Mehmet Nuri TURAN /mnturan@hurriyet.com.tr
Arascan Dönmez, kendisini bağımsız performans sanatçısı olarak tanıtıyor.Aynı zamanda yaşam koçu olduğunu ekliyor.Ensesti anlatan ilk oyunu, ''Ağustosta Karla Dans'la'' bir hayli konuşuldu ve yazıldı.Şu aralar yeni oyunu ''Hadi Gel Domatesli Pilav Yapalım'' a yoğunlaşmış durumda. Kendisiyle, çok sevdiği ve aynı zamanda yaşadığı Cihangir'de buluşup, oyunları ve kendisi hakkında konuştuk.
İlk oyununuz Ağustosta Karla Dans bir hayli ses getirdi. Bunun nedeni, oyunun konusunun ensest olması mı?
Ağustos’ta Karla Dans pek çok farklı disiplinden işin bir arada olduğu ortaya karışık bir sahne çalışmasıydı. Ben bağımsız bir performans sanatçısıyım, Ağustosta Karla Dans ta benim ilk performansım. Ses getirmesi ilk kez ensestin “baba-erkek çocuk” arasında gerçekleşmiş olanının sahnede “kanlı-canlı “ gösterilmesindendi. Ancak performansta vücut bulan karakter kesinlikle efemine değildi. Amerikan röpdeşambırı ile son derece sert, babadan adlığı iktidarla babaya kök söktüren bir genç erkek. Kurban psikolojisi üzerinden ilerlemiyor performans. Kararlı ve iradesine hakim bir genç erkeğin yaşadığını düşündüğü ensestin yıl dönümü olan 10 Ağustos gecesi babasını uyutarak o geceyi tekrar deşmesini gösteriyor.
Performanstaki karakter çok da karar sahibi gibi değil, gelgitleri çok diyenler olmuştu?
Kararsızlık elindeki iradeyi nasıl kullanacağını bilememektir. Kararsızlar iradelerini ancak kendilerine yön gösterecek, cesaretlendirecek veya omuz verecek birilerinin eliyle ortaya koyabilirler. Performanstaki karakterin buna tahammülü yok. İradesini ve kararını final sahnesinde koyuyor ortaya. “Gecenin sonuna geldik. Şimdi sen de benim kadar savunmasızsın ama benim karakterim seninki ile aynı değil, sana senin bana yaptığınla karşılık vermeyeceğim” diyor ve ekliyor: “Bu bir intikam gecesi değil, sana bir şeyi farkettirme gecesiydi. Sadece farket istedim.”
Oyunda seyirciye bir mesajınız oldu mu?
Ben bu noktada Theodor W.Adorno'cuyum. Sanat varoluşla oluşturduğu karşıtlığı ne kadar ciddiye alırsa varoluşun ciddiyetine o kadar bürünür. Kendi yasalarına dayanarak saf bir biçimde gelişmesi için ne kadar çok emek harcarsa anlaşılabilmesi de o kadar emek gerektirir. Seyirci gereken emeği verdiyse anlamak için bu performansın varolan ya da olması varsaydırılan bir mesaj ensestten de ziyade çocukken uğradığı haksızlığın savaşını genç olduktan sonra veren bir adamın olay karşısındaki duruşunu belli etmesinin performansı olduğunu anlar. İlle de verilmeli gerek görülüyorsa bir mesaj benim ki budur.
Peki ama neden çocuk istismarı konusunu seçtiniz ilk performansta?
