Annesi Sevim
Burak’ın kendisine yazdığı mektupları yeniden yayımlayan A. Karaca Borar: “Bu
mektuplarda hakaret yok. Bunlar sıra dışı bir edebiyatçının trajik, içten
mektupları”
NİLÜFER OKTAY
Kitabın adı “Mach
1’dan Mektuplar”. Bu kitapta 21 yıl önce kalp rahatsızlığı nedeniyle ölen yazar
Sevim Burak’ın mektupları var. Burak mektuplarında o dönemde ABD’de yaşayan
oğluna, A. Karaca Borar’a sesleniyor en çok. Ve Türkiye’den; hayat
koşullarından, edebiyat çevresinden, ikinci eşi ressam Ömer Uluç’la yaşadığı
problemlerden, kalp hastalığından bahsediyor, eleştirilerde bulunuyor. Yaklaşık
13 yıl aradan sonra ikincisi baskısı yapılan kitapta yer alan mektupları A.
Karaca Borar derlemiş. Borar’a göre “Bu mektuplarda aşağılama, hakaret yok.
Bunlar sıra dışı bir edebiyatçının içten, trajik mektupları.”
İyi bir Sevim
Burak okuruysanız bu kitap size iyi gelecek. Hiç okumadıysanız yeni bir yazar
keşfetmenize aracılık edecek. Fakat Sevim Burak’ın bir mektubunda yazdığı,
Borar’ın röportajda hatırlattığı, yıllar önce Yıldırım Türker’in kitap adı
olarak önerdiği gibi: “Bu mektupları çocukların erişebileceği yerden uzak bir
yere” koymanız gerekecek.
“Protesto için nişanımda Afrika kıyafetleri giydi”
Mektupları yayımlama
nedeniniz neydi? Nasıl bir eleme yaptınız aralarından?
En önemli kriter
Sevim Burak’ın kişiliğiyle ilgili olmaları. Edebiyatının zorluğu, gizemi,
çözülememişliğiyle bir paralel oluşturuyorlar. Kendi içlerinde birer öykü
gibiler. Bu mektuplar Selim İleri’nin de söylediği gibi onun zor edebiyatına
anahtar olma niteliği taşıyor. Romanı “Ford Mach 1”ın kılavuzu olabilecek
referanslar var. Pek çok şeyin çok yalın, samimi ve esprili bir şekilde
tarifini yapıyor. Türkiye’de bir anne oğluna böyle şeyler yazmaz. Ama o anne
değil, anne ötesi başka bir şey. O bildiğimiz manada anneliği yapamazdı,
yapamadı da zaten. Ne yemek, ne ütü yapmayı bilirdi. Sanatıyla uğraşırdı.
Önsözde de “Küçükken
annemin başka annelere benzemediğini olgunlukla karşılayıp kabul ettim” diye yazmışsınız. Fakat kitabı
okurken ben ciddi bir baskı yaşadığınızı düşündüm. Bu mektupları Amerika’da
kendinize yeni bir hayat kurmaya çalışırken alıyordunuz. Nasıl hissediyordunuz
kendinizi?
Zamanında çok
varlıklı bir ailenin kızıyla nişanlandım. Muhteşem bir tören yapıldı. Annem
istemediği için Afrika kıyafetleriyle geldi nişana, protesto niyetine. Büyük
skandal oldu. Ama hiçbir zaman o kızı kötülemedi. Annem beni bana anlatan
biriydi. Sonra zaten kendi kararımla ayrıldım o kızdan...
Yani hiç baskı hissetmediniz.
Tam tersine
yeterince faydalı olamadığımı düşündüm. Amerika’da ilk işim diskoteklerde şişe
toplamaktı. İlk kazandığım parayı anneme yollamıştım. Sevim Burak’ın komik
tarafları da vardı. Yolladığım paraların bir kısmını antikacılar çarşısında
harcamıştır ama bunun da önüne geçemiyorsunuz. Annem öldüğünde yanında eski
sevgilim Oya da vardı. Onu Amerika’ya getirmek için oradaydı. Hastane bile
ayarlamıştım ama doktorlar uçmasına izin vermediler. Ben nasıl onun için her
şeyi yaptım diyebilirim ki?
Gerçekten hiç kızmadınız mı annenize?
Tabii ki kızdım
ama çok gençken... Ama annem beni hiç dövmemiştir. İlkgençlik dönemimde zaten
hep kağıtları, Ömer’le (Uluç) kavgalarıyla meşgul bir kadındı. Ben de
sokaklarda büyüyen bir çocuktum. Fakat bundan en ufak bir serzenişle
bahsetmiyorum çünkü son derece mutluydum. Odam, gramofonum vardı, annem yatağa
radyo ile girmeme bile izin verirdi. Zaten öyle şeylere hiç karışmazdı. Annelik
gibi bir tasası yoktu, o Sevim Burak’lık yapıyordu. Çok şanslı olduğumu
düşünüyorum. Başka bir annem olsaydı herhalde bayağı problemli bir çocuk
olurdum. Amerika döneminde ise onun sevgilisi, babası gibi olmuştum. Bir
mektubunda benim için “Hayatımdaki tek erkek” dedi. Demeyebilirdi de ama dedi.
