Sunday, March 10, 2013

Kürt sorununda çok yönlü hesaplar ve alternatif çözüm



MUSTAFA PEKÖZ  <mustafa@acikgazete.com>

Öcalan ile devlet arasındaki görüşmelerde önümüzdeki süreçte çok daha önemli siyasal sonuçların ortaya çıkaracağına dair veriler ortaya çıkmaya başladı. Son iki aydır özellikle Öcalan’ın almaya başladığı inisiyatif, Kürt sorununun çözümünde yeni ve önemli bir adım olarak değerlendirildi. Öcalan’ın kafasında oluşturduğu politik projenin giderek netleştiği anlaşılıyor. Sürecin sağlıklı olarak yürüyebilmesi için toplumun çok farklı kesimleriyle tartışarak, devletin önüne daha somut bir proje koymak istediğini İmralı’ya giden ikinci heyete açıklamış bulunuyor.

Süreç sanılandan daha karmaşıktır

Sorunun çözümüne ilişkin atılacak çok yönlü politik adımların sanıldığı gibi kolay olmayacağı tersine karmaşık bir sürecin ürünü olacağı çok açık. Herkes kendi politik pozisyonunda sorunu ele alırken, bir bakıma kendi politikalarını etkin kılmanın yollarını arayacaktır. Çözümün hangi yönde ilerleyeceğini ise tamamen karşılıklı politik güç ve dengeler belirleyecektir. Aynı zamanda sürece müdahil olan bütün güçler stratejik çıkarlarını esas alacaklardır. Doğal olarak sürecin bir tarafı ve muhatabı olan Kürtler de, stratejik çıkarlarını esasen alan bir kısım politikaları yaşama geçireceklerdir. Bu bakımdan demokratik siyaset içinde atılacak adımlar sanılandan çok daha karmaşık bir süreç içerisinde ilerleyecektir.

Bu sürecin özellikle böylesi bir dönemde başlamış olmasının nedenleri üzerinde durmakta yarar var. Kürt sorunu Ortadoğu’nun en önemli ve stratejik çözüm bekleyen bir meselesidir. Ortadoğu denklemi içerisinde bu soruna politik bir çözüm bulunmadan bölgede istikrarın sağlanması söz konusu olamaz. Güney Kürdistan bölgesinin fiili bir devlet gibi hareket etmesini sağlayan politik koşulların giderek belirginleşmesi, Suriye’de Kürtlerin özerkliklerini ilan ederek yönetimi ele almaları, bölgenin denklemini bütünlüklü olarak değiştirmiş bulunuyor.

Ancak Kürt sorununun çözüm denkleminin merkezi, PKK ile Türk devleti arasında süren savaşın gelmiş olduğu noktadır. Bu gerçeği artık herkes kabul ediyor. Kuzey Kürdistan bölgesinde, Türk devleti ile Kürt gerilla güçleri arasında süren savaşın son bulması, sorunun müzakere edilerek çözümlenmesi için başlatılan sürecin arka planı, tahmin edilenden çok daha derindir.

Türk devleti adına AKP’nin böylesi bir süreci başlatma eğilimi içine girmesinde uluslararası ve bölgesel güç ilişkilerinin önemli bir etkisi bulunuyor. Bu bakımdan, henüz somutlaşmamış ve ön görüşmeler olarak tanımlayacağımız sürecin nasıl gelişebileceği, ne gibi negatif ve pozitif sonuçları olabileceği konusunda dikkat çekmemiz gereken bazı noktalar bulunuyor.

Süreci etkileyen uluslararası ve bölgesel faktörler

Birincisi, PKK ile Türk Devleti arasındaki görüşmelerin başlaması, ABD ve AB’nin bölgesel politikaları bakımından önemlidir. Bu iki güç, PKK’nin bütün Kürdistan coğrafyasında önemli bir güç olduğunu kabullenmiş bulunuyor. Ortadoğu denkleminde PKK’nin de masada olduğu artık kabul görmeye başlandı. Örneğin Suriye politikası bakımından PYD’siz bir çözümün olmayacağı görülüyor.

