Cumhuriyet
gazetesinde üç gündür bir söyleşi devam ediyor. New York’ta yaşayan gazeteci ve
gezgin Buket Şahin, Uruguay’a gidip, her yazdığı her söylediği merakla takip
edilen Eduardo Galeano ile söyleşmiş. Bu kapsamlı röportaj “dünya halleri”ne
dair Galeano’nun farklı görüşlerini ortaya koyarken, Şahin sözü ara ara
Türkiye’ye de getirmeyi denemiş. Ortaya, Latin Amerika ağırlıklı, Türkiye
uzanımlı yeni “aynalar” çıkmış. İlgili yansımalara biz de kısaca bakalım dedik:
(...)
Eduardo Galeano:
Birkaç yıl önce eşim Helena’yla birlikte ülkenizi ziyaret ettik. Kendi
olanaklarımızla, rehbersiz turistler gibi gezdik, dolaştık. Truva’da
Penelope’un kahramanını beklediği yerleri görmek istedim. Kıyı şeridi boyunca
gezdik. Şansımıza, kötü bir zamandı, fırtına çıktı ve bindiğimiz feribotun ne
zaman kalkacağı belirsizdi. Fakat herkes çok yardımseverdi ve yardımcı olmaya
çalıştı. Küçük kasabalarda dil bilmemek her şeyi zorlaştırıyor, ama hiç
kaybolmadık ve ellerin, hareketlerin ortak gizli diliyle anlaştık halkınızla.
Buket Şahin: Bir
gezgin olarak ben de aynı dili kullanmaya çalışırım. Gittiğim kırk beşe yakın
ülkede ora insanları gibi duyumsamaya, karşılaştırma yapmamaya çalışırım.
Eduardo Galeano:
Haklısın. Gittiği yere ait olmaya çalışmalı insan. Yediğiniz içtiğiniz şeyler
için de geçerli değil midir bu? Her ülkenin özgün tatlarını, geleneksel
içkilerini içerim. Bir Türk çayı tutkunu olsam da Bolivya’da koka çayı,
Arjantin ve Uruguay’da mate çayı, Kolombiya’da kahve içerim.
Buket Şahin: Son
kitabınız ‘Aynalar’da dünya uygarlık tarihini kısa ve sorgulayıcı bir dille
anlatıyorsunuz. (...) Latin Amerika’nın Kesik Damarları adlı yapıtınız
yayımlandığından bu yana 40 yıl geçti. Latin Amerika’daki son seçim sonuçları
Amerikan emperyalizmine karşı bir direnişi gösteriyor. Bu damarların nihayet
birbirine ulandığını söyleyebilir miyiz?
Eduardo Galeano:
Latin Amerika’nın Kesik Damarları’nı yazmak, benim için kişisel bir görevdi,
bir başlangıçtı. Bir son değil, bir şeyin başlangıcıydı. Yaşamın anlamlarını
kalemimle keşfe çıkmaktı bu, gerçeğin derinine inmekti. Latin Amerika’nın
gerçeği. Şimdiyse tüm insanlığın. Dünyamız aynalar gibidir. Sınırların,
haritaların olmadığı yarı bir ayna…İmkânsızı yazmaktı benimkisi. Denemeye
değerdi. Farklı zamanlara, farklı yerlere gitmekti. Para
gibi değil de normal insan gibi olursanız, farklı yüzyıllarda yaşamış
insanlarla kardeş olabileceğinizi anlarsınız. Paranın sınırı vardır, ama insanın
insanlığın sınırı yoktur. Diyelim ki binlerce yıl önce Alaska’da doğmuş
birisiydim diye düşünürseniz, kendinizi diğerleri gibi görebilirsiniz. Bu
bağlamda kitabımı cömert bir tavırla Obama’ya sunan Chavez’e gerçekten
müteşekkirim. Evet, kitap 35-40 baskı birden yaptığı için en çok satanlar
listesine girdi, ama Latin Amerika’da önemli olan okunma umududur... Sistem
dünyamızda cezalandırma ve ödüllendirme dengesizliği yarattı. Değer ve fiyat
tek kavram haline geldi. Bir şeyin değerini anlamak için fiyatını sorar hale
geldik. Fiyatını söyle değerini söyleyeyim gibi. Günümüzde her şey tepetaklak.
