ruhsallık, duygu ve anlam
derinliği yerine, yapıtın maddesel ve gözle görülebilen sıradan
niteliklerine odaklanma ve bunları önemseme durumu, izleyiciyi yapıtın
sanatsal değerinden uzaklaştıracaktır. Yapıttaki maddesel nitelikler de
önemlidir tabii ki, ama asla yapıtın ruhunu oluşturan temel öge durumuna
konulmamalıdırlar.
7. Sonuç
Geçmiş
zamanlarda somut idealler tarafından tümüyle küçümsenen ve gözden
saklanan soyut düşünce, sessizce sanata yaklaşmaktadır. Yavaş ilerlemesi
doğaldır, zira organik form arka plana düştükçe, soyut ideal daha fazla
önem kazanmaktadır. (KY/91) Sanat yapıtı, gizemli ve gizli
bir biçimde sanatçıdan doğar. Ondan yaşamını ve varoluşunu kazanır.
Varlığı tesadüfi ya da mantıksız değildir. Hem ruhsal hem de maddi
yaşantı açısından belirli ve anlamlı bir gücü vardır. O vardır ve ruhsal
atmosfer yaratacak güce sahiptir ve kişi, bu içsel açıdan, onun iyi bir
sanat yapıtı olup olmadığı kararını verir. Yalnızca ruhsal değer tam ve
tatmin edici olduğunda, iyi sonuç elde edilmiş olur... İnsan ruhunun
güçlendiği dönemlerde sanatın da gücü artacaktır. Çünkü ikisi ayrılamaz
derecede birbirine bağlıdır ve birbirini tamamlar. Ruhun maddi
inançsızlıkla boğulduğu zamanlardaysa, sanat amaçsız bir hal alır ve
“sanatın yalnızca sanat uğruna var olduğu” sözü duyulur. O zaman,
sanatla ruh arasındaki bağ adeta bilinçsizliğe itilir. Sanatçı ve
izleyici birbirlerinden uzaklaşır ve sonunda, izleyici sanatçıya sırtını
döner ya da ona, becerisi ve ustalığı alkışa layık hokkabaz gözüyle
bakmaya başlar. Sanatçının konumunu doğru ölçmesi; sanatına ve kendisine
karşı bir görevi olduğunu; bir şatonun kralı değil, ulu bir amacın
hizmetkarı olduğunu farketmesi çok önemlidir. Kendi ruhunun
derinliklerini araştırmalı, geliştirmeli ve onunla meşgul olmalıdır.
Böylece sanatı giydirebileceği bir şeye sahip olur; elsiz bir eldiven
olarak kalmaz.
Sanatçının söyleyeceği bir şey
olmalı; çünkü amacı, forma hakim olmak değil, onu içsel anlamına
uyarlamaktır. İçsel gereksinimle meydana getirilen, ruhtan kaynaklanan
şey, güzeldir.(KY/133)
Mahmut Özturan
Mart, 2011
Mahmut Özturan
Mart, 2011
Kaynaklar:
*1. (KY) Vassily Kandinsky, Sanatta Ruhsallık Üzerine, altıkırkbeş, 2001
*2. Modern Sanatın Öyküsü, Remzi Kitabevi
*3. Makale: “Kandinsky'nin sanatı tinsel mi zihinsel mi?”
(Nazan İbşiroğlu : www.felsefeekibi.com/sanat)
*2. Modern Sanatın Öyküsü, Remzi Kitabevi
*3. Makale: “Kandinsky'nin sanatı tinsel mi zihinsel mi?”
(Nazan İbşiroğlu : www.felsefeekibi.com/sanat)