Özellikle bölgedeki denklemi değiştirmek ve kendi stratejik çıkarlarına uygun bir düzenleme yapmak isteyen ABD, AB, Rusya ve hatta Çin gibi ülkeler Kürt sorunuyla çok yakından ilgilenmektedirler. Özellikle ABD ve Rusya eksenli gelişen bölgesel rekabette Kürtlerin stratejik rolü çok daha önemli oranda ön plana çıkacaktır/çıkıyor. Türkiye’nin Kürt sorunu nedeniyle istikrarsız bir konumda olması, ABD’nin Türkiye’ye yüklemiş olduğu görevler bakımından sorun olacaktır. Özellikle Suriye denkleminin netleşmesinin bir bakıma Kürtlerin alacağı politik karara bağlı olduğu, bütün uluslararası ve bölgesel tarafların farkında olduğu bir durum. Bu bakımdan ABD ve AB, Türkiye’nin Kürt politikasında belirli bir değişikliğe gitmesi gerektiğini çok açık olarak belirttiler, dahası kendi politikalarında da bazı değişikliklere gitmeye başladılar. Obama’nın Öcalan ile başlatılan süreci kuvvetle desteklediğini belirtmesi, AB Parlamentosu’nun ilk kez Kürt sorununun barışçıl çözümü için özel olarak toplanması, Merkel’in Öcalan ile yapılan görüşmelere destek verdiğini açıklaması, Türkiye’ye verilen önemli mesajlar olarak algılandı.

Şunu söylemek pek abartılı bir durum olmaz: uluslararası güçler, Kürt sorununda Türkiye’ye politik yeni bir dayatmada bulunmaya başladılar. AKP’nin elini güçlendirmek için de, NATO denetimindeki Patriot füzeleri Kürdistan bölgesine yerleştirildi. AB dönem başkanı Fransa tarafından Türkiye-AB ilişkilerine yönelik yeni bir süreç başlattı. AB müzakerelerine ilişkin yeni başlıkların açılması ve hatta vize kolaylığı gibi adımların atılmasına yönelik mesajlar verildi. Öyle ki, Fransa, Paris katliamına ilişkin Türkiye’nin rolünü gizlemeye yönelik bir politik karar aldı. Amaç, Türkiye’nin kendisine verilen rolü oynayabilmesini sağlamaktır. Bunun merkezinde ise Kürt sorununun bir biçimiyle gündemden çıkartılması bulunmaktadır. Bu bakımdan Türkiye’ye empoze edilen politika devreye konuldu.

İkinci önemli nokta bölgesel ilişkilerde Kürtlerin oynamış olduğu stratejik roldür. Kürtler artık bir merkez güç olarak dengeleri belirleme potansiyeline ve gücüne ulaşmış bulunuyorlar. Suriye’de olduğu gibi gelecekte İran içinde de Kürtler stratejik dengeleri değiştirecek tek güçtür. Bunun yolunun da KCK’den geçtiği biliniyor. Çünkü KCK, Kürdistan’ın dört parçasında örgütlü olan ve milyonlara hitap eden tek hareket olup, bölgesel-küresel bir rol oynamaktadır. Bu bakımdan Ortadoğu’nun dört devletinde Kürtler olmadan bir politik istikrardan bahsedilemez.

