Bu görüşme
Douglas L.Paterson ve Mark Weinberg tarafından yapılmıştır.
(Douglas L.
Paterson Omaha’da, Nebraska Üniversitesi Dramatik Sanatlar Bölümü’nün
Profesör’ü ve Omaha Ezilenlerin Tiyatrosu Merkezi’nin kurucusudur. Mark
Weinberg Visconsin Merkez Üniversitesi’nde Tiyatro Yönetmeni ve Doçent’tir. – Rock County
ve Birleşik Devletler’de “Hiyerarşiye Meydan Okuyan Kollektif Tiyatro” nun
yazarıdır.)
(Bu görüşme
kaynağını “Yüksek Performans” adlı sunumdan almış ve bir versiyonu 1996 Yazı’nda yayına
hazırlanmıştır.)
İki Bölüm’den Oluşan Görüşmenin II. Bölümü
SORU: Şimdiki
soru evrenselleşmeyle ilişkilendirilmeli. Biz mikrodan makroya doğru bir tarzda
evrensel olana nasıl ulaşırız? Ezilenlerin Tiyatrosu tekniklerinin kısıtlı
olanaklarıyla gerçeğin ve ideal sonuçların durumdan duruma benzerlik
göstermesine yol açması mümkün mü? İmge ve Gökkuşağı Tiyatrosu teknikleri bize,
daha önceden kendi teknikleriyle yapılanmış kısıtlı olanaklar sunabilir. Bu
temsiller muhtemelen tahmin edilebilir. Bu kısıtlı sonuçlardan yola çıkarsanız,
seyirciler tarafından yapılandırılan kahramanların ve sonuçların dünyada benzer
olduğunu görürsünüz. Bu tahmin edilebilir sonuç ve süreçlerle belli bir
evrenselliğe ulaşırız.
BOAL: Ben, eğer belli bir forum’a
(tartışma ortamı) sahipseniz, orada tahmin edilebilir pek çok alternatifler ve
pek çok stereotiplerin de olacağına inanıyorum. Yedek stereotipler de dahil.
Forum’a gitme konusunda siz; “Ya oraya yalnız gideceğim, ya da başkalarıyla
gideceğim” diye düşünebilirsiniz. Bu tahmin edilebilir, ya biri, ya diğeri.
Kimi seyirciler şunu söyleyecektir: “Oh, oraya yalnız gitmeyeceğim, diğer
insanlarla gideceğim.” Bu da tahmin edilebilir ve çok sık olan bir şeydir. Buna
rağmen tahmin edilebilir olması, doğru olmadığı anlamına gelmez. Doğru olan,
zamanımızın çoğunu, yalnızca problemlerimizi çözmek uğruna çabalamakla
harcadığımız halde, bunu açığa vurmadığımızdır. Yani, birinin yalnız değil
birlikte gidebiliriz deme çabası, eğer tahmin ediliyorsa bu
iyi bir şey.
Aynı zamanda,
Forum Tiyatro’nun, sonunda problemlere çözümler bulma konusunda değil,
problemleri düşündürme yöntemi konusunda önemli bir etkisi olduğuna inanıyorum.
Çünkü normal (alışılmış) tiyatroda bir “felçlik” durumunun olduğunu
düşünüyorum, bu tiyatroda seyirci aksiyonun gücüyle felç olur ve karakterle
özdeşleşerek acı çeker, kimi zaman da yalnızca cevap verir seyirci, aktörün
yaptığını yapar, onun hissettiğini hisseder. Benim için önemli olan şu;
bulduğumuz şey tamamıyla çözüm olmayabilir, ama çözüm bulmak için arayış,
gözlem ve kritik etme süreci yaşanmıştır. Forum Tiyatro’nun sonunda, hiçbir çözüm
bulamazsak da; “-Tamam. Güzel oldu. Biz bir çözüm bulamadık fakat araştırdık”
derim. Kimi zaman, sonunda basmakalıp bir çözüm bulmaktansa, hiçbir şey
bulamamanın daha iyi olduğunu düşünürüm. Çünkü o zaman çözüm hakkında gerçekten
düşünmüş olursunuz. Değişen şey seyircinin tutumudur., yalnızca tüketen değil,
sorular soran bir seyirci söz konusudur.
