Nereden çıktı bu kitap?
Dinine ve ailesine bağlı, başörtülü bir
arkadaşım var. Bir tür uzaktan uzağa platonik aşkla altı senedir yazışırız. Onun
zoruyla yazdım kitabı. Ben durmadan dürtüklüyorum onu, dünyada bunca yaşam
ihtimali varken tek bir yola kapanıp kalmak doğru mudur diye. O ise hem gıpta
ediyor anlattıklarıma, hem de ısrarla, o hikâyelerin altındaki ortak ahlaki
anlayışı gözüme sokmaya çalışıyor. Bu hikâyelerde anlatmaya değer bir şey
olduğuna o ikna etti beni. Mutlaka yayınlamamı istedi, başımın etini yedi.
Sonunda kandım. Ne yazık ki adını söyleyip açıkça teşekkür edemiyorum kendisine.
Oysa çok emeği vardır otobiyografimde.
Yani kitabın temelinde bir din ve ahlak tartışması var
diyorsunuz?
Zannederim vardır. Ama öyle sıkıcı bir
hesaplaşma değil, endişeniz olmasın. Meseller yoluyla anlatılmış bir
tartışmadır. Çoğu da eğlenceli, maceralı hikâyelerdir.
Otobiyografinize ismini veren “Aslanlı Yol” için, “Yol
boyu aslanlar sıralıydı ve onlara hesap vermeden eve ulaşmak imkânsızdı”
diyorsunuz. Hayat hikâyenizi özetliyor mu?
Evet. Sanırım en veciz özeti bu. Hayat
boyu karşılaştığın herkes seni bir kimliğe, bir kisveye, bir kişiliğe
hapsetmeye çalışıyor. Öylesini daha güvenli sayıyor. Kolejlisin sen, kolejli
ol. Solcusun, solcu ol. Akademiksin, akademik ol. Ermenisin, Ermeni ol. Aile
babasısın, aile babası ol. Turizmcisin, turizmci ol. Liberalsin, liberal ol….
Kandın mı öldün, ruhunu kaptırdın demektir. İçini yiyip bitirirler, geriye kuru
kabuğun kalır. İşte o tuzağa düşmemeye gayret ettim bunca yıldan beri. Ne kadar
başardım o ayrı mevzu, ama teslim olmadım bildiğim kadarıyla.
Ömer Laçiner hakkındaki yazınızda, Marksist bazı
arkadaşlarınızın 12 Eylül'de zihinsel evrimlerinin durduğunu söylüyorsunuz.
Sizinki durmadıysa neden durmadı?
İnsanın kendi geçmişine esir olması, en
tehlikeli esaretlerinden biri. 12 Eylül döneminde yaşananlar birçok kişiyi
kendi geçmişine mahkûm etti. Yenilgiyi kabul etmeme uğruna, manevi borçlar
uğruna, sadakat uğruna, pek çok insan zihinsel gelişmesini 11 Eylül 1980’de dondurup
kaldı. Ben şans eseri o dönemde yurt dışındaydım. O yüzden başkalarının ödediği
bedelleri ödemedim. Kısmen o sayede, o ideolojik bir deli gömleğine bürünüp
kalmaktan kurtuldum galiba.
Tunceli’de ölümle yüzyüze gelmenizi anlatıyorsunuz.
Sonra Isparta’da, Abhazya’daki iç savaşta, Nemrut Dağında korucularla
karşılaşmanızda, Sri Lanka’da hapse girdiğinizde, Kars’taki mayın tarlalarında
ölümün nefesi ensenizden pek uzak kalmamış. Ölümle yüz yüze gelmek kendi
hayatınıza ve meselelere bakışınızda nasıl bir fark yarattı?
Ölümle yüzleşmek iyi bir şey. Önceleri korksan
da alışıyorsun bir yerden sonra. Hayatta kalmanı ilahi bir talih, piyangodan
çıkmış ikramiye gibi görmeye başlıyorsun. İnsanları korkutan şeylerin birçoğu
seni korkutmuyor; bırak korkmayı, komik bulmaya başlıyorsun, eğleniyorsun.
Ölümle barışık olmak özgürleştiriyor insanı sanırım.
"Makul" insanlar için fazla tehlikeli
görünen şeylere balıklama atlamak, sıradışı olmak… İlgi çekmek için mi yapıyorsunuz
bunları?
Yok canım, ilgi çekmek hoşuma pek gitmez
benim. Bakmayın böyle öne çıkmama, utangacım aslında, hiç sevmem insanların
gözü önünde olmayı. Belki şu var ama, insanların korkaklığını yüzlerine vurmayı
seviyorum. Kısıtlı bir hayata, kısıtlı bir ufka, kısıtlı bir düşünce dünyasına
kendilerini mahkûm etmeleri sinirime dokunuyor. Rahatlarını bozmak geliyor
içimden. Çocukken adada yapardık öyle, kendini beğenmiş, zorba meşrepli
komşuların camına taş filan atardık, televizyon kablosuna iğne sokardık, çok
zevk alırdık bundan. Hâlâ alıyorum o zevki.