Kürt topraklarının stratejik önemi giderek artıyor. Örneğin Güney ve Batı Kürdistan arasındaki ilişkiler gelecekte enerji hatları bakımından çok önemli bir rol oynayacaktır. Suriye’de Esad rejimi ile Özgür Suriye Ordusu’nun Kürt politikasının birbirine çok yakın olması nedeniyle, PYD ve Kürt Yüksek Konseyi’ni yok sayarak bölgesel ilişkilerde izole etme politikasını izlediler. Ancak bu politika bütünlüklü olarak çöktü, bugün ÖSO güçlerinin Kürdistan Yüksek Konseyi ile görüşme kararı almış olması, Kürtlerin Suriye genelinde belirleyici bir güç olduğunu kabul etmesidir. Bu bakımdan Batı Kürdistan’a yönelik izlenen izolasyon politikası fiilen son buldu. PKK ile aynı ideolojik ve politik çizgiye sahip olan PYD ile ilişkilerin istikrarlı bir şekilde gelişmesi bölgesel denklemin gizli ama en önemli halkasından biridir. Bir yandan PYD ile yakın ilişkilerin, diğer yandan PKK ile savaşın, sorunu çok daha karmaşık hale getireceği görülmeye başlandı. Bu bakımdan bölgesel ilişkilerin daha sağlıklı yürümesi için Türkiye’nin PKK ile yürüttüğü savaş politikasında değişikliğe gitmesi gerektiği sık sık vurgulanıyor.

Üçüncü önemli nokta ise Türkiye’nin kendi iç politik istikrarı ve bölgesel denklemde oynamak istediği rolle ilişkilidir. Türkiye’nin PKK’yi tasfiye politikası tamamen iflas etti. Özellikle 2012 yılı içerisinde, gerillanın başlattığı ‘Devrimci Halk Savaşı’ stratejisi karşısında fiilen yenilgi aldı ve bunun 2013 yılında çok daha genişleyeceği biliniyor. PKK ile yürüttüğü savaşın derinleşmesi, savaşın Türkiye’nin içinde başka bölgelere yayılma olasılığının yüksek olması, Türk devletini tahmin edilenden çok daha fazla tedirgin etmektedir. Özellikle 2013 baharıyla, gerillanın savaş alanı çok daha kapsamlı gelişecektir. Mevcut politik veriler buna işaret ediyor.

Böylelikle içte istikrarsızlaşan bir Türkiye’nin kendi rolünü oynaması oldukça zordur. Kürdistan’da kaybetmiş bir devletin giderek Batı’da da kaybetmesi olasılığı yüksektir. Bunun farkında olan devletin yeni manevralara ihtiyaç duyduğu anlaşılıyor.

Ayrıca Türkiye’nin Suriye politikası da tamamen çöktü. Türkiye, oluşturulan yeni denklemin dışında kalmaya başladı. Özellikle Batı Kürdistan’a yönelik izlediği hile ve kompolara dayanan politikası da yerle bir oldu. İslamcı gruplarla ittifak yaparak Batı Kürdistan bölgesine saldırtması da önemli oranda boşa çıktı. İzolasyonu da sonuç vermedi. Gelinen aşamada, Kürt halkının ortak irade birliği sonucu, uluslararası ve bölgesel güçler, izolasyonu aşamalı olarak kaldırmaya başladılar. Türkiye de Batı Kürdistan’a yönelik ambargo politikasını aşamalı olarak terk etmeye başladı. Bir bakıma buna zorunlu geldi.

AKP’nin ve Erdoğan’ın keskin söylemlerini dışta tutarsak, Türkiye politik olarak tıkandı. Açık bir yenilgiyle karşı karşıya bulunuyor. Ayrıca AKP’nin ve Erdoğan’ın sistemi kendisine göre yeniden inşa etmek için bir kısım politikaları devreye sokması gerekiyor. Bunun için de PKK ile yeni bir süreç başlatma kararı almak zorunda kaldığı anlaşılıyor. Son bir iki yılı atlatmak için buna zorunlu olarak ihtiyaç duyuyor.