Önceki röportajlarımda “eğer Nüfusbilim Derneği ve Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu tarafından hazırlanan "Türkiye'de Ensest Sorununu Anlamak" adlı rapor doğru ise yarın sabah anne-baba olmak yasaklatılmalı demiştim. Saha çalışması Adana, Ankara, Diyarbakır, Erzurum, İstanbul ve Kocaeli'de gerçekleştirilen bu rapor içler acısı. Birincisi bu yüzden. İkincisi ABD istatistiklerine göre her 6 erkek ve her 4 kız çocuğundan ikisi ensestle karşı karşıya. Birinci İstanbul Çocuk Kurultayı yapıldığında divan sözcüsü seçilmiş ve sokak çocuklarının sorunlarını kürsüye taşımıştım. Daha 6.sınıftaydım. İlk kısa metrajlı filmimi Sinan Çetin'in de jürisi olduğu bir yarışmaya gönderdiğimde 16 yaşındaydım. Konusu tinerci çocuklardı ve üstün başarısı belgesi ile ilk 10'a girerek ödüllendirildim. Lise son sınıftayken yerel bir medya kuruluşunda yazdığım yazıların yüzde altmışı çocuklarla ilgiliydi. Çocuk hep önemli oldu benim için. Doğru bir çocukluk yaşayamamak belki beni buna iten, kim bilir.
İĞFAL EDİLDİM DEMEDİM
Artık söyleyebilirsiniz, ne kadarı gerçek ne kadarı kurgu?
Evet, artık performansın Türkiye ayağı bitti. Tüm reklam ve duyuru, kamuoyu yaratma gündemde tutma taktikleri vsleri de. Şimdi derin bir nefes alıp bu soruyu gayet açık bir şekilde ve soğukkanlılıkla cevaplayabilirim. Önce şu bilinsin: Ben İstanbul Bilgi Üniversitesi Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetimi Bölümü'nde eğitimine devam eden, yolu dünya çağında isim yapmış Mehmet Sander, Şükran Moral ve Türkiye'nin ayakta alkışladığı Ayla Algan gibi isimlerle kesişmiş bir performansçıyım. Ayrıca Associated For Coachin'e bağlı Fa Coach Academy'de yaşam koçluğu eğitimimi tamamladım. Yaşam koçu titrimle ve akademik tarafımla cevaplıyorum sorunuzu, bunun altını çizerim. Bu röportajdan sonra birileri de çıkıp “bize röportajda böyle söylemişti ama”, demesin sonra. Başından beri yarısı otobiyografik, yarısı kurgu diye yazıldı, buna ben izin verdim. “İnsan beyni gerçekle hayali ayırt edemiyor. Neresi gerçek neresi değil ben de karıştırdım” dedim, bunlar doğru. Fakat ben babam tarafından iğfal edildim demedim. Aksi takdirde bu bir üçüncü sayfa haberi olurdu ve beni konuşurduk farkındaysanız şu anda performansı konuşuyoruz.
Burada kesmek istiyorum. Bu soruya vereceğiniz cevap şu anda çok önemli. Performans bitti ve şimdi derseniz ki tamamı kurguydu…
Ne fark eder ki. Ha benim başıma gelmiş ha bir başkasının. Ha bir arkadaşım anlatmış etkilenmişim ve “yarısı benden yarısı kurgu” demişim ha tamamı benim ve kurgu hiç yok. Ben ses getiren bir iş yaptım ve ne biçim ne de içerik açısından sınıfta kaldım. Önemli olan budur. Fakat bu son röportaj Ağustosta Karla Dans ile ilgili. Partizanca konuşmayacağım neyse o. Performansın amacına hizmet etmesi için önce tek başıma bir yere kapanmam ve gözlem yapmam gerekiyordu. Kaldığım yurttan ayrıldım. Çok sevdiğim Cihangir'de yaşamaya karar verdim, bir ev arkadaşı buldum üstesinden geldim. Marjinal barlara takıldım. Bir sürü arkadaşım oldu. Saçlarımı karaktere benzetmek için bir yıl öncesinden platin sarısına boyattım. 110 kilodan 74'e indim, performanstaki bornoza girebilmek için. Yani performansla ben de bir şeye dönüştüm. Baştaki kişi değildim artık. Ama ben gerçekte kimdim ya da kimim? Söylüyorum…
BU PERFORMANSTA BABAMA SALDIRDIM
Hadi artık….