Son yıllarda
gerçekte oyuncu başı (lider) olmayan oyuncu başı (lider) için kullandığım bir
numara var, bu numarayı çok seviyorum. İçindeki lideri keşfetmek zorunda kalan
tasarlanmış(tarafımdan) bir lider. Bu insan benim verdiğim yanlış bir öğretiyi
buluyor. Çünkü ben onlara numara yapıyorum. Bunu çok seviyorum. Oysa ben
onlardan bana güvenmelerini istemiştim ama bu güven gözü kapalı bir güven
değildi. Dolayısıyla bu oyun onlara, her ne söylersem söyliyeyim,
söylediklerimi tamamıyla doğru olarak kabul
etmemeleri gerektiğini öğretti. “Söylediğim iyi ya da değil, benimse ya da
benimseme, düşün ve analiz et.” Ezilenlerin Tiyatrosu’nun böyle olması
gerektiğini düşünüyorum. “Daima düşün; bu doğru mu? Kabul ediyor musun?” Bu düşünmeyi
kışkırtmaktır ve eylemi, yaratıcılığı kışkırtmaktır.
Biz her ne
yaratıyorsak, her ne düşünüyorsak, her ne eyliyorsak, bizi hareket geçirecek
bir başlama noktası bulmak zorundayız. Fakat dünün karakterinin söylediği gibi
değil: “Ne kadar çok okursam, o kadar güçsüz olduğumu görüyorum. Hiçbir şey
yapmak istemiyorum. Domino oynayacağım.” Oysa Ezilenlerin Tiyatrosu tersini
söyler: Sen başka pek çok şey yapabilirsin...Ne gibi? Haydi keşfetmeye çalışalım.
Biz mesaj sunmuyoruz. Yöntemler getiriyoruz, mesaj değil.
SORU: Ama bu
yaklaşım bizi, bir yandan yeren(eleştiren), öte yandan kahramanlaştıran
Marksist melodramlarda olduğu gibi Kahraman/Kötü adam dualizmine sokmaz mı? Bir
açıdan “iyi” önemli hale gelirken, “kötü” de önemsiz hale gelecektir. Forum’da
yaptığımız gibi konferansta da yaptık bunu. İzlerken, bunun muhtemelen olması
gerektiğini, fakat sıklıkla da olmadığını gördük. Problem bundan daha karmaşık.
Dar görüşlü bir dekana ya da dar görüşlü bir öğretmene dair bir şeyi oynamak
zorunda kalmak çok kötü. Kabul
edelim ki 20 dakikalık bir zamanda hazırladık bu parçayı. Fakat yine de iyi ya da kötünün
melodramlarını yapmak gibi bir eğilimiz oldu.
Daha zengin bir anlatıma ihtiyacımız yok mu?
BOAL: Bunun
kuşkusuz durumlara bağlı olduğunu düşünüyorum. Söylediğiniz gibi hazırlık için
20 dakika süre vardı ya da insanlar ne yaptılarsa bu sürede yaptılar. Daha
derine gidersiniz ya da gitmezsiniz. Paris’te yapmayı henüz denediğimiz bir
örnek var, abartılı bir sempati durumundan uzaklaşıldığına inandığım çok iyi
bir deneyim bu. Biz Euripides’in Iphigeniası’nı yaptığımızda, beylik bir hikaye
yapmadık. Fakat arketipsel bir hikaye yaptık., stereotipik (klişe) bir hikaye
değil. Arketipik ve stereotipik-bu ikisi aynı şey değil. Yalnızca görünenin
sonuçlarından yararlanarak dış görünüşe ilişkin görüşünüzden söz ettiğinizde bu
stereotipiktir (klişe). Pek çok şeye seyircinin gözünden bakıyorsanız bu
arketipiktir. Sonra siz insanların güç adına mücadelelerini içeren bir oyun
izliyorsunuz. Fakat bu güç seyirci tarafından yalnızca güç olarak algılanmalı.
