MUSTAFA PEKÖZ <mustafa@acikgazete.com>
Öcalan ile devlet
arasındaki görüşmelerde önümüzdeki süreçte çok daha önemli siyasal sonuçların
ortaya çıkaracağına dair veriler ortaya çıkmaya başladı. Son iki aydır
özellikle Öcalan’ın almaya başladığı inisiyatif, Kürt sorununun çözümünde yeni
ve önemli bir adım olarak değerlendirildi. Öcalan’ın kafasında oluşturduğu
politik projenin giderek netleştiği anlaşılıyor. Sürecin sağlıklı olarak
yürüyebilmesi için toplumun çok farklı kesimleriyle tartışarak, devletin önüne
daha somut bir proje koymak istediğini İmralı’ya giden ikinci heyete açıklamış
bulunuyor.
Süreç sanılandan
daha karmaşıktır
Sorunun çözümüne
ilişkin atılacak çok yönlü politik adımların sanıldığı gibi kolay olmayacağı
tersine karmaşık bir sürecin ürünü olacağı çok açık. Herkes kendi politik pozisyonunda
sorunu ele alırken, bir bakıma kendi politikalarını etkin kılmanın yollarını
arayacaktır. Çözümün hangi yönde ilerleyeceğini ise tamamen karşılıklı politik
güç ve dengeler belirleyecektir. Aynı zamanda sürece müdahil olan bütün güçler
stratejik çıkarlarını esas alacaklardır. Doğal olarak sürecin bir tarafı ve
muhatabı olan Kürtler de, stratejik çıkarlarını esasen alan bir kısım
politikaları yaşama geçireceklerdir. Bu bakımdan demokratik siyaset içinde
atılacak adımlar sanılandan çok daha karmaşık bir süreç içerisinde
ilerleyecektir.
Bu sürecin
özellikle böylesi bir dönemde başlamış olmasının nedenleri üzerinde durmakta
yarar var. Kürt sorunu Ortadoğu’nun en önemli ve stratejik çözüm bekleyen bir
meselesidir. Ortadoğu denklemi içerisinde bu soruna politik bir çözüm
bulunmadan bölgede istikrarın sağlanması söz konusu olamaz. Güney Kürdistan
bölgesinin fiili bir devlet gibi hareket etmesini sağlayan politik koşulların
giderek belirginleşmesi, Suriye’de Kürtlerin özerkliklerini ilan ederek
yönetimi ele almaları, bölgenin denklemini bütünlüklü olarak değiştirmiş
bulunuyor.
Ancak Kürt
sorununun çözüm denkleminin merkezi, PKK ile Türk devleti arasında süren
savaşın gelmiş olduğu noktadır. Bu gerçeği artık herkes kabul ediyor. Kuzey Kürdistan bölgesinde,
Türk devleti ile Kürt gerilla güçleri arasında süren savaşın son bulması,
sorunun müzakere edilerek çözümlenmesi için başlatılan sürecin arka planı,
tahmin edilenden çok daha derindir.
Türk devleti adına
AKP’nin böylesi bir süreci başlatma eğilimi içine girmesinde uluslararası ve
bölgesel güç ilişkilerinin önemli bir etkisi bulunuyor. Bu bakımdan, henüz
somutlaşmamış ve ön görüşmeler olarak tanımlayacağımız sürecin nasıl
gelişebileceği, ne gibi negatif ve pozitif sonuçları olabileceği konusunda
dikkat çekmemiz gereken bazı noktalar bulunuyor.
Süreci etkileyen
uluslararası ve bölgesel faktörler
Birincisi, PKK ile
Türk Devleti arasındaki görüşmelerin başlaması, ABD ve AB’nin bölgesel
politikaları bakımından önemlidir. Bu iki güç, PKK’nin bütün Kürdistan coğrafyasında
önemli bir güç olduğunu kabullenmiş bulunuyor. Ortadoğu denkleminde PKK’nin de
masada olduğu artık kabul
görmeye başlandı. Örneğin Suriye politikası bakımından PYD’siz bir çözümün
olmayacağı görülüyor.