Babamla aramda bir cinsel birleşme olmadı. Rus asıllı yönetmen Aleksandr Sokurov'un “babası ve oğlu” isimli filmdeki gibiydi ilişkimiz. Onu severken bir başkasını sevememem ve hayatındaki kadınlar hep ön planda olduğundan “beni sevmesi için benimde mi bir kadın olmam gerekiyor?” diye sorduğumdan ergenlik dönemimde yaşadığım kafa karışıklıkları ve “ben kimim” e veremediğim cevaplar onunla aramdaki ilişkide onarılamaz tahribatlar yarattı. Bugün Eminem bir şarkısında annesine saydırmıyor mu ben de bu performansta babama saldırdım. Hak etti ya da etmedi, sorun bu değil.
Yani?
Ona herkese ve her şeye bakar gibi bakabilirim ama asla bir çocuğun babasına baktığı gibi bakamamam işte tüm mesele bu. Hiç kimse düşünmedi mi bu çocuk bu kadar ses getiren yayın organlarına ve güçlü isimlere performansını anlattı, neler dedi, ama babası onu vurmadı ya da ailesi hala yanında, başına bir iş gelmedi, oyun yasaklatılmadı diye…. Ayşe Arman röportajında eğer ben suç duyurusunda bulunmuş gibi olduysam babamı içeri atmaları gerekirdi ya da onun peşime düşüp bana haddimi bildirmesi. Ama ses getirmek gerekiyordu ve yolu buydu. Bir sergide tüm bu röportajlar ve oyundan kesitlerle yer aldığında sürecin tamamı da bir performans olacak işte…
Başınızdan bir taciz geçmediği zaten metinde de belli ama hiç zor durumda kalmadınız mı?
Bir iki kötü dokunma ben de tüm çocuklar gibi yaşadım. Yapanın farkında olmadığından yaptığı, kafası yerinde olmadığı için uyurken gelişi güzel, rastgele yaptığı ama sadece bir dokunma. Düşünüyorum da bir dokunmadan bu performans çıktıysa, söz konusu bir ensest yaşansa dünyayı sallardım herhalde… Sanırım hala bir işin alıcısını bulmak ne kadar gerçek olduğu üzerinden ikna etmekle ilintili. İş ikinci kertede “boktan”, “fena değil” ya da “tatmin edici.”
Babanız izledi mi oyunu ?
Evet. Şunu dedi: Ailen olarak seninle ve performansınla gurur duyuyoruz. Gerçek mi, kurgu mu diye çok üstüne gelecekler. Koçluk eğitiminle de bunun üstesinden geleceksin eminim. Performans devam ettiği sürece zorlu bir süreç seni bekliyor. Bizi de. Bazı durumlarda çevreye açıklamak güç olabilir ama aldığın eğitime ihanet edemezsin sen benden önce Joseph Beuys'un oğlusun.
''BEN TİYATROCU DEĞİLİM''
Siz de dediniz Beuys'un devamıyım diye? Bu nedir?
Ben tiyatrocu değilim. Meseleleri olan bir adamım. Çomağı sokup sonra geri çekilen cinsinden. Millet o çomağı alsın baksın, üstünde dursun, incelesin, konuşsun. Şu an da olduğu gibi. Çağdaş sanatın en hermetik sanatçısıydı Beuys. Kişiliği, ortaya koyduğu felsefe, yaptığı işler onu hala tartışmamızı sağlıyor. Tartışılmayanlarla dolu bir ülke burası, tartıştıklarımız bizi ileri götürecek.
Siz mi mesela?
Olasılıklar, hipotezler, varsayımlar… Yansımam ne olacak bilmiyorum, bakalım birlikte diyebiliyorum.
70 hafta oynadınız bu oyunu. Devamı gelecek mi yoksa bu kadar mı ?
Türkiye'nin en uzun süren performansı oldu. Benim anlaşmalarım bir yıldır. Ağustosta Karla Dans bu süreyi geçti. Karanlıktaki versiyonlarını da sayarsak 70 hafta, 75 performans oldu. Eylül'de Berlin ve New York var. Türkiye ayağı ancak üniversiteler davet ederse olabilir. Halk için gösterim kati surette yok. Başka biri performe etmek isterse onunla ilerleyebilir. Kişinin kararlığı önemli burada benim için, gerçek hisleri. Herkes bu metnin altından kalkamaz.
