Cinsiyet kimliği sebebiyle gördüğü baskılar yüzünden öğretmenlik mesleğinden ayrılmak zorunda kalan trans aktivist ve seks işçisi Sinem Kuzucan, trans bireylerin kamudaki varlığını, seks işçilerinin yaşam alanlarını daraltan Kabahatler Kanunu’nu ve Emniyet’teki performans sistemini Türkiye’den Şiddet Hikayeleri’ne anlattı.
Röportaj: Doğu Eroğlu
Şiddet olgusuyla ilk defa nasıl tanıştınız? Cinsel kimliğinizi fark etmeden önce şiddet gördünüz mü?
Bir transın hayatındaki en büyük şiddet kötü bakışlardır. “Bu da ne, bu kim” gibi bakışlardan bahsediyorum. İnsan küçükken kendinde farklılıklar olduğunu anladığında, aslında kendi kimliğini de tam bilemiyor. Bende de böyleydi. Annene mi babana mı benzeyeceğini, hangisi gibi olacağını bilmiyorsun. Sen bunu tam çözememişken ailen, sokaktaki çocuklar, gittiğin okuldaki arkadaşların farklılığını görüyorlar. “Kız Ali, Kız Murat” gibi isimler takıyorlar. Sen de ne olduğunu aslında bu laflardan öğreniyorsun. Şiddet burada başlıyor. Bu ayrımcılık büyüyerek seni ailenden, eğitimden, istihdamdan dışlıyor. Hayatın hiçbir alanında yer alamıyorsun.
Bu anlattığınız baskılar ve toplumsal ayrımcılık nasıl bir travma yaratıyor?
Gençken yaşadığı toplumsal şiddet bir transın tüm hayatına etki ediyor. Okuldaki arkadaşlarının uyguladığı ayrımcılık yüzünden eğitimin engelleniyor. Bir yandan da ailenin desteğinden yoksun kalıyorsun; “Etraftakiler ne der, niye böyle davranıyorsun, kırıtmadan yürü” gibi laflarla başlayan baskılar fiziksel şiddete varınca evi terk etmek zorunda kalıyorsun. Evi terk edince okulundan da oluyorsun. Bu ikisi olmayınca istihdam edilmen de imkansızlaşıyor. Hayatının bu döneminde maruz kaldığın şiddet ve ayrımcılık tüm yaşamını kökten değiştirmiş oluyor yani. Bu saydıklarımı ben de yaşadım; kimliğimi bastırsaydım ben de “normal” olarak nitelenen bir hayat sürmüş olacaktım.
Yalnızca kadın ve erkekten oluştuğu öğretilen bir toplumda yaşıyoruz. Öğretmenlik yaptığım dönemde, üstelik trans birey olduğum halde, çocuklara çekirdek aileyi ben de bu şekilde öğretmek zorunda bırakıldım. Bize de böyle öğretilmişti. Bu ayrımcı tavrın dönüştürülmesinde eşitlikçi yasal düzenlemelerin yapılması çok önemli. Bu toplum tektipçi yasa ve uygulamalarla bu hale geldiyse yine yasalarla düzelebilir. En azından başlangıç noktamız yasalar olmalı. Trans cinayetleri mevzu bahis olduğunda yıllarca tahrik indirimleri yapıldı. Eskiden trans öldürenlere hafifletici sebepler yüzünden ya 2 yıl ceza veriliyordu ya da hiç verilmiyordu. Şimdi en azından 15 sene cezaya çarptırılıyorlar. Yasalar ne kadar eşitlikçi olursa halk da buna belli bir süre sonra uyum sağlamak durumunda. Geçmişteki geçişler de kolay olmamıştı.
Cinsiyet kimliğinizi fark edene dek aileniz ve çevrenizle olan ilişkileriniz nasıldı?
Ailem Doğu kökenli ancak Ankara’da büyüdüm. Çocukluğum hep hakaretlerle geçti. Mahalleden birileri hakkımda kötü laf eder korkusuyla, mahalleden kimselerle arkadaşlık etmedim. Okulda da dalga geçenler oluyordu ama liseye dek söylenenlere kulaklarımı tıkadım. Ailemle ilişkilerim ilk zamanlar çok iyiydi; anneme ev işlerinde yardım ederdim, yemek yapardım, temizlik yapardım. Onların gözünde ailemin en sevimli, en uslu çocuğuydum anlayacağın. Uslu çocuktum işte; diğer tüm erkek çocuklar top oynuyor, yaramazlık yapıyor, cam kırıyorlar. Ben cam siliyorum, uslu uslu evimde duruyorum.
