Paul Feyerabend
...Düsünceler, tıpkı kelebekler gibi, yalnızca varolmakla
kalmaz; gelisir, baska düsüncelerle iliskiye girer, etkide
bulunurlar... Platon düsüncelerle yasam arasındaki
uçurumun söylesiyle asılabilecegini düsünmüstü -
kendisince, geçmis olayların yüzeysel bir anlatımı olan
yazılı söylesiyle degil degisik ortamlardan gelen kisiler
arasında gerçek, sözlü bir alısverisle. Söylesinin
denemeden daha esinleyici olduguna ben de katılıyorum.
Savlar, uslamlamalar üretebilir. Savların, uslamlamaların
isin içinde olmayanlar ya da baska bir okuldan uzmanlar
üzerindeki etkilerini gösterebilir, bir denemenin ya da
kitabın gizlemeye çalıstıgı açık uçları ortaya serer, en
önemlisi yasamımızın en saglam olduguna inandıgımız
parçalarının kuruntulugunu tanıtlayabilir. Sakıncalı yanı,
bütün bunların yasayan kisilerin, gözlerimizin önündeki
eylemlerine degil, kagıt üzerinde yapılması. Yine bir tür
arıtkan etkinlige katılmaya çagrılıyoruz. Yine, salt bilgi de
içinde olmak üzere, yasamlarımızı gerçekten biçimleyen
düsünce, algı, duygu arasındaki savaslardan çok uzagız...
(Arka Kapak)
Ortalıkta söylenene bakılırsa, düsünceleri ya da düsünce
dizgelerini gevsekçe, mektuplarda, telefon konusmalarında,
yemekte söylesirken ele almak olanaklıysa da biçimlerini,
sonuçlarını, benimsenme nedenlerini açıklamanın upuygun
biçimi bir yazı ya da kitaptır. Yazıda (kitapta) bir bas, orta,
son vardır. Bir serim, gelisim, bir sonuç vardır. Bundan
sonra düsünce (dizge) bir derleyicinin kutusundaki ölü
kelebekler ölçüsünde açık, iyice tanımlanmıs olur.
Oysa düsünceler, tıpkı kelebekler gibi, yalnızca varolmakla
kalmaz; gelisir, baska düsüncelerle iliskiye girer, etkide
bulunurlar. Bütün fizik tarihi, ilkin Parmenidesin dile
getirdigi, degisimin kimi nesneleri etkilemedigi varsayımına
baglıdır. Sayıltı hemencecik dönüstürülmüstür: esitligin
korunumu Varlıgın korunumundan alabildigine uzaktır. Bir
yazının ya da kitabın sonu, sonmus gibi dilegetirilse de
gerçekten bir son degil, asırı agırlık kazanmıs bir geçis
noktasıdır öyleyse. Klasik bir aglatı gibi, engellerin olmadıgı
yere bir engel diker.
Çagcıl tarihçiler (gerek bilimi gerek baska alanları konu
edinenleri) baska yanılgılar da saptamıstır. Bir bilim
yazısındaki betimleme düzeninin bulgulama düzeniyle ilgisi
pek azdır; tek tek ögelerin kimileriyse düpedüz uyduruktur.
Bu yazarların yalan söyledigi anlamına gelmez. Özel bir
örüntüye zorlanınca, bellekleri degisip gerekli (ama
uydurma) ögreniyi saglar.
Artık denemenin, arastırma yazısının, özellikle de ders
kitabının eski agırlıgını bayagı yitirdigi alanlar var. Bunun
nedeni, arastırmacı sayısının yüksekligiyle arastırma
sonuçları selinin, degisim oranını çogu kez bir yazının daha
basılmadan eskimesine yol açacak ölçüde artırmasıdır.
Arastırmanın öncülügü toplantılarla, yayıncıya gönderilen
mektuplarla (Physical Review Lettersa bakınız), fakslarla
belirlenmektedir. Yazılarla ders kitapları, arkadan sallana
sallana gelmeleri bir yana, arasıra basbayagı biçimsizlesen
bu söylem biçimi olmaksızın anlasılamaz bile.