Toplumda tabu olarak görülen bir konuyu sahnelemekten korkmadınız mı?
70 haftadır hep aynı soru. Mevlana'nın dediği gibi eli görmeyen yazıyı kalem yazdı sanır, onlardan mı korkacaktım?
Oyun sırasında izleyicilerin tepkisi nasıldı ? Sanırım kızıp çıkanlar da olmuş.
Daha farklı daha sert tepkiler aldığınız oldu mu ?E, bu bir performans. Para verip aldığı bilet karşılığında oraya oturan kişiye patlamış mısır vermiyorsunuz. Ya da külahta dondurma. Rahatsız etmek, sinirlendirmek, duygularını altüst etmek için sarfediyorsunuz tüm eforunuzu. Varolan bir ilüzyonu değil birebir gerçeği sunuyorsunuz gözlerinin önüne. Siz yaşamış ya da yaşamamış olabilirsiniz ama o anda yaşar durumdasınız ve yaşatmak.
SOĞUKTAN ÖLMEK ÜZEREYKEN....
Nasıl bir ruh hali içinde yazdınız Ağustosta Karla Dans'ı?
Üstümde bir Kurt Cobain hırkası, açık adresini sadece benim bilebileceğim bir dağ evinde, elimde bir kutu soğuk bira soğuktan ölmek üzereyken, ya da Cihangir'deki evimin tuvaletinde duvardaki bir James Dean fotoğrafına bakıp dişlerimi fırçalarken…
James Dean'i sever misiniz, onu anlayabiliyor musunuz?
Onu sevebilmem için tanımam lazımdı ve güvenmem. Güvenmediğim birini sevemem. Anlayabilmem içinse 24 yaşında ölmem gerekir. Bu dünyanın yükünü daha fazla taşıyamayacağını düşündüğü için gittiğine inanıyorum 24'ünde ölenlerin. Dean da onlardan biriydi.
“Ağustosta Karla Dans” biter bitmez yeni performansınız başladı. Yeni performansınızı tanıyalım biraz.
Ağustosta Karla Dans başlayalı 8 hafta olmuştu ki ben ikinci için hazırlığa giriştim. Borderline kişilik bozukluğu olan bir karakterle ilgili bir konusu vardı. Adı "Dün Gece Ben Kimdim Doktor?" du. Ama Nedim Saban tiyatrosu üstlenmek istedi. Üzerinde düşünüyoruz hala. İkinci işim bu olacaktı ama kısmet domatesliyeymiş. Benim çalışmalarından çok etkilendiğim Rus asıllı performans sanatçısı Oleg Kulik'e bir gönderme de içeren "Hadi Gel Domatesli Pilav Yapalım" isimli ikinci single çalışmam "insan-hayvan" arasındaki ilişkiye bakıyor. Ama olduğu gibi değil hiç olmayacak gibi. "Özgürlük", "tek başınalık" ve "aşkzedelik" bu performansta seyircinin anahtar kelimeleridir.
Oyunun çıkış noktası ne oldu ? İlk oyun kadar sert bir oyun bizi bekliyor diyebilir miyiz ?
Sondan giderek cevaplayayım bu soruyu. İlk oyundan daha sert diyerek amacım daha fazla seyirci çekmek olacaksa hayır ama evet bu da sert bir oyun. Çünkü ben seyircisini germeyi ve izlerken yormayı seçen bir performansçıyım. Beni diğerlerinden ayıran tek şey bu. Çok yumuşak bir karakter ama bir o kadar sert ve su geçirmez. Düşünüyor sürekli, isteyip de yaptığı şeylerin onun için önemini, anlamını. Buluyor, bulamıyor ve sonunda bir karar alıyor. 14 Şubat sabahı kalkacak ve o domatesli pilavı yapacak. Daha fazla söylemeyeyim, pilavın tadı kaçmasın. Oyunun iki çıkış noktasından biri yine benim. Hayatımdaki pek çok kadını bu performansta adını verdiğim "Aslı" yüzünden kaybettim. Ve o Aslı şimdi bir performansta. İkinci çıkış noktası sanatçı Oleg Kulik ve kendisinin "Geleceğin Ailesi" isimli fotoğraf çalışması. Bu performans ona saygı duruşumdur.