Uslu çocuk olma hali ne zamana dek sürdü?
Uslu çocukluk cinsiyet kimliğimi öğrenip bana benzeyen kişilerle tanışmama dek sürdü. Cinsiyet kimliğimi açıkça ifade etmeye başlayınca uslu çocuk olmaktan çıktım. “Bu uslu çocuk değilmiş, meğer travestiymiş” dediler. Hala annemle konuşmalarımızda, “O zaman seninle birlikte evin işlerini görüp cam silerken iyiydi ha?” diyorum. O da, “Biz seni uslu çocuk zannediyorduk” diyor. Trans kimliğin ortaya çıkınca tüm şimşekleri birden üstüne çekiyorsun. Bende de böyle oldu. Ailem hakkımda ölüm kararı vermişti, beni nereye gömeceklerini tartışıyorlardı. O sırada ailemden beni anlayan biri tarafından kaçırıldım. Zaten şiddet görmüştüm, her tarafım yara bere içindeydi. Lise son sınıftayken bu şekilde evimden ayrılmak zorunda kaldım. Ailemi de sonrasında yıllarca görmedim.
Öğrenim hayatınıza nasıl devam ettiniz?
Ailemden ayrıldığımda liseyi bitirmeme çok az bir süre kalmıştı. Altı ay Ankara’daki transların evlerinde, çeşitli mekanlarda, tren vagonlarında kaldım. Hem cinsiyet kimliğimi, hem de başıma gelenleri bilen bir matematik hocam vardı. Liseyi bitirebilmem için elinden geleni yaptı. Onun da yardımlarıyla liseyi bitirdim İstanbul’a öyle gittim. İstanbul’da 2 yıl seks işçiliği yaptım. Başka bir alternatif yok, kaçmışsın, çocuksun… Bir yandan etrafında başka bir örnek de yok, bütün translar bunu yapıyor. Bu anlattıklarım 20 yıl önce yaşanıyor, dolayısıyla herhangi bir hak yok, tanınmış bir örgüt yok. Varlığın yokluğun belli değil. Tam bir çıkmazdasın yani.
Dernek veya başka kurumların yokluğunda seks işçileri birbirleriyle nasıl iletişim kuruyorlardı?
Bütün translar birbirlerini tanıyorlardı zaten. Baskı ve şiddetten ötürü translar sürekli yer değiştirmek durumunda kalıyorlardı. Ankara’dan İstanbul’a giden biri çevre oluşturuyor, bu iki kentteki arkadaşları sürekli birbirlerine arka çıkıyor. Sürekli diyalog halindesin çünkü arkadaşlarının can güvenliğini sağlamaya çalışıyorsun. Başka bir alternatif yok.
Liseden sonraki öğreniminizi nasıl sürdürdünüz?
Ben İstanbul’da çalışırken de işin farkındaydım. Eğitim translar arasında hiç yok. İstanbul’da 2 sene seks işçiliği yaptıktan sonra bu işi sürdürmek istemediğime karar verdim. Okumak istediğimi de biliyordum ve üniversite sınavına girdim ve Atatürk Üniversitesi’ni kazandım. O zaman eğitim fakültesi Erzincan’daydı. Gitmeye karar vermem çok zor oldu. Nasıl gidecektim? Seks işçisiyim, transım, ailemden ayrılmışım. Her şeye rağmen Erzincan’a gidip öğretmenlik okumaya karar verdim. Saçlarımı kısacık kestirip kılık değiştirdim. Tekrar karşı bedene girdim yani. Kılık değiştirdim ama böyle şeyler bir transta çok eğreti duruyor. Toplumun, medyanın da bunu bilmesi lazım; biz eşcinsel değiliz, transseksüeliz. Bizim kimliğimiz bu. Erkek eşcinsellerde erkeksi tavırlar eğreti durmuyor, dilerlerse kendilerini gizleyebiliyorlar. Ama translarda durum böyle değil. Erkeksi olmaya çalışsanız dahi kimliğiniz belli olur. Erzincan da zaten küçücük bir yer; bütün okul, bütün kent sizin trans kimliğinizi biliyor. İtiraf etmenize gerek yok, transların alnında yazıyor zaten.