Değer fiyat tarafından belirleniyor, fiyat değerine göre belirleneceği yerde!
Gerçekten tepetaklak bir dünyadayız. Ve ben şahsen, çok satan kitaplara bir
anlam veremiyorum.
Buket Şahin:
Türkiye’nin açık damarları, emperyalizmin emrindeki politik İslamcılar yüzünden
2002’den beri benzer bir şekilde sömürülüyor. Ülkemizde dinsel söylemler, vahiy
kültürü arttı. Hititlerden beri verimini hiç yitirmeyen Anadolu toprakları,
hükümetin yanlış politikaları yüzünden milyonlarca çiftçimiz borç içinde kaldı.
İşsizlik oranı % 14 arttı. İşsizlikte dünya dördüncüsüyüz. Yabancı GDO’lu
ürünler, ölüm tohumları her yeri kapladı. Ülkemiz bir zamanlar tahıl ihraç
eder, kendini beslerken şimdi yenilen bir ülke haline geldi. Anti emperyalist
bir yazar olarak bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Eduardo Galeano:
Yemek için üretmek yerine, yenmek için üretmek örneğini veriyorsunuz. Hindistan
ve benzeri ülkeler de olduğu gibi. Günümüzde kendi kendine yeten toprağını
üreten pek çok kültürü yok etmeye yönelik küresel bir saldırı var. Eskiden
kendi ulusunu beslemek için tarımcılık yapan birçok ülke bugün uluslararası
yiyecek şirketlerine hizmet etmek için kendi tarımını ve halkını kurban
etmiştir. Yemek için üretirken şimdi yenmek için üretir hale gelmiş ve intihar
etmiş sayısız çiftçi vardır. Ne yediğine değil ne yemesi gerektiğine karar
verilen bu ülkelerden en trajik ve yoksullaştırılmiş ülke Haiti’dir.
Fransız
krallığının incisi ve zengin kolonisiydi Haiti . Her şey şeker üzerine
odaklanmıştı. Şeker ekonomisi zenginlik demekti. Toprak ağaları, köle gücünü
çalıştıran yabancılar, Fransızlar şekerin kutsal sunağına insanları kurban
ediyorlardı. Şeker toprağı mahvediyor, yok ediyordu. Sonsuz şeker tarlaları ve
çiftliklerin monokültürlülüğü ülkeyi gölgesizliğe ve sınırsızlığa terk
ediyordu. Çünkü sadece şekere odaklanan ekonomi, ormanları ve su kaynaklarını
öldürdü. Amerika kıtasının özgürlüğe kavuşmuş, köleliğe son vermiş, ilk kez
kolonyal özgürlüğünü ilan etmiş tek ülkesiydi Haiti . ABD değildir. ABD İngiliz
kolonyal gücünden çok sonra kurtulmuştur.
(...)
Köle sahibi Thomas
Jefferson, özgürlüğüyle kötü örnek olan Haiti’ye vebanın mubah olduğunu
söylemiştir. Fakat bu şeker üretiminin mahvettiği sömürü, devrime ağır bir
miras bırakmıştır. Yıllar sefaletten sefalete, diktatörlükten diktatörlüğe
geçtikten sonra sömürü yerini pirince bıraktı. Yerli halkı doyurmak için resmi
önlemler alındı. Bu kez de IMF ve Dünya Bankası eksperleri gereken önlemleri
kaldırdı. Sonuçta Haiti’nin pirinç tarlalarında çalışan köylüler dilenci
oldular. Çıplak bırakılan ülkeden kaçarken Karayip denizinde köpekbalıklarına
yem oldular. Son deprem Haiti’nin ilk mahvoluşu değildir, ilk mahvoluşu
Fransa’nın sömürgeciliği sırasında olmuştur ve özgürlüğünü ilan etme
küstahlığını gösterdiği için Fransa’ya 150 yıl boyunca haraç ödemek zorunda kalmıştır.