Ağustos’ta Karla Dans pek çok farklı disiplinden işin bir arada olduğu ortaya karışık bir sahne çalışmasıydı. Ben bağımsız bir performans sanatçısıyım, Ağustosta Karla Dans ta benim ilk performansım. Ses getirmesi ilk kez ensestin “baba-erkek çocuk” arasında gerçekleşmiş olanının sahnede “kanlı-canlı “ gösterilmesindendi. Ancak performansta vücut bulan karakter kesinlikle efemine değildi. Amerikan röpdeşambırı ile son derece sert, babadan adlığı iktidarla babaya kök söktüren bir genç erkek. Kurban psikolojisi üzerinden ilerlemiyor performans. Kararlı ve iradesine hakim bir genç erkeğin yaşadığını düşündüğü ensestin yıl dönümü olan 10 Ağustos gecesi babasını uyutarak o geceyi tekrar deşmesini gösteriyor.
Performanstaki karakter çok da karar sahibi gibi değil, gelgitleri çok diyenler olmuştu?
Kararsızlık elindeki iradeyi nasıl kullanacağını bilememektir. Kararsızlar iradelerini ancak kendilerine yön gösterecek, cesaretlendirecek veya omuz verecek birilerinin eliyle ortaya koyabilirler. Performanstaki karakterin buna tahammülü yok. İradesini ve kararını final sahnesinde koyuyor ortaya. “Gecenin sonuna geldik. Şimdi sen de benim kadar savunmasızsın ama benim karakterim seninki ile aynı değil, sana senin bana yaptığınla karşılık vermeyeceğim” diyor ve ekliyor: “Bu bir intikam gecesi değil, sana bir şeyi farkettirme gecesiydi. Sadece farket istedim.”
Oyunda seyirciye bir mesajınız oldu mu?
Ben bu noktada Theodor W.Adorno'cuyum. Sanat varoluşla oluşturduğu karşıtlığı ne kadar ciddiye alırsa varoluşun ciddiyetine o kadar bürünür. Kendi yasalarına dayanarak saf bir biçimde gelişmesi için ne kadar çok emek harcarsa anlaşılabilmesi de o kadar emek gerektirir. Seyirci gereken emeği verdiyse anlamak için bu performansın varolan ya da olması varsaydırılan bir mesaj ensestten de ziyade çocukken uğradığı haksızlığın savaşını genç olduktan sonra veren bir adamın olay karşısındaki duruşunu belli etmesinin performansı olduğunu anlar. İlle de verilmeli gerek görülüyorsa bir mesaj benim ki budur.
Peki ama neden çocuk istismarı konusunu seçtiniz ilk performansta?
Önceki röportajlarımda “eğer Nüfusbilim Derneği ve Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu tarafından hazırlanan "Türkiye'de Ensest Sorununu Anlamak" adlı rapor doğru ise yarın sabah anne-baba olmak yasaklatılmalı demiştim. Saha çalışması Adana, Ankara, Diyarbakır, Erzurum, İstanbul ve Kocaeli'de gerçekleştirilen bu rapor içler acısı. Birincisi bu yüzden. İkincisi ABD istatistiklerine göre her 6 erkek ve her 4 kız çocuğundan ikisi ensestle karşı karşıya. Birinci İstanbul Çocuk Kurultayı yapıldığında divan sözcüsü seçilmiş ve sokak çocuklarının sorunlarını kürsüye taşımıştım. Daha 6.sınıftaydım. İlk kısa metrajlı filmimi Sinan Çetin'in de jürisi olduğu bir yarışmaya gönderdiğimde 16 yaşındaydım. Konusu tinerci çocuklardı ve üstün başarısı belgesi ile ilk 10'a girerek ödüllendirildim. Lise son sınıftayken yerel bir medya kuruluşunda yazdığım yazıların yüzde altmışı çocuklarla ilgiliydi. Çocuk hep önemli oldu benim için. Doğru bir çocukluk yaşayamamak belki beni buna iten, kim bilir.