Her şeye muktedir olan bir güç olarak değil. Şöyle ki: Bir başkasını
öldürebilecek gücüm var, başkalarını alt edebilecek güce sahibim, onları yok
edebileceğime inanıyorum, bu gücün bende olduğunun farkındayım, bu yüzden
onları öldürmeme gerek yok. Bu güç hayvanlardakinden çok farklı bir güçtür. Bir
aslan, eğer
öldürebilecek gücü olduğuna inanırsa öldürür, fakat öldürebilecek gücü
olmadığını hissederse öldürmez.
Zaten uygarlık,
insanlığın, o gücü kullanmaksızın, gücü kavramaya çalıştığı bir süreçte meydana
geldi. İnsanları öldürme gücün olduğu halde, bu gücü kullanmaya zorunlu
olmadığını bilerek kral olmak. Fakat bir “kral” olmak, her bir insanın da senin
kral olduğunun farkına varması. Bir rahibin yaptığı gibi, farkına varılan bir
oyun gibi, her bir insanın kralın gücünün farkına varması. Bizim yaptığımız da
buydu. Biz arketipik bir oyun yaptık. Her kim güç kazanıp güç kaybediyorsa, onu
gördüğümüz bir oyun. Bu da bir kral olarak Agamemnon’un güç kazanması anlamına
geliyor. Agamemnon kral olduğunda babasının gücünü kaybediyor. Bu yüzden
Iphigenia’yı kurban etmek zorunda kalıyor. Yani, eğer gücünü kazanıyorsan, bir yandan da
kaybediyorsun anlamına gelen bir mekanizmadır bu. Yunan uygarlığının
başlangıcında var olan bir düşüncedir.
Bazı şeyler de
insana cazip gelebilir. Ben güçlü olmak istiyorum. Örneğin; geçen gün Oskarlar
hakkında bir yazı okuyordum. Orada bazı aktörler vardı. Yakışıklı karakterleri
oynayan yakışıklılığıyla güç kazanmış aktörler. Fakat onlar sanatçı olarak güç
de kaybediyorlardı bir yandan. Şimdi onlar o karakterleri oynamak zorundalar.
Onlar bu şekilde milyonlarca dolar kazanıyorlar, bu tür karakterleri oynayarak
para kazandıklarının farkındalar, bu yüzden buna saplanıp kalmak zorundalar.
Onlar yıldızlıktan güç alıyorlar fakat bir oyuncu olarak da güç kaybediyorlar.
Onlar oyuncu olmak isteselerdi, içinde mekaniklik bulaşmış hiçbir şey olmayan,
yapamadıkları farklı deneyimlere girişirlerdi. Bu yüzden güç kazanmak kimi
zaman bize güç kaybettirir.
Bizim yaptığımız
oyun, bir kadının bir adamla ilişkisinde kendini savunmak zorunda olması ya da
olmamasını içeren arketipik bir oyundu. O (Iphigenia) babasının kızı olmak
zorundadır, öldürülmeyi kabul
etmek ve Achilles’in karısı olmak zorundadır. Eğer; “Hayır seninle evlenmek istemiyorum ve
öldürülmeyi istemiyorum.” derse, babası
kral değildir, dolayısıyla prenses de değildir. O kimliğini yitirmiştir. “Ben
kimim? Neredeyim?” sorularıyla birlikte kimlik sorgulaması düşüncesi gelir
dolayısıyla. Bunlar oyundaki arketipik şeyler. Arketipik arzular, arzuyla irade
arasındaki mücadele. “ Bunu arzuluyorum fakat iradem bana bunu söylemiyor.”