Felsefeciler en asırı karmasaların ardında açık seçik ilkeler
bulabilmekle övünürler. Yunan sagduyusunun dünyası
(böyle tek bir dünya vardıysa) Parmenides yazdıgı sıralarda
oldukça karmasıktı. Bu onu gerçekligin baska, yalın,
düsünceyle kavranabilir oldugu koyutunu ortaya
koymaktan, üstelik kanıtlamaktan alıkoymadı. Çagcıl
felsefe, bu bakımdan daha güvençsiz olmakla birlikte yine
de karmasık olayların ardında açık yapılar bulundugu
düsüncesini korur. Birtakım felsefeciler (ama
toplumbilimciler, ozanlar bile) metinlere buna uygun
biçimde yaklasır; mantıkça onaylanabilir bir yapının parçası
durumuna sokulabilecek bilesenler arayıp bu yapıyı geri
kalanları yargılamakta kullanırlar.
Bu girisim basarısızlıga yazgılıdır. Ýlkin, bilgiye önemli
katkılarda bulunan bilimlerde karsılıgı bulunmamasından
ötürü. Ýkincileyin, yasamda karsılıgı olmamasından ötürü.
Yasam, sıradanlıgını sürdürdükçe, diyecegim insanlar isine
gücüne baktıkça, metinleri birörnek okudukça, köklü bir
biçimde zorlanmadıkça oldukça açıktır. Sıradanlık
bozulunca açıklık çözülür, tuhaf düsünceler, algılar,
duygular bas gösterir. Tarihçiler, ozanlar, sinemacılar bu
gibi olayları betimlemistir. Bir örnek: Pirandello. Bu
yapıtlarla karsılastırıldıkta, mantık güdümlü denemeler bir
Barbara Cartland romanının gerçekdısılıgını paylasır.
Yapıntıdırlar ama açılımlar getirmeyen türden bir yapıntı.
Platon düsüncelerle yasam arasındaki uçurumun söylesiyle
asılabilecegini düsünmüstü kendisince, geçmis olayların
yüzeysel bir anlatımı olan yazılı söylesiyle degil degisik
ortamlardan gelen kisiler arasında gerçek, sözlü bir
alısverisle. Söylesinin denemeden daha esinleyici olduguna
ben de katılıyorum. Savlar, uslamlamalar üretebilir.
Savların, uslamlamaların isin içinde olmayanlar ya da
baska bir okuldan uzmanlar üzerindeki etkilerini
gösterebilir, bir denemenin ya da kitabın gizlemeye çalıstıgı
açık uçları ortaya serer, en önemlisi yasamımızın en
saglam olduguna inandıgımız parçalarının kuruntulugunu
tanıtlayabilir. Sakıncalı yanı, bütün bunların yasayan
kisilerin, gözlerimizin önündeki eylemlerinde degil, kâgıt
üzerinde yapılması. Yine bir tür arıtkan etkinlige katılmaya
çagrılıyoruz, baska sözler kullanırsak, yine yalnızca
düsünmeye çagrılıyoruz. Yine, salt bilgi de içinde olmak
üzere, yasamlarımızı gerçekten biçimleyen düsünce, algı,
duygu arasındaki savaslardan çok uzagız. Yunanlıların
elinde gerekli yüzlesmeleri üreten bir kurum vardı oyun.
Platon oyunu yadsıdı, böylece kültürümüzün bunca
bölümünü etkileyen us düskünlügüne elinden gelen katkıyı
yaptı.
Bu kitaptaki söylesiler pek çok bakımdan eksiktir. Bu
özellikle ikinci söylesi için geçerlidir. Gerçekten söylesi
degil, umarsız bir kurbana yönelik bir yergidir. Konular
(alaya aldıgım) özgünlük, (karsı çıktıgım) baglanma, her
türlü baglanımın kuyusunu kazan, terimlerin bulanıklıgı ile
uzmanların bilgisizligi. Yıldız falcılıgından örnekler
kullanmam yanlıs anlasılmamalı. Yıldız falı beni illet ediyor.
Gelgelelim aralarında Nobel Ödülü kazananlar da bulunan
bilginlerin, uslamlamasız, yalınkat bir yetki gösterisiyle
saldırısına ugramıstır, bu bakımdan da savunulmayı
haketmistir. Hekimlik, söylesiyi yazdıgımdan beri biraz
ilerlemistir ama baska hekimlik dizgeleriyle karsılastırıldıkta
Batı hekimliginin (ben kuskuluyum ya, böyle tek bir dizge
varsa) etkileri bugün de bilinmiyor. Sınırlı alanlarda bölük
pörçük belgeler var elimizde, genel bir görünüs yok.
