Kürt Ulusal Kongresi (KNK) eş başkanı Nilüfer
Koç, Sendika.Org’un Ortadoğu’da değişen dengeler içinde Kürtlerin
konumu ve Rojava Devrimi üzerine sorularını yanıtladı. Röportaj
yapılırken henüz IŞİD Musul’u ele geçirmemişti. Dizi halinde
yayımlayacağımız söyleşinin bu bölümünde Koç, 20. yy Ortadoğu haritası
yeniden şekillenirken Kürtlerin değişen konumuna dair sorularımızı
yanıtlıyor…
Sendika.Org: Ortadoğu’da haritanın yeniden şekillendiği,
Kürtlerin de daha önce kendilerine yer verilemeyen bu haritada giderek
avantaj elde ettiklerini görüyoruz. Daha önceden neden yer alamadılar,
şimdi neden bu ölçüde etkili olabiliyorlar?
Nilüfer Koç: Ortadoğu’nun doksan yıl önce kurulan
dengeleri, özellikle Sovyetlerin de yıkılışından sonra bozuldu.
Özetlersek, 1916’da başlayan Sykes-Picot, 1921 Kahire Konferansı ve 1920
Lozan Anlaşması’nın çekirdeğinde aslında Kürtleri, Ortadoğu’nun
denetimi açısından kullanılmaya açık tutma amacı yer alıyordu. Buna da
Kürt sorunu denildi. Bu Kürt sorunu Ortadoğu’da Demokles’in kılıcı gibi
işletildi doksan yıl boyunca. Kürtler hem Sykes-Picot’dan başlayan
Lozan’ın sonuçlarını, bugüne kadar sayısız isyanla cevaplayıp
kendilerine biçilen bu misyonu kabul etmediler, reddettiler ve sonuçta
onlarca isyanın zemini oluştu.
DİRENİŞLERİN SONUCUNDA, LOZAN’LA KÜRDİSTAN’A BİÇİLEN STATÜ YIKILDI
Bugün de bu direnişlerin sonucunda, Lozan’la Kürdistan’a biçilen
statü yıkıldı. Öte yandan doksan yıllık bu sürecin başka bir sonucu da,
1. ve 2. Dünya Savaşları sonrası egemen güçlerin çıkar politikalarına
göre inşa edilen ulus devletlerin yaşadığı sarsıntı oldu. Sovyetlerin
yıkılışından sonra bu ulus devlet statüleri sarsılmaya başladı.
Özellikle sınırsız bir şekilde yayılmaya çalışan neoliberal sistem,
ulusa devlet yapısı içindeki ekonomik sistemleri kendi yayılım
politikası açısından engel olarak gördü.
Sorunumuz bağlamında dört çekirdek ulus devlet var: Türkiye, İran,
Irak ve Suriye. Bunlara ek olarak Kuzey Afrika’da Mısır, Tunus, Libya’yı
da içine alan ulus devlet modelleri, neoliberal çıkarları engelliyordu.
Ulus devlete özgü oligarşik mantalite, sermayenin serbest dolaşımını
engelliyor. Bu noktada bu devletlerle problemin aşılması için
müdahaleler oldu. Körfez Savaşı ve ardından 2003 Irak rejiminin
yıkılmasıyla, günümüze kadar bölgeyi bu anlamda yeniden dizayn süreci
başlatıldı.
NEOLİBERALİZMİN SONUÇLARINA EN GÜÇLÜ DİRENİŞ KÜRTLERDEN GELDİ
Neoliberal sistemle ulus devlet arasındaki gerilimden söz
ettiniz. Neoliberal sistem deyince sınıfsal çatışma düzlemi akla
geliyor. Bir ulusal hareket olarak siz bu çatışmanın neresindesiniz?
Neoliberal politikalar sadece ekonomik tahribatla sınırlı kalmadı
diğer yandan da Ortadoğu’da, katı milliyetçi, dinci, cinsiyetçi, erkek
egemen bir toplumsal dokuyu esas alan bir ulus devlet mantalitesi
oluşturuldu. Buna karşı Kürtlerin yanı sıra diğer halkların da, işçi
sınıfının da karşı duruşu oldu. Fakat bunların içinde en örgütlü ve
güçlü direniş, Kürdistan’da gerçekleşti. Kürdistan, hem ekonomik olarak
sömürüldü hem de tüm ulusal kimlik haklarından mahrum bırakıldı. Fakat
Kürt halkı, bu ablukaya karşı da hep direniş halinde oldu. Bu direnişin
örgütlü olması, bugün bütün Ortadoğu açısından bir umut ışığını ifade
ediyor.
Mesela diğer ülkelerde de direnişler oldu ama rejimler direnişlerin
öncü kadrolarını ya cezaevlerinde çürüttüler ya katlettiler ya da
yurtdışına kaçmaya zorladılar. Dolayısıyla ortaya çıkan halk
hareketlerine öncülük etme boyutunda sorunlar oldu. Kürtler ise
mücadelesine hep örgütlü bir şekilde yaşadıkları alanlarda verdi, yani
Kürdistan’ın kendisinde. Yurtdışına çıkışlar oldu elbet fakat bu da
tekrar Kürdistan’a hizmet etme temelinde gerçekleşti. Bu durum, bugün
için artık Ortadoğu açısından bir umut ışığıdır ve bu umut Rojava’da son
iki yıldır somutlaşmıştır.