Bir başka ifadeyle devlet, Kürt sorununu özümseyerek, kendi iç dinamikleriyle çözmek gibi bir perspektife sahip bulunmuyor. Türk devletinin kuruluş felsefesindeki inkarcı-tasfiyeci eğilim ve politika halen bunlara yön veriyor. Bu bakımdan özümsenmiş bir çözüm sürecine henüz hazır olmayan devletin mantığında tasfiye bulunuyor. Kürtlerin temel bazı stratejik taleplerini reddetmeye devam eden bir sistem var. Bu bakımdan devletin Kürt sorununun demokratik çözümünde netleşmiş hiçbir politikası yok.

Tasfiye politikası sürekliliğini koruyor

ABD ve AB’nin yönlendirmesi, bölgesel ilişkiler ve Türkiye’nin iç politik dengeleri nedeniyle, Öcalan şahsında Kürtler ile bir süreç başlatılmış bulunuyor. Bu tamamen bir zorunluluktan ve tıkanmadan kaynaklanıyor. Öcalan ile yapılan görüşmelerde, devletin henüz bir planı olmadığı, zamana oynamaya çalıştığı anlaşılıyor. Erdoğan’ın yaptığı bütün açıklamalarda, Kürt sorununun çözümünü değil, uyutulmasını hedeflediği açıktır. Yani kendi kafasındaki çözüm halen “PKK’yi nasıl etkisizleştiririm” mantığıdır. Hepimizin bildiği çok kez denenen ve başarısız kalan ama vazgeçilmeyen klasik yöntemlerdir.

Türk devleti, başarısız olduğunu bildiği halde henüz hiçbir somut adımı atılmayan bu süreçte tasfiye stratejisini devam ettirecektir. Anlaşılması için özellikle bir noktaya dikkat çekmekte yarar var. 1998 süreci ile bugünkü süreç arasında bir benzerlik bulunuyor. Birinci adım 1998 yılında, hükümet ve özellikle ordu içerisindeki bir generaller kliği PKK ile bir ateşkes yapmak için talepte bulundular ve Avrupa üzerinde görüşmeler için bazı adımlar attılar. İkincisi Suriye’yi hedef aldılar ve sınırına asker yığarak, Öcalan’ın Suriye’den çıkartılmasını dayattılar. Üçüncüsü, uluslararası güçler devreye girdi ve Öcalan’ı bir uluslararası komplo ile Türkiye’ye teslim ettiler. 2013 yılına girerken, bölgesel politik dengelerde önemli değişiklikler oldu. Yeni bir süreç başlatıldı. Ancak metot birbirine benziyor.

Birincisi, müzakere talebi gündeme getirildi ve henüz belirsiz de olsa, bir sürecin ilk adımları atılmaya başladı. İkincisi Suriye yine merkez haline geldi ve Kürtler hedef tahtasına oturulmaya başlandı. Üçüncüsü de uluslararası güçler devreye girerek Paris katliamını gerçekleştirdi. İki farklı tarihsel süreç ama birbirine benzeyen koşulların ortak noktası: PKK’nin tasfiye edilmesinin halen merkezde durmasıdır.

Sürecin bütün aktörleri, Öcalan’ın tek çözüm gücü olduğunu görüyor

Ancak bütün oyunlara ve hilelere rağmen hem uluslararası güçler, hem de devlet, Öcalan’ın Kürtleri temsil eden bir lider olarak çözüm gücü olduğunu kabullenmiş bulunuyor. Öcalan’ı muhatap almak zorunda kaldılar. Ancak halen oyun içinde oyun oynayarak PKK ile Öcalan arasında bir çelişki yaratmak istiyorlar. Tıpkı Sri Lanka’da Tamil’lere yaptıkları gibi. Tamil gerillalarının yenilmesinin asıl nedeninin, Sri Lanka devletinin çok yönlü saldırılarından çok, içte yaşanan bölünme olduğu asla unutulmamalıdır. PKK ve Öcalan bu gerçeğin farkındadır. Öcalan’ın, karar verirken kendi örgütünden bağımsız hareket etmeyeceğini çok açık olarak deklare etmesi, devletin bu tür oyunlarına gelmeyeceğini ortaya koymuş oldu. Hatta kararda örgütün belirleyici olduğunu vurgulaması, devletin bölme politikasını boşa çıkarttı.