Dolayısıyla Batı hekimliginin ne yaptıgını söyleyebiliriz;
bütün öteki hekimlik dizgelerinden üstün oldugunu
söyleyemeyiz. Ýlk söylesi sanırım en iyisidir. Berkeleydeki
topluçalısmalarımdaki durumu yansıtır; Dr. Coleun benimle
pek az ilgisi var ama kisilerin kimilerini (adı sanıyla sudur
denemese de) kimi olaganüstü ögrencilerime borçluyum.
Söylesiler çok genel, uzmanca olmayan anlamda felsefidir.
Dahası yapıbozucu bile denebilir, ama kılavuzum Derrida
degil, (Karl Krausun okudugu biçimiyle) Nestroy olmustur.
Ýtalyanların Repubblica gazetesi için yapılan bir görüsmede
sormuslardı: Dogu Avrupadaki yeni gelismeler konusunda
ne düsünüyorsunuz, felsefe bu konularda ne söyleyebilir?
Orada verdigim karsılık tutumumu biraz daha iyi
açıklayacaktır sanırım. Bu ikisi bambaska sorular,
demistim. Ýlk soru duyguları, önyargıları, alıklıkları olan,
yasayan, az çok uygun biçimde düsünen bir insana,
diyecegim bana yöneliktir. Ýkinci soruysa varolmayan
birseye, soyut bir yaratıga, felsefeye yöneliktir. Felsefe
bilim ölçüsünde bile bir bütün degildir. Ya birbirini pek az
bilen ya da birbiriyle dövüsen, birbirini küçümseyen felsefe
okulları vardır. Bu okullardan kimileri, örnegin mantıkçı
deneycilik, günümüzde ortaya çıkan sorunlarla pek de
ilgilenmemistir; üstelik gelismelere eslik eden dinsel
duygulardaki artıstan pek de hosnutluk duymayacaklardır
(kimi Güney Amerika ülkelerinde din, özgürlük savasının ön
sıralarındadır). Baskalarının, örnegin Hegelcilerin, acıklı
olayları betimlemek için uzun aryaları vardır, kuskusuz
simdi de bu aryaları söylemeye baslayacaklardır ne ise
yarar, kimse bilmez. Ayrıca bir kisinin felsefesiyle siyasal
davranısı arasında sıkı bir bag oldugu seyrek görülür. Frege
mantık ile matematigin temelleri konusunda keskin bir
düsünürdü ama günlüklerinde boy gösteren siyasa en ilkel
türdendir. Sorun da burada; bugün Dogu Avrupada, daha
az görünür olmakla birlikte yeryüzünün baska bölümlerinde
olup biten olaylar, daha genel olarak, insanların karıstıgı
bütün olaylar düsünsel kalıplara sıgmaz tek tek hepimiz,
birey olarak, tepki vermeye, belki de tutum takınmaya
zorlanıyoruz. Tepkiyi veren kisi insancıl, sevecen,
bencillikten uzak biriyse, tarih, felsefe, siyasa, dahası temel
fizik (Sakharov!) bilgisi yararlı olabilir, çünkü o kisi o bilgiyi
insancıllıkla uygulayabilir. Olabilir diyorum çünkü iyi kisiler
çürük felsefelere kapılmıs, eylemlerini yanıltıcı, sakıncalı bir
biçimde açıklamıslardır. Bir örnegi Czeslaw Milosztur, onu
Akla Vedada tartıstım. Çinli gök fizikçisi, yönetim karsıtı
Fang Lizhi bir baskası. Özgürlük savasını ırkı, dili, dini,
öteki inançları gözönüne almayan evrensel haklara
dayanarak temellendirmeye çalısıyor. Fiziksel evren, diyor,
bir evrenbilim ilkesine uyar içindeki tek tek yerlerin, tek tek
yönlerin hepsi bütün öteki yerlere, yönlere esdegerdir;
tıpkısı, diyor, aktöre evreninde de geçerli olmalıdır. Bu yine
eski evrensellestirme ilkesi, nereye götürdügünü burada
çok açık biçimde görüyoruz. Çünkü bir yüzün ırksal
özelliklerini gözönüne almazsak, agzından çıkan seslerin
tartımına ilgi göstermezsek, konusmaya eslik eden özel,
kültürce belirlenmis devinimleri çıkarırsak, artık elimizdeki
yasayan bir insan degil bir tuhaf yaratık olur, böyle bir
yaratıksa ölüdür, özgür degildir. Ayrıca fiziksel evrenin
aktöreyle ne ilgisi var? Bilinircilere uyarak evreni bir zindan
sayalım, bu durumda aktöremizi onun zindansı özelliklerine
mi uyarlamamız gerekecek? Dogru, Bilinircilik bugün gözde
degil ama en son buluslar evrenbilim ilkesinin de pek
yakında geçmislere karısacagını gösteriyor. Öyle olunca
aktöremizi degistirmemiz mi gerekecek? Sagduyulu bir
felsefe, onu insancıl bir biçimde kullanacak sagduyulu bir
kisiyi binde bir bulur. Vaclav Havel bunun bir örnegi,
gelisme karsısında zorlananın felsefe degil, tek tek bütün
kisiler oldugunu açıkça gösteriyor. Çünkü, yinelersek, iyice
tanımlanmıs, bagdasık bir etkinlik alanı olarak felsefenin
varlıgı, bilimin varlıgından ne daha az ne daha çok.