“Ömer Uluç’u gördüğümde gidip hırpalamak istedim”
Kitabın ilk
baskısı yıllar önce yapıldı. Mektuplarda bazı insanları kızdıracak, üzecek
eleştiriler var, kolay mıydı o dönem?
Korkunç
problemler yaşadım. İkinci baskıda yer alan ilk mektubu dayatmalarla ilk
baskıda yayımlatmadılar. Öyle bir klik oluşturuldu ki Ömer Uluç ve çevresi
tarafından... Ki bu mektupları Sevim Burak oğluna yazmıştır, mecburdur
doğruları söylemeye. Avukatlar yollayıp dava ettiler. İkinci baskı yapılmasın
diye para bile teklif edildi... Sevim Burak’a yaşatılan hainlikler ne aşka ne
insanlığa sığar. Anlaşılmadığı için dışlanmış, dışlandığı için anlaşılamamış,
zaten hain birinin eline düşmüş bir yazardır.
Ömer Uluç’la mektupları yayımlatmadan önce hiç konuştunuz mu?
Katiyen. Görmek
bile istemiyorum. Amerika’dan döndükten sonra bir-iki yerde karşıma çıktı.
İçkiliydim, üzerine yürüyüp hırpalamak istedim ama sonra geçiyor bunlar.
Anneniz
mektuplarında öz babanızla ilgili de olumsuz yorumlar yapmış.
Annem komik,
gülmeyi seven, güldüğü zaman güzel olan bir kadındı. Babam hakkında doğru
gözlemleri var. Evet, babam viyolonistti, sanatçı ruhu vardı ama alaturka bir
adamdı. Annemin kabiliyetlerinden bir tanesi kendisiyle de alay edebilmesidir.
Kitapta Adalet
Ağaoğlu, Yaşar Kemal, Leyla Erbil gibi yazarların da adı geçiyor ve anneniz
onları beğenmediğini söylüyor. Bu konuda da ona katılıyor musunuz?
Bir Yaşar Kemal’i
sonra da Sevim Burak’ı okuyun. Kemal’in Türk edebiyatına getirdiği yeni bir
teknik mi vardır? Tabii ki ben de beğenmiyorum. Sevim Burak ne kadar farklı bir
şey yaptığını öteden beri biliyordu zaten. Ancak başkalarının bilmezlikten
gelmesi, anlayanların da sessiz kalması diğer sorunlarıyla birlikte onu çileden
çıkartmıştır. Sevim Burak, Türk edebiyatı için eşsiz bir insan ve hâlâ
anlaşılabilmiş değil.
Üvey babanız
dışında bu yazarlardan ya da mektuplarda adı geçen diğer kişilerden olumsuz
tepki gösteren oldu mu?
Bazı akrabalarım
benimle konuşmuyor. Edebiyat çevresinden çok insan tanırım, kimse sırtını
dönmedi ama büyük kısmı benden uzak duruyor. Ne mutlu ki esas önem verdiğim
insanlardan büyük tepkiler almadım.
Kimler onlar?
Cevat Çapan
mesela. Zaten iftira yok mektuplarda, bu bir görüş açısıdır. Yazdığı gibi
olmayabilir ama Sevim Burak’ça böyledir. Ali abi (Ali Poyrazoğlu) yine her
zamanki gibi bana sıcak davranır. Yaşar Kemal’i, Adalet Ağaoğlu’nu tanımam.
Leyla Erbil’le seneler sonra bir yerde karşılaştık, dostça davrandı.
Sonsuza dek uzayan cümleler
Evet, annem
ikinci eşi Ömer Uluç’la bir aşk yaşamıştır. Bir dönem mutlu olduklarını kimse
inkar etmiyor. Uluç’un kızının doğumundan önce ve sonraki dönemlerdir esas
acıklı olan. Evliliğin kurtarılması için yapılan bir çocuk, kalp hastası,
hayatıyla boğuşan bir kadın var. Buna rağmen Uluç’un para kavgalarının,
cimriliğinin, aldatmalarının devam etmesi tüyler ürpertici.
Sevim Burak’ın
oğlu olarak anılmaktan korkunç zevk ve gurur duyuyorum. Uluç’ın kızı ise bundan
rahatsız oluyor. Zaten ben anneme benzerim, üvey kız kardeşim ise babasına.
Bu mektuplarda
hakaret değil, gözlemler var. İnsanlar okuyup böyle adamların olduğunu
görsünler. Bu tip insanlar sadece sanat çevresinde değil her meslekte olabilir.
Sevim Burak’ın
edebiyatını ortaya çıkarışı da farklıydı. Müsveddelerle çalışmazdı. Kelimeleri,
cümleleri kesip sonsuza dek metrelerce uzayabilir hale getirirdi ve bunları
iğnelerle perdelere asardı. Perdeler bitince duvarlara sıra gelirdi, duvarlar
bitince de yerlere. Sonra onları iğnelerden çıkarıp sonsuza dek birleştirerek
anlamlar kazandırmaya çalışırdı. Bazen o kadar hızlı düşünürdü ki yazısı
düşüncelerine yetişemezdi.