Erzincan’da okuldakilerle ve kentlilerle ilişkiniz nasıldı?
Şöyle anlatayım; okuldaki kantin tıka basa dolu olsa bile kimse benim oturduğum masaya yaklaşmazdı. Çünkü onlara göre benim masam kötü bir yerdi. Ben de, “Yerim her zaman hazır” diye dalga geçiyordum bu durumla. Kimliğimi ne kadar saklamaya kalksam da anlaşıldığını fark edince dilediğim gibi giyinmeye karar verdim. Erzincan gibi bir yerde yırtık pantolonla geziyordum, küpe takıyordum. Artık bıkmışlardı benden, “Biz dövmekten bıktık, sen dayak yemekten bıkmadın” diyorlardı. Bir süre sonra uğraşmayı bıraktılar. Ülkücü hocalar da düşmandı bana. Bir tanesi beni her gördüğünde, “Seninle konuşmamız lazım” deyip odasına çağırırdı. Her gidişimde içeriye giremeden kapıyı suratıma kapatıyordu, bundan da büyük bir keyif alıyordu. En azından haftada bir kere yaşanıyordu bu, ben de hiç bıkmadan gidiyordum yanına. Bir gün, “Ben çağırıp suratına kapıyı kapatıyorum, sen de her seferinde geliyorsun peşimden” dedi. Ben de, “Belki bir gün konuşursunuz diye geliyorum” dedim. Ben onları bıktırdım yani. Her şeyi bırakıp okumaya gelmişim, sonuna kadar götürmeye kararlıydım.
İkinci sınıfın sonunda not ortalamam da iyi olduğu için Ankara Gazi Üniversitesi’ne geçiş yaptım. Erzincan’da da çok farklı değildi ama Gazi’de ülkücülerle daha sık karşı karşıya geldim.
Gazi Üniversitesi’nde baskı ve şiddet arttı mı?
İzmir Ekonomi Üniversitesi’ndeki Eşit Platform Kulübü’nün ayrımcılığa karşı oluşturduğu pano.
Gazi’ye gelince her şeye sıfırdan başlamak zorunda kaldım. Gazideki şiddet çok başkaydı elbette ama her iki okulda da benzer şeyleri yaşadım, toplumun iki yüzlülüğüne Ankara’da da, Erzincan’da da şahit oldum. Toplum Bülent Ersoy’u alkışlarken diğer transları taşlıyor, öldürüyor. Üniversitede de bunu çok açık görüyorsunuz; topluca hareket ettiklerinde ülkücü gruplar önünüzü keserler, laf atarlar, döverler. Ama tek başlarınayken eline bir şişe şarap alıp evine gelir gizlice senle buluşmak isterler. Cinsel isteklerine karşılık verirsen seni olabildiğince görmezden gelirler. Kullanabileceğin tek koz bedenin. Bunu da o zaman anladım; translara bedenlerinden başka şey bırakmıyorlar. Bedenini onların istediği biçimde kullanırsan seni rahat bırakıyorlar, en azından yok sayıyorlar. Yok sayılmak demek, üniversitede rahatlık demek. Bir yandan kötü bir şey ama fiziksel şiddete uğramaktan, ayrımcılığa maruz kalmaktansa yok sayılmayı kabul ediyor insan.
Öğretmenlik mesleğini yapmaya nasıl başladınız? Öğreniminiz sırasında karşılaştığınız baskıları meslekte de yaşadınız mı?
Mezun olduktan sonra evraklarımı götürdüm ve atamam yapıldı. 2 sene Antakya’da, 2 sene de Muş’ta öğretmenlik yaptım. Hatay’da rahattım. Muş’ta biraz daha muhafazakarlığın da etkisiyle çeşitli sıkıntılar yaşadım.
Cinsiyet kimliğinizi gizleyerek mi çalıştınız?