ROJAVA KENDİ KADERİNİ TAYİN HAKKINI KULLANDI
Rojava’nın kendi özgünlüğünü de konuşacağız ama Rojava’nın toplamda Ortadoğu için anlamı nedir?
Rojava biraz da Ortadoğu’nun çekirdeğini oluşturuyor. Rojava’nın
toplumsal dokusuna bakıldığında, Ortadoğu’nun herhangi bir coğrafyasına
veya ülkesine benzediğini görebiliriz. Ulus devletlerden önce
Ortadoğu’da adı konulmamış bir özerklik sistemi yani birlikte yaşamanın
ortak ilkeleri vardı. Fakat bu form, devletlerin sınırları içerisine
hapsedildi. Dolayısı ile, bugünkü çatırdama ile bu ulus devlet
modellerinin Ortadoğu’ya çok da uygun olmadığı açıkça görülmektedir. Bu
yeni düzene karşı ilk başta Kürtler isyan etti. Bu denklem Rojava’da
bozuldu ve Ortadoğu’nun gerçekliğine geri dönüldü. Yani kendi zemininde,
kendisiyle birlikte yaşayan, kendisi gibi özerkliği isteyen tüm
bileşenler ya da halklar, Rojava’nın kendi iradesine dayalı bir sistem
geliştirdiler.
Bu talep, uluslararası siyaset ve hukuk çerçevesinden bakıldığın da
”halkların kendi kaderini tayin etme hakkı” olarak açıkça
belirtilmiştir. Rojava bu hakkı uyguladı. Dolayısıyla, diplomatik
anlamda da Rojava’ya yönelik saldırılar ya da eleştiriler çok yersiz,
çünkü zaten Birleşmiş Milletler’e üye olan tüm devletlerin imzaladığı
tanınmış böyle bir hak var. Bu ibareyi açacak olursak, bir halk veya bir
ulus kendi iradesi dışında baskı altına alınıyorsa buna karşı direniş
hakkı ve bu direnişi gerektiğinde de silahlı mücadele ile de
yürütülebilme hakkı tanınmıştır. Dolayısıyla Kürtler Rojava’da meşru
müdafaa durumundadır. Şu an Rojava’da işletilen, kendi kaderini tayin
etmedir.
“ULUS DEVLET” MANTOSUNA KARŞI, ROJAVA’DAKİ YENİ MANTO
Ortadoğu’ya dış güçlerin biçtiği ”ulus devlet” adında bir manto
vardı. Fakat şimdi, Rojava’da biçilen yeni bir manto var. Halkların
kendi eliyle kendileri için diktikleri bir rengarenk bir manto. O
mantoda tüm inançlar ve etnik gruplar var. Özelde de, tüm topluluklar
içerisinde kadın gerçekliğini vurgulayan ve en çok ezilen olan kadını
öne çıkaran bir model buldular ve bunun adını ”Demokratik Özerklik”
koydular. Demokratik Özerklik, özünde çeşitliliğin ve farklılıkların
birlikteliğidir. Elbette ki şimdi bir de bunun sevk ve idaresi
gerekiyor. Yani bütün bileşenlerin bir şekilde hayatı idame etmek için
organize örgütlenmesi gerekiyordu. Bu açıdan da en uygun siyasal ve
toplumsal örgütlenme modeli olarak kantonlar esas alındı.
Çünkü toplumlar yaşadıkları yerlerde kendi yaşamlarını
örgütlemelidir. Sadece Cizre kantonuna baktığınızda, orada Araplar
Kürtler, Asuri, Süryani, Keldaniler, Ermeniler, Çeçenler yaşıyor. İnanç
olarak da Sünniler, Ezidiler ve Hıristiyanlar var ağırlıkta. Bütün bu
kimlikler asırlardır kendi köylerinde, kentlerinde yaşıyorlar. Kentlerde
ortaklık yaşam olsa da köyler bu bakımdan daha homojen. Bu durum göz
önüne alındığında Kantonal model her kesimin mikro düzeyden makro
taleplerine kadar kendi geleceğini inşasına, dizaynına olanak tanıyor.
Kantonal model, aynı zamanda doğrudan demokrasiyi de sağlayan bir model.
Yani yerelden başlayıp üst yönetime doğru giden bir model.
* Nilüfer Koç, Kürdistan Ulusal Kongresi’nin
(KNK) eş başkanı. Uzun yıllardır bir yandan Kürt ulusal birliğini
oluşturmaya dönük çalışmalarda yer aldığını, diğer yandan Kürt sorununun
çözümü ve Kürtlerin ürettiği çözümün uluslararası alanda statüye
kavuşması için mücadele yürüttüğünü belirtiyor. Bununla birlikte
Kürdistan’da iç demokrasinin gelişiminde Kürt kadınlarının
örgütlenmeleri ile ilgili çalışmalarda yer alıyor.