Zamanın her anında Agamemnon kızını kurtarmayı arzu eder fakat iradesi şunu
söyler: “Sen onu öldürmek zorundasın.” Kimi zaman Agamemnon kendi arzusuna karşı
mücadele eder. Yunan tragedyası olan bu oyunun tam bir arketipsel oyun olduğunu
düşünüyorum.
Sonra biz güncel
oyunlar yaptık ve bu oyunlar muhtemelen daha eski oyunların stereotipleriydi.
Burada kızının ırzına geçen bir baba vardır. Bu durum çok sık olan bir şey.
Fransa’da, başlangıçta (Forum’a katılanlar) bu olay hakkında konuşmadılar,
sonra konuşmaya başladılar. Bu durumun kırsal bölgelerde olduğunu ve Şimdi
Paris’te dahi böyle şeyler yaşanabildiğini söylediler. Babası tarafından ırzına
geçilen kız. Ve biz bundan daha az ya da çok stereotipik bir hikaye yaptık.
Diğer bir hikaye de, daha az ya da stereotipik olan tatil yapmaya(hiç bir şey
yapmayan, eylemsiz) devam eden
insanların rahatsızlıklarını kışkırtan handikapının hikayesiydi. Siz problemleri insanları çıkmaz
içinde göstererek kışkırtırsınız. Bu yüzden hikayenin daha az ya da çok
stereotipik olması önemli değil. Mekanizmaları harekete geçirecek bir arketip
olması önemli, çünkü o mekanizmalar arketipsel düzeyde harekete geçerler. Sonra
siz Fransa’da tekrar tekrar olmuş bir stereotipik bir durumu gösterebilirsiniz.
Ardından, kral ya da yönetici olma girişimini bilen seyirciye az ya da çok
sorular sorarsınız bu babanın varoluşu ve kendini az ya da çok ortaya koyması hakkında. Fransa’da şimdi ve burada
bu tür durumların önüne geçmek için ne yapabilirsiniz? Irzına geçilen kızlar ve
yasak cinsel ilişkiler konusunda neler yapabilirsiniz? Eğer siz böyle bir olaya tanık olsaydınız
nasıl davranırdınız?” Böylece biz, bu duruma karşı mücadele etmek için çözüm
yolları bulmaya çalışıyoruz. İnanıyorum ki, dolaysız durumların ötesine geçerek
etkili oluyoruz. Fakat kuşkusuz 20 dakika içinde.
SORU: Yani, bazı
fikir ayrılıklarını resmetmenin bir ifadesi olan fazla stereotipleştirme
(klişeleştirme) diyalogu doğurmada bir dereceye kadar önemli oluyor. Belki de
yapılan çok katmanlı ve karmaşık şeyler bize yalnızca ince farklılıkları, en
küçük ayrıntıları incelemede yol gösteriyor.
BOAL: Ben her
tür durumda Forum Tiyatro yapabileceğimizi düşünüyorum, her türlü ilişkiyle ve
her şeyle. Fakat bu kuşkusuz siyah/beyaz yapmak anlamına gelmiyor. Ibsen’le
Çehov’u ele alalım. Bir Ibsen’i hazırlamak bir Çehov’u hazırlamaktan daha
kolaydır. Örneğin insanların
düşman ilan ettiği Dr. Stockmann’ı ele alın. Bazı şeyleri Forum’da görmek
açısından Stockmann karakterinin çok uygun olduğunu düşünüyorum. Biz bunu Forum
Tiyatro’da nasıl yapabiliriz?
Vanya Dayı Forum
için, yerine konulacak ve ne yapılması
gerektiğini gösterecek şeyler açısından çok daha zordur. Çünkü Vanya Dayı daha çok
bir karakter oyunudur, diğeri ise durum oyunu. Forum için durumlar daha
uygundur. Sizin için karakterler önemliyse, yine Forum yapabilirsiniz fakat
zihindeki donuk imgelere polislik yapan şeylere yönelik olan Arzu Gökkuşağı
(Rainbow of Desire) bu uygulama için daha uygundur.