Buket Şahin: Bugün
aynı Fransa; Haiti’den özgürlük vergisi almaya devam eden Fransa, üçüncü dünya ülkelerine, ülkem
Türkiye de dahil, özgürlük dersleri vermeye kalkıyor. Haitililerin istediği
tahılı ekmesi yasaklandı.
Eduardo Galeano:
Bağımsızlık günahı, gurur günahıdır 150 yıl ödetilen. Beyaz lanettir bu
yerlilerin ağzında. Haiti’nin kendi topraklarına istediği tahılı ekmesi
yasaklanır. Borçları ile topraklarının, yani ülkenin yeni sahibi IMF ve Dünya
Bankası pirinç ekimini de yasaklar ve Haiti pirinci, ABD’den ithal etmek
zorunda kalır. Bugün Haiti’nin kendi üretimini koruma hakkı yoktur, ABD
istediğini üretme hakkına sahiptir. Çünkü her şeyin sahibidir, IMF
eksperlerinin de sahibidir ve Dünya Bankası zaten ABD’nin özel mülküdür. Kim
yemeğini yediği tabağa karşı konuşmak ister ki?!
Ülkeniz Türkiye’ye
dair bu konuda bir fikir beyan edemem, buzlu rakı satmaya benzer bu. Bana ancak
siz anlatabilirsiniz ülkenizde olan bitenleri. La Paz’a, Caracas , Buenos Aires’e gelip havaalanında
birkaç gazete okuyup her şeyi bildiklerini sanan Amerikalı ve Avrupalı
gazetecilere hep karşı olmuşumdur. Yarım saat içinde bir kitap yazarlar,
aslında bu ülkelere gerçek anlamda inmemişlerdir. Şartlandırıldıkları gibi
kendi kurallarını yazmışlardır. Günümüzün eşit olmayan dünyasında emperyalist
programlamanın bir sonucudur bu. Bazıları yorum yapar, bazıları yorumlanır.
Bazıları dünyanın, bazıları kendi sessizliklerinin sahibidirler.
Buket Şahin:
Aynalar’da bahsettiğiniz Bolivar’ın öğretmeni Rodriguez’in okulları, bana bizdeki
Köy Enstitülerini anımsattı. Günümüz Türkiyesi’nde 85 bin cami var. Her 350
vatandaşa bir cami düşerken, 60 bin vatandaşa bir hastane düşüyor. Bir dünya
rekoru. Doktor ve öğretmen kadrosundan çok 90 bin imam var. Köy Enstitüleri
kapatılınca, imam hatip liseleri açıldı. Dini kadrolaşmaya gidildi, ABD’den
yönetilen cemaat kapitalizmi medyayı ele geçirdi.
Eduardo Galeano:
Türkiye’de hastane sayısından çok cami olduğu gerçeği doğru mu?
Buket Şahin: AKP
hükümeti başa geçtiğinden beri iki katına çıktığı söyleniyor.
Eduardo Galeano:
Bolivar’ın hocası Rodriguez’le Atatürk arasında çok ortak şey var sanırım.
Bolivar Atatürk’ten 100 yıl önce yaşadı. Günümüzden yaklaşık 200 yıl önce
Bolivar ve Rodriguez gerçeği görüp yazmışlardı. Hâlâ yaşayan bir gerçektir bu.
Sanatın zamanın yaralarını saran ölümsüz gücü gibi. Günümüzde insanlar, yarım
saat, bir hafta, bir ay gibi zaman dilimi içinde kaybolup gidiyorlar. Sanat
böyle değildir. Her zaman geçerliliğini korur. Mesela, Latin Amerika’da
insanlar “bağımsız” değiliz derler. ‘İspanyol sömürgeciliğinden bağımsız doğduk
ama kendi aklımızla düşünemiyor, kendi kalbimizle hissedemiyoruz çünkü her şeyi
ithal ediyoruz’ diyorlar. Bolivar, yeni sahiplerin egemen gücüne karşıydı.