İĞFAL EDİLDİM DEMEDİM
Artık söyleyebilirsiniz, ne kadarı gerçek ne kadarı kurgu?
Evet, artık performansın Türkiye ayağı bitti. Tüm reklam ve duyuru, kamuoyu yaratma gündemde tutma taktikleri vsleri de. Şimdi derin bir nefes alıp bu soruyu gayet açık bir şekilde ve soğukkanlılıkla cevaplayabilirim. Önce şu bilinsin: Ben İstanbul Bilgi Üniversitesi Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetimi Bölümü'nde eğitimine devam eden, yolu dünya çağında isim yapmış Mehmet Sander, Şükran Moral ve Türkiye'nin ayakta alkışladığı Ayla Algan gibi isimlerle kesişmiş bir performansçıyım. Ayrıca Associated For Coachin'e bağlı Fa Coach Academy'de yaşam koçluğu eğitimimi tamamladım. Yaşam koçu titrimle ve akademik tarafımla cevaplıyorum sorunuzu, bunun altını çizerim. Bu röportajdan sonra birileri de çıkıp “bize röportajda böyle söylemişti ama”, demesin sonra. Başından beri yarısı otobiyografik, yarısı kurgu diye yazıldı, buna ben izin verdim. “İnsan beyni gerçekle hayali ayırt edemiyor. Neresi gerçek neresi değil ben de karıştırdım” dedim, bunlar doğru. Fakat ben babam tarafından iğfal edildim demedim. Aksi takdirde bu bir üçüncü sayfa haberi olurdu ve beni konuşurduk farkındaysanız şu anda performansı konuşuyoruz.
Burada kesmek istiyorum. Bu soruya vereceğiniz cevap şu anda çok önemli. Performans bitti ve şimdi derseniz ki tamamı kurguydu…
Ne fark eder ki. Ha benim başıma gelmiş ha bir başkasının. Ha bir arkadaşım anlatmış etkilenmişim ve “yarısı benden yarısı kurgu” demişim ha tamamı benim ve kurgu hiç yok. Ben ses getiren bir iş yaptım ve ne biçim ne de içerik açısından sınıfta kaldım. Önemli olan budur. Fakat bu son röportaj Ağustosta Karla Dans ile ilgili. Partizanca konuşmayacağım neyse o. Performansın amacına hizmet etmesi için önce tek başıma bir yere kapanmam ve gözlem yapmam gerekiyordu. Kaldığım yurttan ayrıldım. Çok sevdiğim Cihangir'de yaşamaya karar verdim, bir ev arkadaşı buldum üstesinden geldim. Marjinal barlara takıldım. Bir sürü arkadaşım oldu. Saçlarımı karaktere benzetmek için bir yıl öncesinden platin sarısına boyattım. 110 kilodan 74'e indim, performanstaki bornoza girebilmek için. Yani performansla ben de bir şeye dönüştüm. Baştaki kişi değildim artık. Ama ben gerçekte kimdim ya da kimim? Söylüyorum…
BU PERFORMANSTA BABAMA SALDIRDIM
Hadi artık….
Babamla aramda bir cinsel birleşme olmadı. Rus asıllı yönetmen Aleksandr Sokurov'un “babası ve oğlu” isimli filmdeki gibiydi ilişkimiz. Onu severken bir başkasını sevememem ve hayatındaki kadınlar hep ön planda olduğundan “beni sevmesi için benimde mi bir kadın olmam gerekiyor?” diye sorduğumdan ergenlik dönemimde yaşadığım kafa karışıklıkları ve “ben kimim” e veremediğim cevaplar onunla aramdaki ilişkide onarılamaz tahribatlar yarattı. Bugün Eminem bir şarkısında annesine saydırmıyor mu ben de bu performansta babama saldırdım. Hak etti ya da etmedi, sorun bu değil.
