Eren Aysan: Şu
bir gerçek ki, babam öldürüldüğünde on altı yaşındaydım. Bu kadar erken bir
öldürümün acısını hep yarım bırakılmışlık hissiyle taşıdım
Işıl Öz
Eren Aysan’ın
hazırladığı, um:ag kitaplarından çıkan “Bir Eflatun Ölüm- Behçet Aysan Kitabı”
raflarda yerini aldı.
Eren Aysan ile
T24 için görüştüm... İlk olarak, “Bu kitap fikri epeydir var mıydı?” diye
sordum. “Uzun zamandır babamla ilgili kitap hazırlamayı düşünüyordum, evet ama
hayat kolay geçmiyor... Sivas davası, zamanaşımı derken bir dizi acıyla
boğuştuk, durduk. Öte yandan hep babam dostlarıyla bir kitapta da olsa kol kola
yürüsün istedim. Acılar, hüzünler, aşklar, bir avuç sevinç hep yan yana olsun
dedim. Tek tek arkadaşlarına, tanıdıklara, dostlara başvurdum. Bir anda pek çok
isim yan yana geldi... Ve hep birlikte “Bir Eflatun Ölüm”ü yeniden armağan
ettiler bize. Sanki babam yanıma geldi ve tekrar baş ucuma oturdu.” dedi ve
ekledi:
“Şu bir gerçek
ki, babam öldürüldüğünde on altı yaşındaydım. Bu kadar erken bir öldürümün
acısını hep yarım bırakılmışlık hissiyle taşıdım. Bir şeyleri tamamlamaya
ihtiyacım var. İşte bu kitap duygularıma aracılık ediyor bir bakıma... Kitaba
başlarken babam “Behçet Aysan”ın şiirine daha içerden bakmamıza imkan
sağlayacak bir çalışma düşüncesi vardı. Zamanla bu düşünce gelişti, evrimleşti.
“Anılar” bölümünde bir de baktım ki, 1980’li yılların kültürel iklimine, yalnız
babama değil, bu yıllarda şiirlerini yayımlatmaya başlayan ve yayın dünyasına
hız kazandıran pek çok isme de tanıklık ediyor kitap. Her birinin zor bir
hayatın içinden geçerken direnme gücüne ışık tutuyor. Muzaffer İlhan Erdost’tan
Ahmet Say’a, Özdemir İnce’den Haydar Ergülen’e, Ercan Kesal’dan Ataol Behramoğlu’na
kadar pek çok ismin bir aradalığıyla yakın tarihin acılı ezgilerini yeniden
dinlemeye başlıyorsunuz.”
Aysan, umutsuz
bir beklenti de olsa, “Behçet Aysan” özelinde Sivas katliamını yapanlar ve bu
katliama seyirci kalanların, nasıl bir insana kıydıklarını göstermek
istediğini, böylece kendilerine şaşırmalarını sağlama arzusunu taşıdığını da
belirtti ve bakın neler dedi:
‘Kitapta, Toplumsal Bellek Platformu’ndan
da imzalar var’
“Bizi yan yana
getiren Ümit Kaftancıoğlu ailesinden Canan, Naki Kaftancıoğlu ve kardeşim, eş
zamanlı acıları birlikte yaşadığımız şair Metin Altıok’un kızı Zeynep Altıok
Akatlı’nın da kitapta imzaları var.
Çünkü, bizi birleştiren babamızın, anamızın, eşimizin, kardeşimizin
siyasi cinayetlere kurban edilmesiydi. Bizi yan yana getiren yaşadığımız
öldürümlerin ardından sığındığımız adaletin yerine getirilmemesiydi. Bir ülke
düşünün, siyasi nedenlerle cinayetler ardı ardına yaşansın, devlet üzerine
düşen görevi yerine getirmesin! Hatta katiller beraat ettirilsin, cezaları özendirici
şekilde azaltılsın! Bu kadarla da kalmayıp, o katillere pasaportlar,
ehliyetler, evlilik cüzdanları verilsin! Devlet sorumluları bulacağına, siyasi
cinayetlere kurban giden ailelerin yakınları gözünde kurumayan yaşla tek bir
nefes, tek bir yürek, tek bir ses olmak zorunda bırakılsın! O zaman sizlere
soruyoruz, adalete hesap vermesi gereken yalnız tetikçiler mi, yoksa bütün bu
yaşadığımız sürecin sorumluları mı?
Yıllardır ayrı
ayrı adalet arayışımızı sürdürüyor, yeri geldiğinde yüreğimizdeki korla ayakta
dimdik durmaya çalışıyoruz. Bunun için birbirimize tutunuyor, bir daha aynı
acıların yaşanmaması için çaba harcıyoruz. Kitapta da birlikte ses verelim
dedim.”
‘Bir kere daha “vicdan” duygusuna sığındım’
“Kitapta da
yazıyor…Vicdan duygusunu yalnız ben değil, bütün Türkiye yaşadığında, bu
ıstırabı bütün bir ülke duyduğunda gerçekten silkineceğiz acılarımızdan...
Çünkü, “Babam Behçet Aysan ülkesini temsil eden bir yazardı, şairdi. Kısacık
yaşamına sayısız ödül sığdırmıştı. Henüz hayattayken şiirleri pek çok dile
çevrilmiş pek çok ülkede yayımlanmıştı. Aynı zamanda doktordu, nöro-
psikiyatrdı. Hani bugün ülkemizde mumla aranan aydınlardandı. Zaten onu diri
diri ateşe verenler yazdığı bir dizeyi okumuş olsalar, değil onu ateşe vermek,
boynuna sarılırlardı. Yıllar boyunca mezarına çiçek bırakırken, usulca ağlarken
öğrettiği sağduyuyu yitirmemeye özen gösterdim. Ama zaman zaman gerçek cehennem
oldu. İçimden taştı, gürül gürül akan ırmak oldu. Soruyorum size… Ben şimdi
çocuğuma senin deden şairdi, yazardı, doktordu, bu ülkenin aydınlık yüzüydü ama
yakıldı nasıl diyeceğim? Ona hiçbir şey ayaklanmaya kalkmış cehalet kadar
korkunç olamaz derken aynı zamanda insanların bir gün tekrar diri diri
yakılmayacağına nasıl inandıracağım? Çünkü eğer kimlik bir vatandaşlık
belgesiyse, babamın yanmış kimliği hala çalışma masasında duruyor. Eğer kimlik
devletin resmi belgesiyle babamın yanmış kimliği her gün bana bakıyor.”