Herhangi bir dalda sabit kalacak bir kariyer yapmamış olmanın hayatınıza
kattığı bir esneklik var mı yoksa esnekliğiniz yüzünden sabit bir meslek erbabı
olamadığınız söylenebilir mi? Yeni bir kartvizit bastırmak isteseniz neyi
eklerseniz?
Eskiden bastırdığım her kartvizitin birkaç
hafta geçmeden battal olmasından şikâyetçiydim hep. Otelci diye kart
bastırıyorsun, haftasına seni dilbilim kongresine konuşmaya çağırıyorlar. Frankfurt
Kitap Fuarı için kart bastırıyorsun, Urfa’da tanıştığın turizmci “la havle”
deyip yüzüne bakıyor. Yirmi sene oldu, artık kart bastırmıyorum. Böylesi daha iyi,
daha bir “ben” oldum galiba.
Gerçi herhangi bir sahada daha sistemli ve
esaslı bir şekilde derinleşebilmeyi de isterdim aslında. Sözlük mü yazacaksın?
Kırk sene kütüphaneden çıkmaman lazım o işi hakkıyla yapabilmek için. Otelci mi
olacaksın? Hilton amca gibi, bir otelle başlayıp bütün dünyayı ele geçirmen
lazım “o iş öyle değil böyle yapılır” diyebilmek için. Ama heyhat, hayat bir
tane ve tek bir meslekle heba edilemeyecek kadar kıymetli.
Önsözde “olamadığın
hayatların hikâyesi” diyorsunuz ama hayatınız diğer birçok anlattığınız
hayattan çok daha ilginç. İstediğiniz bir hayatı yaşayamadığınızı mı
düşünüyorsunuz?
Belki de maymun iştahlıyım, her şeyi birden istiyorum.
Hem öyle olayım hem böyle. Hem aydın hem iş adamı. Hem mazbut aile babası hem
zampara. Hem köylü hem şehirli. Hem Ermeni hem Türk hem dünya insanı. Hepsini
isteyince hiçbirini tam olamıyorsun elbette, hep “diğeri” şıkkında kalıyorsun.
O anlamda “olamadığım” hayatların sayısı neredeyse sonsuz, say say bitmez.
Azerbaycan’da Ermeni katliamından yargılanan adamın
evine gece yatısına gitmişsiniz. Hırvatistan’da Sırp milisleri ziyaretiniz
öyle. İran’a bisikletle gidişiniz de bir bakıma öyle. Kamusal yüz olarak sizden
nefret edenlerle temas ettiğinizde nasıl her seferinde uzun sofra muhabbeti,
yatılı misafirlik kıvamını tutturabiliyorsunuz?
Yüreğini aç insanlara. Şaşmaz kuraldır:
onlar da açar. Bir kisve veya kimlikle gitme onlara, seni kafalarındaki bir
şablona oturtamasınlar. Savunmayı bırak, gardını indir. Vurmaya niyetli bile olsalar
vazgeçerler, vurmazlar.
Senelerce kapısının kilidi olmayan bir
evde oturdum. Dünyanın neresinde olursam olayım arabamı kilitlemem, anahtarı da
üstünde bırakırım, ister gece, ister gündüz. Sağlık sigortam yok, hiçbir zaman
olmadı. İnan bana, evime hiç hırsız girmedi, arabam hiç çalınmadı, ıvır zıvır
şeyler dışında doktora hiç yolum düşmedi. Kendini ne kadar az savunsan, o kadar
güvende olursun.
İsa’nın meşhur sözü vardır, “yüzüne
vururlarsa öbür yanağını çevir,” diye. Çoğu insan bunu yanlış anlar, bir zaaf
öğretisi sanır. Hiç değildir halbuki, güç öğretisidir. Korku insana güç
getirmez. Korkusuzluktur asıl güç.
Provokatör olduğunuzu düşünüyor musunuz?
Evet. Can Yücel bir keresinde bana “sen hakiki
devrimcisin” demişti. “Değilim, provokatörüm,” diye cevap verdim. Yapıların,
kurumların çürük yerini görüp onlara vurmakta mahirim. Ama arkamdan kalabalığı
sürüklemeyi bilmiyorum. Provoke ediyorum, insanların rahatını bozuyorum. Epeyce
kişiyi, yaşamlarının bir dönemecinde etkiledim, ve olumlu bir yönde etkiledim
sanıyorum. Ama onlara, “gel arkamdan yürü” diyebileceğim bir yol gösteremiyorum.
Çünkü yoldan gitmeyi sevmiyorum. Patikalar, bozuk satıhlar, çıkmaz arka
sokaklar daha çok ilgimi çekiyor. Belki insanlara vermeyi bildiğim tek mesaj da
o: yoldan dışarı çık, bak göreceksin ufkun açılacak, ne çok yer var
gidebileceğin.