Yani?
Ona herkese ve her şeye bakar gibi bakabilirim ama asla bir çocuğun babasına baktığı gibi bakamamam işte tüm mesele bu. Hiç kimse düşünmedi mi bu çocuk bu kadar ses getiren yayın organlarına ve güçlü isimlere performansını anlattı, neler dedi, ama babası onu vurmadı ya da ailesi hala yanında, başına bir iş gelmedi, oyun yasaklatılmadı diye…. Ayşe Arman röportajında eğer ben suç duyurusunda bulunmuş gibi olduysam babamı içeri atmaları gerekirdi ya da onun peşime düşüp bana haddimi bildirmesi. Ama ses getirmek gerekiyordu ve yolu buydu. Bir sergide tüm bu röportajlar ve oyundan kesitlerle yer aldığında sürecin tamamı da bir performans olacak işte…
Başınızdan bir taciz geçmediği zaten metinde de belli ama hiç zor durumda kalmadınız mı?
Bir iki kötü dokunma ben de tüm çocuklar gibi yaşadım. Yapanın farkında olmadığından yaptığı, kafası yerinde olmadığı için uyurken gelişi güzel, rastgele yaptığı ama sadece bir dokunma. Düşünüyorum da bir dokunmadan bu performans çıktıysa, söz konusu bir ensest yaşansa dünyayı sallardım herhalde… Sanırım hala bir işin alıcısını bulmak ne kadar gerçek olduğu üzerinden ikna etmekle ilintili. İş ikinci kertede “boktan”, “fena değil” ya da “tatmin edici.”
Babanız izledi mi oyunu ?
Evet. Şunu dedi: Ailen olarak seninle ve performansınla gurur duyuyoruz. Gerçek mi, kurgu mu diye çok üstüne gelecekler. Koçluk eğitiminle de bunun üstesinden geleceksin eminim. Performans devam ettiği sürece zorlu bir süreç seni bekliyor. Bizi de. Bazı durumlarda çevreye açıklamak güç olabilir ama aldığın eğitime ihanet edemezsin sen benden önce Joseph Beuys'un oğlusun.
''BEN TİYATROCU DEĞİLİM''
Siz de dediniz Beuys'un devamıyım diye? Bu nedir?
Ben tiyatrocu değilim. Meseleleri olan bir adamım. Çomağı sokup sonra geri çekilen cinsinden. Millet o çomağı alsın baksın, üstünde dursun, incelesin, konuşsun. Şu an da olduğu gibi. Çağdaş sanatın en hermetik sanatçısıydı Beuys. Kişiliği, ortaya koyduğu felsefe, yaptığı işler onu hala tartışmamızı sağlıyor. Tartışılmayanlarla dolu bir ülke burası, tartıştıklarımız bizi ileri götürecek.
Siz mi mesela?
Olasılıklar, hipotezler, varsayımlar… Yansımam ne olacak bilmiyorum, bakalım birlikte diyebiliyorum.
70 hafta oynadınız bu oyunu. Devamı gelecek mi yoksa bu kadar mı ?
Türkiye'nin en uzun süren performansı oldu. Benim anlaşmalarım bir yıldır. Ağustosta Karla Dans bu süreyi geçti. Karanlıktaki versiyonlarını da sayarsak 70 hafta, 75 performans oldu. Eylül'de Berlin ve New York var. Türkiye ayağı ancak üniversiteler davet ederse olabilir. Halk için gösterim kati surette yok. Başka biri performe etmek isterse onunla ilerleyebilir. Kişinin kararlığı önemli burada benim için, gerçek hisleri. Herkes bu metnin altından kalkamaz.
Toplumda tabu olarak görülen bir konuyu sahnelemekten korkmadınız mı?
70 haftadır hep aynı soru. Mevlana'nın dediği gibi eli görmeyen yazıyı kalem yazdı sanır, onlardan mı korkacaktım?