Sözcükler var, kavramlar da var, ama insan varolusunda
kavramların gerektirdigi sınırların izi yok.
(Sonsöz, s. 183-187)
Kaynak : Bilgi Üzerine Üç Söylesi
Yayınevi : Metis Yayınları
188 s. - 3. Hamur- Ciltsiz - 13 x 20 cm
Paul Feyerabend
Paul Karl Feyerabend (d. 13 Ocak 1924, Viyana - ö. 11 Şubat 1994), Avusturyalı filozof ve bilim felsefecisi. Karl Popper'ın öğrencisidir, ancak daha sonra tamamen Popper'a karşıt bir kuramsal konumda düşüncelerini temellendirmiştir. 20. yüzyıl felsefesinde ve özellikle bilim felsefesi alanında Karl Popper, Thomas Kuhn ile birlikte en önemli ücüncü isimdir. Kuhn'un görelikçi kuramına yakın ancak bilimin hem teorik hem de toplumsal statüsüne dair radikal bir kuramsal reddiye konumuna sahiptir. "Anarşist bilgi kuramının" en önemli ismlerinden biridir.
Konu başlıkları
* 1 Biyografisi
* 2 Feyerabend'in Bilim felsefesindeki yeri
* 3 Feyerabend'den Alıntılar
* 4 Kitapları
* 5 Gözat
* 6 Dış Bağlantılar
* 7 Kaynak
Biyografisi
Paul Feyerabend, 1946 yılında Viyana'da Tarih, Sosyoloji,Fizik, Gökbilim ve Matematik okumaya başladı. Viyana Çevresi grubuna ait filozof ve bilim felsefecisi Victor Kraft'ın yanında felsefe doktora sınavını verdikten sonra, British Consul'dan burs kazandı ve Londra'ya gitti. Burada, Ludwig Wittgenstein'ın yanında asistan olarak çalışmaya başlamayı istiyordu. Bu zaman içinde Wittgenstein'ın ölmesi sonucunda Feyerabend, Karl Popper'ın yanında göreve başlamaya karar verdi. Feyerabend ve Popper arasındaki sevgi-nefret ilişkisi böylece temellendi. Feyerabend'in çoğu eseri, esas bakımdan açık ya da örtük olarak hocası Popper'ın eleştirisini içermektedir. 1955 ve 1990 yılları arasında Berkeley, Hamburg, Auckland, Kassel, New Haven, Londra, Berlin gibi birçok yerde bulundu, aynı zaman içinde Berkeley ve Zürih'teki Teknik Üniversite'de profesörlük yaptı. 1990'da her ikisinden birden emekliye ayrıldı. Feyerabend, Thomas Kuhn ile birlikte esas olarak sosyolojik bilgi yönelimli görelikçi bilim felsefesinin savunucularından birisidir. Yalnız Kuhn'dan daha farklı olarak Feyerabend, mantıksal tutarlılık bakımından teorik iddialarını daha fazla sonuna kadar götürmekte ısrar eder ve bu nedenle daha fazla tartışmalı bir konumda bulunur.
Feyerabend'in Bilim felsefesindeki yeri
Feyerabend'in bilim felsefesindeki düşünceleri 1968'lerden sonra farklı bir gelişim göstermeye başlar. Feyerabend hocası Popper'ın eleştirel akılcılığını ve bu temelde bilimi temellendirme gişimini kabul edilmez bulur. Akılcılığın bilim felsefesinden arındırılmasına yönelir, çünkü Feyerabend'e göre rasyonalizm, öncelikle ve esas olarak "yasa ve düzen" rasyonalizmidir. Dolayısıyla o bilim felsefesinde görece bir bilim anlayışını savunur. Bu bakımdan Feyerabend'in çalışması, bilim felsefesi alanında, bilinen bir Anarşizm kuramı ya da felsefi bir Dadaizm olarak anlaşılır. Feyerabend, bilimin ortodoks dogmatizmine karşı ya da başka bir deyişle bilimin ortodoks dogmatik tarzda anlaşılışına karşı isyan eder.