Özellikle
bölgedeki denklemi değiştirmek ve kendi stratejik çıkarlarına uygun bir
düzenleme yapmak isteyen ABD, AB, Rusya ve hatta Çin gibi ülkeler Kürt
sorunuyla çok yakından ilgilenmektedirler. Özellikle ABD ve Rusya eksenli
gelişen bölgesel rekabette Kürtlerin stratejik rolü çok daha önemli oranda ön
plana çıkacaktır/çıkıyor. Türkiye’nin Kürt sorunu nedeniyle istikrarsız bir
konumda olması, ABD’nin Türkiye’ye yüklemiş olduğu görevler bakımından sorun
olacaktır. Özellikle Suriye denkleminin netleşmesinin bir bakıma Kürtlerin
alacağı politik karara bağlı olduğu, bütün uluslararası ve bölgesel tarafların
farkında olduğu bir durum. Bu bakımdan ABD ve AB, Türkiye’nin Kürt
politikasında belirli bir değişikliğe gitmesi gerektiğini çok açık olarak
belirttiler, dahası kendi politikalarında da bazı değişikliklere gitmeye
başladılar. Obama’nın Öcalan ile başlatılan süreci kuvvetle desteklediğini
belirtmesi, AB Parlamentosu’nun ilk kez Kürt sorununun barışçıl çözümü için
özel olarak toplanması, Merkel’in Öcalan ile yapılan görüşmelere destek
verdiğini açıklaması, Türkiye’ye verilen önemli mesajlar olarak algılandı.
Şunu söylemek pek
abartılı bir durum olmaz: uluslararası güçler, Kürt sorununda Türkiye’ye
politik yeni bir dayatmada bulunmaya başladılar. AKP’nin elini güçlendirmek
için de, NATO denetimindeki Patriot füzeleri Kürdistan bölgesine yerleştirildi.
AB dönem başkanı Fransa tarafından Türkiye-AB ilişkilerine yönelik yeni bir
süreç başlattı. AB müzakerelerine ilişkin yeni başlıkların açılması ve hatta
vize kolaylığı gibi adımların atılmasına yönelik mesajlar verildi. Öyle ki,
Fransa, Paris
katliamına ilişkin Türkiye’nin rolünü gizlemeye yönelik bir politik karar aldı.
Amaç, Türkiye’nin kendisine verilen rolü oynayabilmesini sağlamaktır. Bunun
merkezinde ise Kürt sorununun bir biçimiyle gündemden çıkartılması
bulunmaktadır. Bu bakımdan Türkiye’ye empoze edilen politika devreye konuldu.
İkinci önemli
nokta bölgesel ilişkilerde Kürtlerin oynamış olduğu stratejik roldür. Kürtler
artık bir merkez güç olarak dengeleri belirleme potansiyeline ve gücüne ulaşmış
bulunuyorlar. Suriye’de olduğu gibi gelecekte İran içinde de Kürtler stratejik
dengeleri değiştirecek tek güçtür. Bunun yolunun da KCK’den geçtiği biliniyor.
Çünkü KCK, Kürdistan’ın dört parçasında örgütlü olan ve milyonlara hitap eden tek hareket olup, bölgesel-küresel
bir rol oynamaktadır. Bu bakımdan Ortadoğu’nun dört devletinde Kürtler olmadan
bir politik istikrardan bahsedilemez.
Kürt topraklarının
stratejik önemi giderek artıyor. Örneğin Güney ve Batı Kürdistan arasındaki
ilişkiler gelecekte enerji hatları bakımından çok önemli bir rol oynayacaktır.