Ben cinsiyet kimliğimi çok saklayan biri değilim. Hatay’daki öğretmen arkadaşlarımın çoğu cinsiyet kimliğimi biliyorlardı. Zaten trans olduğunuz için ne kadar saklarsanız saklayın bir yerden açık veriyorsunuz. Sigara tutuşunuzdan bacak bacak üstüne atışınıza kadar farklısınız, hep hakkınızda dedikodu yapılıyor yani. Durum böyle olunca ben de hep kimliğimi kabul edebilecek kişilerle arkadaşlık kurdum. Hatay’da sorun yaşamadım ama Muş’ta görev yaparken dedikodular İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne kadar ulaşınca hakkımda 68 tane soruşturma açıldı. Biri bitmeden öbürünü açıyorlardı; kılık kıyafetten, ahlaka aykırı davranıştan, farklı farklı gerekçelerle sürekli ceza kesiyorlardı. O zaman Eğitim-Sen yeni yeni etkinlik kazanıyordu. Cinsiyet kimliğim yüzünden uğradığım ayrımcılık hakkında Eğitim-Sen’e başvurdum. Kendi aralarında tartışmışlar ve onlar da beni genel ahlaka aykırı bulup kurumla ilişiğimi kestiler. Sendika o zamanlar erkek egemen bir yapıdaydı zaten. Seneler sonra seks işçiliği konulu bir panelde, Eğitim-Sen başkanıyla konuşmacı olarak buluştuk. Zamanında cinsiyet kimliğinden ötürü sendikadan atılmış bir öğretmen olarak sendikanın yeni yaklaşımından duyduğum mutluluğu belirtmiştim. Velhasıl, Eğitim-Sen o zamanlar şimdiki gibi olmadığı için onlardan da destek göremedim.
Muş’ta merkeze 170 kilometre uzaklıktaki bir köyde öğretmenlik yapıyordum. Soruşturmalar başladıktan bir süre sonra görev yerimi değiştirmeye başladılar. Beni geçici görevlendirmeyle haftada bir farklı bir köye gönderiyorlardı. Başka baskılar da görüyordum. Kürt vatandaşlarla ve HADEP’le de aram iyiydi, bunun üzerine adımı “PKK’lı hoca”ya çıkardılar. Milli Eğitim Müdürü beni sürgünle tehdit ettiğinde merkeze 170 km uzakta bir dağ köyündeydim. İşin garibi mutluydum da orada! “Sürgünle tehdit ediyorsunuz ama beni buradan başka nereye süreceksiniz ki!” dedim. İran’a mı süreceklerdi acaba? Çok sabrettim. 1998’e dek çok mücadele ettim ama 1999’da istifa ettim. Döneceğim yerin seks işçiliği olduğunu bildiğim için çok denedim ama en sonunda işkenceye dönüştü. Ağlayarak istifa ettim; işimi de, görev yerimi de çok seviyordum.
Yıldırma politikası sizi kamu hizmetinde barındırmadı yani.
Bu anlattıklarımla kim kalabilirdi ki kamu hizmetinde? Gidecek yer, yaşam alanı bırakmadılar bana. Bütün bunlar olurken bir yandan da kendi bedenimle uğraşıyordum. Aynaya baktığımda bedenimi mutsuz buluyordum. Ben kadınım ve saç uzatmak istiyorum, oje sürmek istiyorum ama bunları yapamıyorum. Yaşadığım en büyük travma, şiddet buydu. İstifa ettikten bir hafta sonra Ankara’da yaşadıklarımı hiç unutamıyorum. Ankara’da önce trans arkadaşlarımın yanında kaldım. Ama bir şekilde çalışmak zorundasınız. Giyindim süslendim püslendim, peruk takıp caddeye çıktım. İki saat boyunca orada ağladım. Ne müşteri bulabildim, ne de polis alabildi beni. İki saat orada olduğum yerde ağladım. Bu şiddeti ben hiçbir zaman unutamam. Çünkü beni oraya düşürdüler. O gözle bakıyordum o zaman. Şimdi çok “düşmüş” gibi hissetmiyorum kendimi ama birden o hayattan öbürüne girince…
Biz seks işçiliğine “işçilik” diyoruz ama zorunlu seks işçiliği diye bir şey var. Transların bir çoğu zorunlu seks işçileri çünkü başka alternatifleri yok. Başka bir meslek yapmalarına izin verilmiyor. Şu anda temas ettiğim herkese, “Okuyun, üniversite bitirin” diyorum ama inanın tabanı yok, yasalarla güvence altına alınmıyorsun, desteklenmiyorsun, sürekli aşağılanıyorsun. Şu anda devlete desem ki ben öğretmen olacağım, davalar açsam ve kazansam. O da beni bir köye verse, o köylüye transın ne olduğunu öğretmeden beni oraya gönderirsen güvenliğimi riske etmiş olursun.