Feyerabend, "Akla Veda" diyen öncü isimlerden biridir. Aklı tek ve bütünsel bir nitelik, onun yönteminin de tek bir yol izlediği fikri Feyerabend'in karşısına aldığı bir görüştür. Bunun yanı sıra bilimsel kuramlara ve yönteme tanınan ayrıcalığa da itiraz eder. En önemli metinlerinden birinin adı "Yönteme Hayır"dır. Bilimsel kuramlar tarihsel olarak görelidirler ve bilgi bakımından diğer kaynaklardan üstün ya da ayrıcalıklı bir konuma sahip olamazlar. Feyerabend'in geç dönem yazıları, bir anlamda, Popper'in eleştirel rasyonalizminin geçersizliğini göstermek üzerine kuruludur. Ahmet İnam, Feyerabend'in bilime yönelik anarşist girişimini şöyle değerlendiriyor;
Bilim düşmanlığı savunulmuyor burada: Bilimin sınırlan, yeri yurdu, ortaya konuyor, tartışılıyor. Bilimde yaratıcı olabilmiş, bilime katkıda bulunmuş Batılı insan için anarşizmin bir anlamı var: Zincirlerinden kurtulmaya çalışıyor. Kör bilimciliğin tehlikelerini görüyor. Feyerabend, deyim yerindeyse, bilimi 'ti'ye alıyor, yer yer bir kara mizah yapıyor bilim üstüne. Buna hakkı var: Bilimi tanıyor, bilim tarihi üstünde ayrıntılı, kapsamlı çalışmalar yapmış, son gelişmeleri üstüne yabana atılmayacak görüşler ileri sürmüş...
Feyerabend'in en keskin ifadesi olan "Her şey uyar" (Anything goes) sözü, onun bilimi, din ya da sanat ile aynı noktada ya da onlarla birlikte, mümkün olan bilgi olanaklarından biri olarak ele almasının bir sonucu şeklinde ortaya çıkar. Bilim, din, sanat bunların her biri bilgi edinmenin farklı yollarıdır, birbirlerinden daha üstün ya da öncelikli ya da ayrıcalıklı değillerdir. Gerçekliğe ulaşmanın farklı yollarıdır bunlar. Birbirleriyle ölçülebilir ya da kıyaslanabilir değillerdir. Tek bir yönteme indirgenemezler. Buradan Feyerabend ve Kuhn "Eş-ölçülemezlik" sorununa gelirler. Bu kavram özellikle Kuhn'a ait görünmektedir; yalnız Kuhn bu meseleyi bilim içi farklı kuramların eş-ölcülemezliği bağlamında değerlendirirken, Feyarabend daha ileri giderek bilimin kendisinin öteki bilgi kaynaklarıyla eş-ölçülemezliği meselesi olarak ele almıştır.
Feyerabend'den Alıntılar
" O zamanlar, hatta daha da yenilerde, çağcıl bilimin yükselişiyle yirminci yüzyıldaki gözden geçirilişi sırasında, Bayan Us, araştırmanın güzel, yardımsever ancak zaman zaman fazlasıyla koruyucu olabilen tanrıçasıydı. Bugün onun felsefi koruyucuları (ya da pezevenkleri mi demeliyim?) Bu tanrıçayı 'olgun', yani geveze fakat dişleri dökülmüş bir kadına çevirdiler."
Kitapları
* Yönteme Hayır, Türkçesi: Ahmet İnam, Paradigma yayınları,Haziran-Ağustos,1987
* Akla Veda, Ayrıntı yayınları
* Anarşizm Üzerine Tezler, Öteki yayınevi.
* Özgür Bir Toplumda Bilim, çeviren; Ahmet Kardam, Ayrıntı yayınları, 1999.
* Bilgi Üzerine Üç Söyleşi,çeviren.Cemal Güzel, Levent Kavas, Metis yayınları, 1997.
* Vakit Öldürmek, Nedim Çatlı, Ayrinti yayınları, 1997.
* Bir Bilgi Anarşisti: Feyerabend, Cemal Güzel, Bilim ve Sanat Yayınları.