Suriye’de Esad rejimi ile Özgür Suriye Ordusu’nun Kürt politikasının birbirine
çok yakın olması nedeniyle, PYD ve Kürt Yüksek Konseyi’ni yok sayarak bölgesel
ilişkilerde izole etme politikasını izlediler. Ancak bu politika bütünlüklü
olarak çöktü, bugün ÖSO güçlerinin Kürdistan Yüksek Konseyi ile görüşme kararı
almış olması, Kürtlerin Suriye genelinde belirleyici bir güç olduğunu kabul etmesidir. Bu
bakımdan Batı Kürdistan’a yönelik izlenen izolasyon politikası fiilen son
buldu. PKK ile aynı ideolojik ve politik çizgiye sahip olan PYD ile ilişkilerin
istikrarlı bir şekilde gelişmesi bölgesel denklemin gizli ama en önemli
halkasından biridir. Bir yandan PYD ile yakın ilişkilerin, diğer yandan PKK ile
savaşın, sorunu çok daha karmaşık hale getireceği görülmeye başlandı. Bu
bakımdan bölgesel ilişkilerin daha sağlıklı yürümesi için Türkiye’nin PKK ile
yürüttüğü savaş politikasında değişikliğe gitmesi gerektiği sık sık
vurgulanıyor.
Üçüncü önemli
nokta ise Türkiye’nin kendi iç politik istikrarı ve bölgesel denklemde oynamak
istediği rolle ilişkilidir. Türkiye’nin PKK’yi tasfiye politikası tamamen iflas
etti. Özellikle 2012 yılı içerisinde, gerillanın başlattığı ‘Devrimci Halk
Savaşı’ stratejisi karşısında fiilen yenilgi aldı ve bunun 2013 yılında çok
daha genişleyeceği biliniyor. PKK ile yürüttüğü savaşın derinleşmesi, savaşın
Türkiye’nin içinde başka bölgelere yayılma olasılığının yüksek olması, Türk
devletini tahmin edilenden çok daha fazla tedirgin etmektedir. Özellikle 2013
baharıyla, gerillanın savaş alanı çok daha kapsamlı gelişecektir. Mevcut
politik veriler buna işaret ediyor.
Böylelikle içte
istikrarsızlaşan bir Türkiye’nin kendi rolünü oynaması oldukça zordur.
Kürdistan’da kaybetmiş bir devletin giderek Batı’da da kaybetmesi olasılığı
yüksektir. Bunun farkında olan devletin yeni manevralara ihtiyaç duyduğu
anlaşılıyor.
Ayrıca Türkiye’nin
Suriye politikası da tamamen çöktü. Türkiye, oluşturulan yeni denklemin dışında
kalmaya başladı. Özellikle Batı Kürdistan’a yönelik izlediği hile ve kompolara
dayanan politikası da yerle bir oldu. İslamcı gruplarla ittifak yaparak Batı
Kürdistan bölgesine saldırtması da önemli oranda boşa çıktı. İzolasyonu da
sonuç vermedi. Gelinen aşamada, Kürt halkının ortak irade birliği sonucu,
uluslararası ve bölgesel güçler, izolasyonu aşamalı olarak kaldırmaya
başladılar. Türkiye de Batı Kürdistan’a yönelik ambargo politikasını aşamalı
olarak terk etmeye başladı. Bir bakıma buna zorunlu geldi.
AKP’nin ve
Erdoğan’ın keskin söylemlerini dışta tutarsak, Türkiye politik olarak tıkandı.
Açık bir yenilgiyle karşı karşıya bulunuyor. Ayrıca AKP’nin ve Erdoğan’ın
sistemi kendisine göre yeniden inşa etmek için bir kısım politikaları devreye
sokması gerekiyor. Bunun için de PKK ile yeni bir süreç başlatma kararı almak
zorunda kaldığı anlaşılıyor. Son bir iki yılı atlatmak için buna zorunlu olarak
ihtiyaç duyuyor.
Bir başka ifadeyle
devlet, Kürt sorununu özümseyerek, kendi iç dinamikleriyle çözmek gibi bir
perspektife sahip bulunmuyor. Türk devletinin kuruluş felsefesindeki
inkarcı-tasfiyeci eğilim ve politika halen bunlara yön veriyor. Bu bakımdan
özümsenmiş bir çözüm sürecine henüz hazır olmayan devletin mantığında tasfiye
bulunuyor. Kürtlerin temel bazı stratejik taleplerini reddetmeye devam eden bir sistem var. Bu
bakımdan devletin Kürt sorununun demokratik çözümünde netleşmiş hiçbir
politikası yok.