Sinem Kuzucan, Hollanda’da düzenlenen bir toplantıda diğer hak savunucularıyla birlikte.
Trans bireylerin kamuda istihdamı için neler gerekli?
Translar kamuda olacaklarsa bunun yasal altyapısı oluşturulmalı önce. En başta eğitim sisteminde değişiklikler şart. Eğitim sadece çift cinsiyetli öğütler,”kutsal aile yapısı” diye kadın, erkek ve çocuğu işaret eder, diğer cinsel ilişkileri sapıklık diye öğretirse translar kamuda istihdam edilse ne olur? Öncelikle bu çift cinsiyetli eğitimi değiştirmek zorundasın. Türkiye sözde laik bir ülke ama yine de belirli mehzeplerin egemenliği var. Benim öğrettiğim din derslerinde “dört hak mezhep” diye geçerdi ve Alevilik bunun içinde yoktu. Biri hak, biri değil diye öğretiliyor. Ben de öyle öğretmek zorunda kaldım. Bunlar varken nasıl eşitlik sağlayabilirsin? Bunları öğrettiğin; kutsal aile biçimi, heteroseksizm ve militarizmle yoğurduğun çocuklar bugün polis, doktor, hakim savcı oldular. Bunların karşısına bir trans birey gittiği zaman nasıl davranırlar siz düşünün. Hakim bana istediği hakareti edebiliyor çünkü anayasal dayanağı var, kültür ve eğitim onun yanında. Bugün bu devletin büyüttüğü psikolog, psikiyatrist, “Eşcinsellik hastalıktır, tedavi edilebilir” diyor. Nasıl bir eğitimden geçirdik ki bu adamı psikiyatrist olmasına rağmen bunu söyleyebiliyor?
Kamuda hala trans bireyler kendilerini gizleme pahasına mı çalışıyorlar? Pembe Hayat’a bu konuda başvurular geliyor mu?
Türkiye’de bu konuda süregelen bir kaç dava var. 5’e yakın kendi kimliklerini açıklayıp öğretmenlik yapan trans var. Doktor var. Böyle bir kaç örneğimiz var. Transların seks işçiliği dışında alanlarda çalışabilmesini sağlamaya çalışıyoruz. Kamuda çalışmaya başlayabilmek için transların zaten en baştan dava açmaları gerekiyor. Her gün televizyonda polis şiddetini izliyoruz. Kimi karakolda kadın dövüyor, kimi trafikte dayak atıyor. Polisler hakkında çoğunlukla soruşturma açılmıyor, açılan soruşturmalar da göstermelik. Bir yandan da eşcinsel olduğu tespit edilen 10’dan fazla polis de meslekten atılıyor. Demek ki Türkiye’de işkence suç değil ama eşcinsellik suç.
Seks işçiliği suç olmamasına karşın Kabahatler Kanunu’nun uygulamaları ve poliste performans sistemi gibi kurumsallaşmış önlemler fiilen seks işçilerini suçlu durumuna düşürüyor. Kağıt üzerinde serbest olan seks işçiliğine yönelen bu ihlaller nasıl işliyor?
İstanbul’da polis karakollarında suçluların yakalanması halinde alınacak bonuslar yazıyor. Performansa göre puan, ikramiye veya terfi alıyorlar. Bu puanlama cetvelinde gasp var, çete var, terör var, her şey var. Bir de “malum şahıs, bilinen şahıs” ibaresi var. Yani onların deyimiyle “travesti.” Türkiye’nin de imza koyduğu uluslararası kanunlara göre transseksüel olmak, seks işçisi olmak zaten suç değil. Bunları suçmuş gibi değerlendirirsen bir de yakalayanlara puan verirsen otomatikman insan hakları ihlali yapmış olursunuz. Medya da bunu yapıyor; fuhuş baskınları diye haberler yayınlıyorlar. Fuhuş suç değil, suç olmayan şeyin baskını niye yapılır, basında bu niye yer alır?