Oyun sırasında izleyicilerin tepkisi nasıldı ? Sanırım kızıp çıkanlar da olmuş.
Daha farklı daha sert tepkiler aldığınız oldu mu ?E, bu bir performans. Para verip aldığı bilet karşılığında oraya oturan kişiye patlamış mısır vermiyorsunuz. Ya da külahta dondurma. Rahatsız etmek, sinirlendirmek, duygularını altüst etmek için sarfediyorsunuz tüm eforunuzu. Varolan bir ilüzyonu değil birebir gerçeği sunuyorsunuz gözlerinin önüne. Siz yaşamış ya da yaşamamış olabilirsiniz ama o anda yaşar durumdasınız ve yaşatmak.
SOĞUKTAN ÖLMEK ÜZEREYKEN....
Nasıl bir ruh hali içinde yazdınız Ağustosta Karla Dans'ı?
Üstümde bir Kurt Cobain hırkası, açık adresini sadece benim bilebileceğim bir dağ evinde, elimde bir kutu soğuk bira soğuktan ölmek üzereyken, ya da Cihangir'deki evimin tuvaletinde duvardaki bir James Dean fotoğrafına bakıp dişlerimi fırçalarken…
James Dean'i sever misiniz, onu anlayabiliyor musunuz?
Onu sevebilmem için tanımam lazımdı ve güvenmem. Güvenmediğim birini sevemem. Anlayabilmem içinse 24 yaşında ölmem gerekir. Bu dünyanın yükünü daha fazla taşıyamayacağını düşündüğü için gittiğine inanıyorum 24'ünde ölenlerin. Dean da onlardan biriydi.
“Ağustosta Karla Dans” biter bitmez yeni performansınız başladı. Yeni performansınızı tanıyalım biraz.
Ağustosta Karla Dans başlayalı 8 hafta olmuştu ki ben ikinci için hazırlığa giriştim. Borderline kişilik bozukluğu olan bir karakterle ilgili bir konusu vardı. Adı "Dün Gece Ben Kimdim Doktor?" du. Ama Nedim Saban tiyatrosu üstlenmek istedi. Üzerinde düşünüyoruz hala. İkinci işim bu olacaktı ama kısmet domatesliyeymiş. Benim çalışmalarından çok etkilendiğim Rus asıllı performans sanatçısı Oleg Kulik'e bir gönderme de içeren "Hadi Gel Domatesli Pilav Yapalım" isimli ikinci single çalışmam "insan-hayvan" arasındaki ilişkiye bakıyor. Ama olduğu gibi değil hiç olmayacak gibi. "Özgürlük", "tek başınalık" ve "aşkzedelik" bu performansta seyircinin anahtar kelimeleridir.
Oyunun çıkış noktası ne oldu ? İlk oyun kadar sert bir oyun bizi bekliyor diyebilir miyiz ?
Sondan giderek cevaplayayım bu soruyu. İlk oyundan daha sert diyerek amacım daha fazla seyirci çekmek olacaksa hayır ama evet bu da sert bir oyun. Çünkü ben seyircisini germeyi ve izlerken yormayı seçen bir performansçıyım. Beni diğerlerinden ayıran tek şey bu. Çok yumuşak bir karakter ama bir o kadar sert ve su geçirmez. Düşünüyor sürekli, isteyip de yaptığı şeylerin onun için önemini, anlamını. Buluyor, bulamıyor ve sonunda bir karar alıyor. 14 Şubat sabahı kalkacak ve o domatesli pilavı yapacak. Daha fazla söylemeyeyim, pilavın tadı kaçmasın. Oyunun iki çıkış noktasından biri yine benim. Hayatımdaki pek çok kadını bu performansta adını verdiğim "Aslı" yüzünden kaybettim. Ve o Aslı şimdi bir performansta. İkinci çıkış noktası sanatçı Oleg Kulik ve kendisinin "Geleceğin Ailesi" isimli fotoğraf çalışması. Bu performans ona saygı duruşumdur.