SORU: ABD’deki
Broadway oyunları, üniversitelerimizdeki tiyatrolar ve buradaki bölge
tiyatrolarımız ve tabii ki Rio’daki –standart oyunları sunan tiyatrolar için ne
düşünüyorsunuz? Sizin bu tür performanslara
karşı olmadığınızı biliyorum. Fakat sizin eğiliminiz, toplumsal
interaktivitenin getirdiği, tiyatronun da ihtiyacı olan tam bir yakınlaşmadan
mı yana?
BOAL: Düşündüğüm
tam da bu. Sanırım burada Fransa örneğini vereceğim. İnsanlar okullardaki
tiyatro öğretmenlerine çok aşina. Fakat onlar yalnızca Moliere, Racine,
Mariavux, Corneille öğretiyorlar. Öğretmenler okul dışında gördükleri oyunları,
bu kez aynen okulda hazırlıyorlar. Bana göre tersi yapılmalı. Okul; tiyatro
dilinin öğrenildiği bir yer olmalı, prodüksiyonun tamamlandığı yer değil, dil
önemli. Ezilenlerin Tiyatrosu tiyatronun bir dilidir ve bu tiyatroda
prodüksiyonun tamamlanması gerekmez. Sanırım her birimiz için doğrusu da bu.
Almanya’daki Schausspiel House örneğine bakalım; her yıl bir Alman klasiği
yapmak zorundalar, bir de bulvar oyunu. Bu zorunluluğu anlayamıyorum. Her yıl
aynı şey. Her yıl sıkıcı bir tekrar. Eğer
onlar, içinde Forum Tiyatro yapabilecekleri bir mekana sahip olsalardı, eminim
yaptıklarıyla tiyatroyu yeniden canlandırırlardı. Şundan da eminim; eğer biz Arzu Gökkuşağı
teknikleriyle Hamlet’i hazırlayacak olsaydık, Shakespeare’deki aksiyonları
yeniden canlandıracaktık. Oysa onlar Shakespeare’i bilinen, normal bir yolla
hazırlıyorlar. Kast ettiğim aksiyonu daha canlı hale getirmektir. Yani
düşündüğüm şey; tiyatronun dilini öğrenmeyi ve tamamlanmamış bir yapıyı tercih
etmemizdir. Şimdi bunu yapmaya başlamanın zamanıdır.
Omaha’nın, ülkedeki diğer kentlere göre şiddetin
daha yaygın olduğu bir kent olduğunu söylemiştim. Burada, insanlarla kurulan
diyalog yalnızca, böylesine yaygın şiddetin neden olduğuna ve bu şiddetin,
nasıl olur da durmadığına dair değil –çünkü siz zaten buradaki şiddeti
durduramazsınız- fakat varolan şiddetin nasıl azaltılabileceğine dair olmalı.
Statik olan tiyatronun bir başka formunun gösterilmesine dair değil.
Ezilenlerin
Tiyatrosu’nun toplumsal açıdan önemli olduğuna eminim, fakat Ezilenlerin
Tiyatrosu, varolan tiyatronun bir diğer formu olarak, hayatı daha
katlanılabilir kılma anlamında da kullanılabilir. Günümüzde hayat kimi zaman,
Brezilya örneğinde olduğu gibi katlanılamaz olabiliyor. Yaşadığınız binanın
kapıcısı ya da bekçisi binadan uzaklaştığında, siz burada her an ateş altında
kalabilirsiniz. Bu katlanılamaz bir durum. Herhangi biri diğerine ateş açmak
istediği için şiddete maruz kalabilirsiniz. (Böyle bir şey oldu) Birkaç gün
önce böyle bir manzara gördüm. Ardından da Adam kendini haklı gösterdi, katil;
“Oh, çok üzgünüm, gerçekten onu öldürmek istememiştim, diğerini öldürecektim.”