Tasfiye politikası
sürekliliğini koruyor
ABD ve AB’nin
yönlendirmesi, bölgesel ilişkiler ve Türkiye’nin iç politik dengeleri
nedeniyle, Öcalan şahsında Kürtler ile bir süreç başlatılmış bulunuyor. Bu
tamamen bir zorunluluktan ve tıkanmadan kaynaklanıyor. Öcalan ile yapılan
görüşmelerde, devletin henüz bir planı olmadığı, zamana oynamaya çalıştığı
anlaşılıyor. Erdoğan’ın yaptığı bütün açıklamalarda, Kürt sorununun çözümünü
değil, uyutulmasını hedeflediği açıktır. Yani kendi kafasındaki çözüm halen
“PKK’yi nasıl etkisizleştiririm” mantığıdır. Hepimizin bildiği çok kez denenen
ve başarısız kalan ama vazgeçilmeyen klasik yöntemlerdir.
Türk devleti,
başarısız olduğunu bildiği halde henüz hiçbir somut adımı atılmayan bu süreçte
tasfiye stratejisini devam ettirecektir. Anlaşılması için özellikle bir noktaya
dikkat çekmekte yarar var. 1998 süreci ile bugünkü süreç arasında bir benzerlik
bulunuyor. Birinci adım 1998 yılında, hükümet ve özellikle ordu içerisindeki
bir generaller kliği PKK ile bir ateşkes yapmak için talepte bulundular ve
Avrupa üzerinde görüşmeler için bazı adımlar attılar. İkincisi Suriye’yi hedef
aldılar ve sınırına asker yığarak, Öcalan’ın Suriye’den çıkartılmasını
dayattılar. Üçüncüsü, uluslararası güçler devreye girdi ve Öcalan’ı bir
uluslararası komplo ile Türkiye’ye teslim ettiler. 2013 yılına girerken,
bölgesel politik dengelerde önemli değişiklikler oldu. Yeni bir süreç
başlatıldı. Ancak metot birbirine benziyor.
Birincisi,
müzakere talebi gündeme getirildi ve henüz belirsiz de olsa, bir sürecin ilk
adımları atılmaya başladı. İkincisi Suriye yine merkez haline geldi ve Kürtler
hedef tahtasına oturulmaya başlandı. Üçüncüsü de uluslararası güçler devreye
girerek Paris
katliamını gerçekleştirdi. İki farklı tarihsel süreç ama birbirine benzeyen
koşulların ortak noktası: PKK’nin tasfiye edilmesinin halen merkezde
durmasıdır.
Sürecin bütün
aktörleri, Öcalan’ın tek çözüm gücü olduğunu görüyor
Ancak bütün
oyunlara ve hilelere rağmen hem uluslararası güçler, hem de devlet, Öcalan’ın
Kürtleri temsil eden
bir lider olarak çözüm gücü olduğunu kabullenmiş bulunuyor. Öcalan’ı muhatap
almak zorunda kaldılar. Ancak halen oyun içinde oyun oynayarak PKK ile Öcalan
arasında bir çelişki yaratmak istiyorlar. Tıpkı Sri Lanka’da Tamil’lere
yaptıkları gibi. Tamil gerillalarının yenilmesinin asıl nedeninin, Sri Lanka
devletinin çok yönlü saldırılarından çok, içte yaşanan bölünme olduğu asla
unutulmamalıdır. PKK ve Öcalan bu gerçeğin farkındadır. Öcalan’ın, karar
verirken kendi örgütünden bağımsız hareket etmeyeceğini çok açık olarak deklare
etmesi, devletin bu tür oyunlarına gelmeyeceğini ortaya koymuş oldu. Hatta
kararda örgütün belirleyici olduğunu vurgulaması, devletin bölme politikasını
boşa çıkarttı.