9 Kasım 2012 tarihli Sabah Gazetesi’nden bir haber
Bu haberleri yayınlamak da bir başka ihlal. O eve giren polis suçludur asıl. Fuhuş yapıyorsam yaparım, suç değil ki! Bana nasıl ceza yazarsın? Kabahatler Kanunu adı altında fuhuş yapanlara sürekli ceza yazılıyor. Puan kazanabilmek için transı görür görmez ceza yazıyor polis. Bir ayda bir kişiye yüzlerce ceza yazıyorlar. 2 saat seks işçiliği yapıyorsa, bu cezaları ödemek için 4 saat çalışması gerekecek. O zaman devlet kendi eliyle fuhşu teşvik ediyor, “Daha çok çalış, devlete para öde” diyor. Bizim vergi ödemediğimizi söylüyorlar. Biz de, “Seks işçiliğini kayıt altına alın, hem seks işçileri yer altından kurtulsun, insan ticareti mağduru olmasın, hem de madem ki vergilendirmiş kazanç kutsal, biz de kutsal olalım” diyoruz, ne diyelim başka? Ceza yazdıklarında bazen çıkıyorum caddeye, polis gelip “Daha yeni ceza yazdık, hala akıllanmadın mı” diye soruyor. Ben de ceza makbuzunu gösterip, “Bakın vergimi verdim, vergilendirilmiş kazanç kutsaldır. Çalışabilirim” diyorum.
23 Mayıs 2012 tarihli Akşam Gazetesi’nin ilk sayfası
Yalnızca Antalya’da 6 ayda translardan tahsil edilen ceza miktarı 246 bin lira. Bunu rant haline getirdiler ve transları sömürüyorlar. Bu sadece Antalya’daki bir avuç transtan 6 ayda alınan para. Tüm Türkiye’de yaşanan kabusu siz düşünün. Bir arkadaşımızın sadece dışarıya çıktığı için kesilmiş cezalar yüzünden 40 bin lira borcu var. Tek başına gezerken görüp ceza yazıyorlar. Tek başına nasıl fuhuş yapılır? Hem suç değil, gerçekten suç olsa bile bunun suç üstü yapılması lazım dersin ama tek başına yürüyen kişi.
Devlet hem transları emek piyasalarından dışlıyor, hem de seks işçiliği konusunda düzenleme yapmaya yanaşmıyor. Çözüm ne?
Türkiye’de fuhuş suç değil. Ama fiiliyata baktığımızda Kabahatler Kanunu, fuhuş baskınları karşımıza çıkıyor. Bundan 3-4 sene önce, şimdi CHP milletvekili olan Sinan Aygün Ankara Ticaret Odası’nın başındaydı. Televizyonda translarla dalga geçerek, “Bunca namuslu üniversite mezunu genç kızımız dururken onlara mı iş vereceğiz?” diyen bir ATO Başkanımız vardı. Translar bu şekilde nasıl istihdam edilecek? Madem bunları yapıyorsunuz, en azından seks işçiliği alanında sıkıştırmayın transları. Zaten transları gece hayatına, arka sokaklara, kayıt dışı çalışmaya iten sistemin kendisi. Niçin şimdi bir de bunu bozmaya kalkıyor? Bize, “Bu alan sizin, gidin ama sesinizi çıkartmayın. Burada öldürülün, burada yaralanın ama eylem yapmayın. Susun, görünmeyin, yok olun, kaybolun” diyor. Eylem yaptığımızda, “Bu düzen böyle gitmez” dediğimiz noktada ise polis baskınlarıyla, Kabahatler Kanunu’yla, işkencelerle karşılaşıyoruz. Devlet bize “sesini kes” diyor. Ya seks işçiliğini düzenleyecekler ya da transların başka iş kollarında istihdam edilmesini sağlayacaklar. Hiçbirini yapmamaları bizi ölüme terk etmeleri anlamına gelir.