Ona göre bu kabul
edilebilirdi, sözünü ettiği o kişi, dükkanın önüne uzanmış yoksul bir adamdı.
Bu ve benzeri olaylardan ötürü Omaha’da yaşamak çok zor. Fakat siz tiyatro
yoluyla diyalog kurabilirsiniz, Forum Tiyatro’yla –somut bir tiyatroyla. Büyük
politik ve toplumsal problemleri çözebileceğimizi düşünmüyorum. Eğer bir yerde
açlık, bir yerde işsizlik varsa, orada
şiddet kaçınılmazdır. Çünkü bir insan için şunu söylemek çok zordur: “Evet,
açlığa razıyım, ya da işsiz kalmaya razıyım veya sefalete razıyım.” Bu çok zor
bir şey. Kimileri bu durumu kabul
ediyor, kimileri de isyan ediyor. Sefalet içinde yaşayan bir insana, sefil
olmadığını, yalnızca yoksul olduğunu anlatamazsanız, yoksul insanı daha az
yoksul yapmaya yönelik politik eylemleri göremezseniz, eğer bu eylemleri dikkate almazsanız, şiddet
kaçınılmazdır. Fakat bazen şiddet, bu
tür kaçınılmaz şiddetin de ötesindedir, Forum Tiyatro buna da yardımcı
olabilir.
SORU: Şiddetin
karşısında umuttan da konuştuk bu hafta. Brezilya’da, Amerika’da ve dünyanın
her tarafında, serbest piyasa moral değerler(buyruklar) oluşturuyor. Bir tür
gelecek, bir çeşit umut anlamına gelen sizin tiyatronuz bütün bunların
karşısında yer alıyor. Siz umutlu musunuz?
BOAL: Evet umutluyum. İletişim kurmada bazı
sözcüklerin yararlı olduğunu düşünürüm. Bunlar yalnızca dinsel sözcükler ya da
toplumsal pratiği ifade eden
sözcükler için geçerli değil. İşte “umut” o sözcüklerden biri. Çünkü
arzularımızı gerçekleştirme umudumuz olmazsa “umut” da olmaz. Arzuladığımız
şey, toplumumuzda hepimiz için daha iyi olabilecek bazı şeyleri değiştirmeyi
istemek olmalıdır. Bazen insanların umut hakkında konuştuklarını duyuyorum.
Brezilya’da çok sık rastlıyorum. Çaresiz insanlar şöyle söylüyor: “Umutlu olmak
zorundasın...” Ben onlara; eğer
mücadele etmeyi bilmiyorlarsa, mücadele etme arzuları yoksa, umut etmek için
bir neden olmadığını söylüyorum. Bunu yapmadığı sürece her şey eskisi gibi
devam edecek çünkü.
Umut , bir gün
bazı şeylerin olacağını körlemesine beklemek değil. Bir gün tanrının sana yardım edeceğini
körlemesine ummak. Kör umut, bunun umutsuzluktan daha kötü olduğunu
düşünüyorum. Umut derken kastettiğim şey güçlü bir arzuya sahip olmanızdır. Eğer buradaki insanlarda,
ırkçı şiddeti azaltmaya ya da sona erdirmeye yönelik güçlü bir arzu varsa onlar
umudu hak ediyorlar demektir. Biz güçlü bir arzuya sahipsek umudu hak ederiz.
Umut etmenin bir hak olduğunu düşünüyorum. Güçlü bir arzumuz yoksa umut etmek
için hakkımız da yoktur.