Kürt halkı ve PKK
şahsında Öcalan’ın attığı adımlar, Türk devletinin oyunlarını
etkisizleştireceği gibi AKP’yi sürecin içine çekmektedir. Örneğin Sırrı Süreyya
Önder, Altan Tan ve Pervin Buldan ile yaptığı görüşmede, “Bütün taraflar bu
süreçte çok dikkatli ve duyarlı olmalıdır. Devletin ve PKK’nin elinde tutsaklar
var. PKK tutsaklara iyi davranmalıdır ve umarım en kısa zamanda evlerine
ulaşırlar” diyen Öcalan bununla neyi ifade etmek istedi? PKK ile Devlet aynı
koşullarda masada bulunacaklardır. Esir, karşılıklı savaşan güçlerin elinde
olur. Bu nedenle esirler için dahi masaya oturup anlaşma yapabilirler. Bu
bakımdan PKK masadan kalkmayacaktır ve kendi öneri ve taleplerini dayatacaktır.
Bunu yaparken, ucu açık belirsiz bir sürecin içine de kesinlikle girmeyeceği ve
böylelikle devletin zamana oynamasına izin vermeyeceği anlaşılıyor. Savaşan
güçler, aynı şekilde masaya da oturur. Önemli olan görüşme masasına neyin
konulduğudur. Bu bakımdan PKK masada da kendine güveniyor ve kalkmayacaktır.
Masadan kalkan olursa bu devletin kendisi olacaktır.
PKK ve BDP,
devletin tasfiye politikasını boşa çıkartarak, süreci gerçek görüşmelere
dönüştürecek yeni adımlar atabilir mi?
Bunun güçlü bir
politik zemini bulunuyor. Birincisi Kürt toplumunu ve politik güçlerini bu
sürece dahil etmek gerekir. Onlarla toplantılar yaparak, istem ve taleplerini
netleştirmek önemlidir. İkincisi, Türk halkını, bu sürece dahil etmek için bir
kısım politikaların geliştirilmesi son derece önemlidir. Üçüncüsü, aydınların,
akademisyenlerin, kanaat önderlerinin, demokratik sivil toplum kurumlarının,
farklı politik eğilimlere sahip politik parti temsilcilerinin görüşlerinin
alınmasıdır. Dördüncüsü, Avrupa’da yaşayan toplumun farklı kesimlerinin görüş
ve önerilerinin alınmasıdır. Beşincisi, görüşmeler sürecinde politik taleplerin
net olması ve geri adımların atılmamasıdır. Altıncısı, birçok kişinin
vurguladığı gibi görüşmelerin altyapısı oluşturulduktan sonra görüşmeler aleni
sürdürülmelidir. Yani görüşmeyi yürüten heyetlerin kamuoyu tarafından bilinmesi
oldukça önemlidir. Yedincisi, bu sorunun kendisi politiktir ve bu nedenle MİT
gibi güvenlik işiyle uğraşan kurumlar aracılığıyla sürdürülmesi sağlıklı
değildir. Sekizincisi, ön görüşmeler bir noktaya gelip olgunlaştıktan sonra,
sorunun uluslararası ve bölgesel önemi nedeniyle, uluslararası ve bölgesel
gözlemcilerin sürece dahil edilmesi gerek. Örneğin Birleşmiş Milletler, AB gibi
kurumların temsilcileri veya uluslararası alanda müzakerelerde görev almış kişi
ve kurumlar sürece dahil olabilir...
Süreç oldukça
zorlu ve karmaşıktır. Batı Kürdistan’da olduğu gibi Kürtler ve toplumun diğer
hakları arasında güçlü bir birlik oluşturmak son derece önemlidir. Kürtlerin
ortak iradesi ve ortaya koyacağı kararlılık, çözümsüzlükte ısrar eden devleti çok yönlü
çözecektir.
gokyuzu9@aol.com