Bağımsız olmamız gerekirdi. Eğer
gerçekten bağımsızsan, neden ABD ve Avrupa mallarını kullanıyor, kopya
ediyorsun? Kopya edeceksen en önemli şey olan kendini kopyala. Başkası
tarafından keşfedilen şeyi kopyalama, kendin keşfet! Yoksa kaybolur gideriz. Rodriguez , Peru ,
Kolombiya, Venezüella ve Bolivya’da kurduğu okullarda bırakılan değerleri
yeniden evlendirmeye çalıştı. Eller ve beyinler gibi. Entelektüel beyinle iş
yapan ellerin evliliği gibi. Kız ve oğlan çocuklar, çocuklar ve anne babalarını
beraber eğitmek gibi. Nasıl yazılır, numaralar nasıl kullanılır, ev nasıl inşa
edilir, marangozluk, tarla nasıl ekilir gibi beceri gerektiren el sanatlarını
öğretmek istedi.Ve her kız veya oğlan çocuğu istediği dalı özgürce seçebilir,
özgürce düşünebilirdi. Hem elini hem beynini kullanırdı. Günümüz Latin Amerika’sında
ise insanlar açlıktan ölüyor çünkü üstünde yaşadığı toprağı işlemesini maalesef
bilmiyorlar.
Buket Şahin:
Bizdeki Köy Enstitüleri uygulamasına benziyor. Babam anlatırdı, kendi okul
sıralarını, fırını, masayı, tabureyi kendilerinin yaptıklarını. Yaparak ve
yaşayarak öğren.
Eduardo Galeano:
Aynen öyle. Entegre olmuş eğitim sistemi. Günümüzde ise her şey kopya... Dünya
bir kazının altında kalmış gibi. Çivisi çıkmış, bozuk bir dünya. Bozuk,
dejenere, seks ve gangster kültürü. Sarhoş insan gibi. Sarhoş insan dünyanın
döndüğünü gözüyle gördüğünü sanır. Çılgın bir tanrının yarattığı dünya gibi.
Kendi parçalarından boşanmak için yaratılan bir kültür gibi. Bu nedenle,
günümüzde eğitimin amacı; bırakılan, unutturulan değerleri geri getirmeli,
onlar üzerinde yoğunlaşmalı. Birbirinden ayrı düşen ve düzelmeye çalışan bir
başka ulusal değer de dildir. İnsan kimliğini parçalara ayırmak ve herkesi
ayrıştırmak insana zarar veriyor. Herkesin alnına bir etiket konuluyor: Yazar,
avukat, fakir, zengin gibi. Edebiyat dünyasında da böyle. Ne tür kitap
yazıyorsunuz diye soruyorlar bana. Ben, bir tutkuya dönüştürülen ayırma,
sınıflaştırma yerine, ortak insanlık dilini birleştirmek istiyorum. Yine
soruyorlar; şiir mi, çocuk kitabı mı diye. Bilmiyorum. Ben sadece insan birliğinin,
insanlık duygusunun belleğini yeniden hatırlatmak istiyorum. Başkalarının
kapılarının arkasına giremezsiniz, ama ben edebi dili kullanarak bu edebiyat
gümrüğünü kaldırmak istiyorum.
Buket Şahin:
Dünyada ve ülkemizde, medya, insanları eğitmek yerine uyuşturmak, unutmak,
sorgulamamak üzerine programlıyor..
Eduardo Galeano:
Size katılıyorum. Televizyon, kurulu düzeni tekrarlayıp duran imgeler ve
yankısı olan sesler bırakır boşluğa; yeryüzünde bunların ulaşamadığı tek bir
nokta yoktur. Bütün dünya kötü dizilerin bir banliyösü gibidir, bizler ithal malı duyguları,
bir konserve misali tüketirken, hayatı oluşturmak, düşünerek, paylaşarak
yaşamak yerine salt izlemek üzere şartlandırılan televizyon çocukları
yetiştiriyoruz. Latin Amerika’da ifade özgürlüğü, birkaç radyo istasyonunda ve
yerel gazetelerdeki protestolarda bulunmak hakkından ibarettir. Polisin kitap
yasaklamasına gerek kalmadı ki, fiyatları kitapların yasaklanmasına
yetebiliyor. ALINTI