Hangi güçlü
arzular umut etmeyi gerektirir? Omaha’da, burada hangi arzular? Mr. Warren
Buffet’dan daha zengin olma arzusu...Bunu arzu edemezsiniz, bu meşru bir arzu
değildir, yalnızca çocuksu bir arzudur. Fakat şu arzu meşrudur; Omaha’da hiç
kimse ölmemeli. Ne soğuk yüzünden, ne açlıktan, ne de birbirine ateş açan
silahlı çeteler yüzünden. Hiç kimse ölmemeli. İşte bu arzu meşrudur. Öyleyse biz
ölmeme arzusunu geliştirmeliyiz. O zaman umut etmeyi hak edebiliriz. Umut bir
hak ediştir. Her ne şekilde olursa olsun sahip olduğunuz bir şey değildir. Eğer arzunuz sizi aktif
hale getiriyorsa umut etmeyi hak edersiniz. Fakat evde sırt üstü yatıp; “Bunun
olacağını umuyorum” diyerek lotaryadan kazanç sağlayacağınızı bekliyorsanız, bu
umut meşru değildir. Hükümetin insanlar için nasılsa her şeyi iyileştireceğini
bekliyorsanız, bu da meşru değildir.
SORU:
Dolayısıyla lotarya eğilimi rüşvetçi umutla örtüşen bir metafor’dur. Bu
rüşvetçi umut yoksulluktan kurtulma düşüncesine prim verir. Bir anda bir milyon
kazanacaksınız. Sizin umudunuz bu. Eylemsel bir umut değil yani...
BOAL: Evet, pasif bir umut. Sizi oynamaya sevk
etmeyen, size karşı duran bir umut. Bir anda bir milyon kazanacağınızı
biliyorsunuz; aynı zamanda hiçbir şey kazanamayacağınızı da biliyorsunuz.
Brezilya’nın durumunu ortaya koyan ve çok merak uyandıran bir oyun çıktı. Bu
oyunda bir bilet satın alıyorsunuz, sonra bileti kazıyorsunuz ve hemen bir şey
kazanıp kazanmadığınızı görüyorsunuz. Bu oyun iş yapmadı. Fazla ses
getirmemesine karşın hâlâ oynayanlar var. Bu oyunu ortaya çıkaranlar şunu
soruyor: “Fakat neden?” Onlar bu oyunun çok satacağını düşündüler. Oysa
insanlar bileti alır almaz, derhal kazanıp kazanmadıklarını görüyorlardı.
Benim teorim ise
“Hayır”, bu böyle değil. Lotaryadan bilet aldığınızda, satın aldığınız şey
öncelikle ödül değildir. Satın aldığınız şey, öncelikle ödül kazanma umududur. Eğer siz ödül kazanıp
kazanmadığınızı hemen bilirseniz, ardından gelecek hayal kırıklığına neden olan
umut etmenin mutluluğunu yaşayamazsınız. Hayal kırıklığıyla birlikte, hayal
kırıklığı öncesinde umut etme. Bu sahte bir umut’ur, iki haftalık mutluluk.
İşte siz bileti satın
aldığınızda, iki
haftalık mutluluğu, iki haftalık umudu da satın alırsınız. Eğer sonucu hemen bilirseniz, hayal kırıklığı
da, bileti satın alır almaz gelir. Brezilya’da bu şans oyununun neden iş yapmadığı
ortada. Brezilya’da lotarya ve yasa dışı kumar çok yaygın. Çünkü orada işe
yaramaz-sahte bir umut var. Lotaryada size kazanmayı bekletecek bir umut,
sonuçta ezenin ezmeyi sürdürmesine hizmet eden
bir umut. Bu umut, siz hiçbir şey yapmadan, dünyanın daha güzel olacağını vaad eden bir umuttur. Bunun
çok kötü olduğunu düşünüyorum. Çünkü size eyleme geçirecek ve oluşacak kolektif
arzuyla, dünyayı daha güzele doğru götürecek nitelikte bir umut değildir bu.
Benim sözünü ettiğim umut geliştirici olmalı. İşte benim inandığım umut bu
umut. Geliştiren, dönüştüren umut.