Kürt halkı ve PKK şahsında Öcalan’ın attığı adımlar, Türk devletinin oyunlarını etkisizleştireceği gibi AKP’yi sürecin içine çekmektedir. Örneğin Sırrı Süreyya Önder, Altan Tan ve Pervin Buldan ile yaptığı görüşmede, “Bütün taraflar bu süreçte çok dikkatli ve duyarlı olmalıdır. Devletin ve PKK’nin elinde tutsaklar var. PKK tutsaklara iyi davranmalıdır ve umarım en kısa zamanda evlerine ulaşırlar” diyen Öcalan bununla neyi ifade etmek istedi? PKK ile Devlet aynı koşullarda masada bulunacaklardır. Esir, karşılıklı savaşan güçlerin elinde olur. Bu nedenle esirler için dahi masaya oturup anlaşma yapabilirler. Bu bakımdan PKK masadan kalkmayacaktır ve kendi öneri ve taleplerini dayatacaktır. Bunu yaparken, ucu açık belirsiz bir sürecin içine de kesinlikle girmeyeceği ve böylelikle devletin zamana oynamasına izin vermeyeceği anlaşılıyor. Savaşan güçler, aynı şekilde masaya da oturur. Önemli olan görüşme masasına neyin konulduğudur. Bu bakımdan PKK masada da kendine güveniyor ve kalkmayacaktır. Masadan kalkan olursa bu devletin kendisi olacaktır.

PKK ve BDP, devletin tasfiye politikasını boşa çıkartarak, süreci gerçek görüşmelere dönüştürecek yeni adımlar atabilir mi?

Bunun güçlü bir politik zemini bulunuyor. Birincisi Kürt toplumunu ve politik güçlerini bu sürece dahil etmek gerekir. Onlarla toplantılar yaparak, istem ve taleplerini netleştirmek önemlidir. İkincisi, Türk halkını, bu sürece dahil etmek için bir kısım politikaların geliştirilmesi son derece önemlidir. Üçüncüsü, aydınların, akademisyenlerin, kanaat önderlerinin, demokratik sivil toplum kurumlarının, farklı politik eğilimlere sahip politik parti temsilcilerinin görüşlerinin alınmasıdır. Dördüncüsü, Avrupa’da yaşayan toplumun farklı kesimlerinin görüş ve önerilerinin alınmasıdır. Beşincisi, görüşmeler sürecinde politik taleplerin net olması ve geri adımların atılmamasıdır. Altıncısı, birçok kişinin vurguladığı gibi görüşmelerin altyapısı oluşturulduktan sonra görüşmeler aleni sürdürülmelidir. Yani görüşmeyi yürüten heyetlerin kamuoyu tarafından bilinmesi oldukça önemlidir. Yedincisi, bu sorunun kendisi politiktir ve bu nedenle MİT gibi güvenlik işiyle uğraşan kurumlar aracılığıyla sürdürülmesi sağlıklı değildir. Sekizincisi, ön görüşmeler bir noktaya gelip olgunlaştıktan sonra, sorunun uluslararası ve bölgesel önemi nedeniyle, uluslararası ve bölgesel gözlemcilerin sürece dahil edilmesi gerek. Örneğin Birleşmiş Milletler, AB gibi kurumların temsilcileri veya uluslararası alanda müzakerelerde görev almış kişi ve kurumlar sürece dahil olabilir...

Süreç oldukça zorlu ve karmaşıktır. Batı Kürdistan’da olduğu gibi Kürtler ve toplumun diğer hakları arasında güçlü bir birlik oluşturmak son derece önemlidir. Kürtlerin ortak iradesi ve ortaya koyacağı kararlılık, çözümsüzlükte ısrar eden devleti çok yönlü çözecektir.
gokyuzu9@aol.com