Şirince köyünde 2000 yıldan beri kimsenin yapmadığı
bir şey yapıp kaya mezarınızı dağa oydunuz. İzmir Valisine meydan okumak için Hodri
Meydan Kulesi yaptınız. Matematik Köyü var. Neden anıtlar dikiyorsunuz?
Yapılabileceğini göstermek için.
İnsanların hayal gücünü ateşlemek için. Küçük değil büyük düşünmeye teşvik
etmek için. Zulmü ve ruhsal tembelliği protesto etmek için. Uyuyanları uykudan
uyandırmak için. Rahatsız etmek için. Camlarına taş atmak için. Kapalı ruhlarına
güzellik pencereleri açmak için.
Batırılan işlerin, (belki evliliklerin de), çekilen
başkaca sıkıntıların, hapisliklerin adamı adam eden şeyler olduğunu
söylüyorsunuz. Daha başkaca bir yol yok mudur?
Selçuk Kapalı Cezaevindeyken ziyaretime
gelen bir dostumun babasının lafıymış. Adam olmak için beş şey yapmış olmak
lazım dermiş. Bir, askere gideceksin. İki, sevip ayrılacaksın. Üç, birinin
yanında çalışacaksın. Dört, iş kurup batıracaksın. Beş, hapis yatacaksın. Acı
çekmeden adam olunmuyor, orası kesin. İlla bu beş tanesi değil şüphesiz, ama
insanı köküne kadar sarsan büyük acıları tanımadan üstündeki o zavallı
kabukları dökemezsin. Kendinle yüzleşemezsin.
Dünyanın her yerini gezdim, burası gibisi yok
dediğiniz yer burası mı?
Yok, hayır. Varsa azmin, cesaretin, dünyanın
herhangi bir yerini de kişisel cennetin haline getirebilirsin. Şirince’nin
birtakım avantajları var elbette. Güzel bir yer. Medeniyete hem yakın hem uzak.
Doğu ile Batı’nın tam ortasında. Çocuk yetiştirmeye müsait bir yer, vs. Ama
başka bir yer de olabilirdi şüphesiz. Hatun peşinden geldim bu köye, takıldım
kaldım. Kısmet.
Devlet ve Türkiye'de devlet size ne ifade ediyor?
(Lütfen 5000 kelimeyi geçmesin.)
Korku imparatorluğu. (Korkan ben değilim
ama, kendileri.)
Susurluk davası sanıklarıyla hapis yatmışlığınız var.
Ergenekoncuları tanırsınız, sizce özlerinde iyi çocuklar mıdır?
Bugüne dek tanıdığım herkes özünde iyi
çocuktu. Öyle olmayanına hiç rastlamadım. Kötülük dediğin şey, insanın korkudan ya da
çaresizlikten sığındığı bir zırhtır. Aslanlı yolda yürürken pes edip, kendini teslim
ettiği bir kimliktir. Biri gelip onu kökünden sarssa, “oğlum, o yolu bırak
araziye çık bak ne güzel” diye ruhuna konuşmayı başarsa, o kötülük kisvesinin
altından çıkacak olan şey, olsa olsa şaşkın ya da hayalperest bir çocuktur.
Hapisteyken, Susurluk “çetesinde” yüz tane faili meçhul cinayetin faili olduğu
söylenen rahmetli Oğuz Yorulmaz’la bir dostluğum oldu. Hiç kuşkum yok ki,
özünde iyi bir insandı. İsteyen aksini söylesin, umurumda değil.
Cezalandırılmalı mıydı? Tabii cezalandırılmalıydı. Ama bu onun değersiz bir
insan olduğunu göstermez.
Şahit olduğunuz ve verdiğiniz onca savaş ve
mücadelenin en hunharca olanı hangisiydi?
Feministlerle savaşım. Onlardaki hunharlık
ne Kemalistlerde var, ne İslamistlerde; ne Sırplarda, ne Azerilerde. Ha, belki
de zaafım var kadınlara, ondan o kadar acıtıyordur, kim bilir?
Başka çocuk düşünüyor, istiyor musunuz?
Beş çocuğum var. Her biri ayrı ayrı bana
müthiş mutluluk veriyor. Yaşama azmi veriyor. Gurur veriyor. İstikrar veriyor. Onlardan
daha güzel bir şey yok hayatımda. Beş değil onbeş olsa daha mutlu olurdum
şüphesiz, yirmibeş daha bile iyi. Şimdi biraz yaşlandım gerçi, bu da hem
anneleriyle ilgili, hem çocukların geleceğiyle ilgili bazı komplikasyonlara yol
açıyor. O yüzden biraz çekimserim. Ama fırsat olsa hiç düşünmem, yine yaparım
çocuk.