|
Kenan AYDIN
|
Güncellenme : 06.05.2014 04:40
Yazar
İhsan Eliaçık, 10-11 Mayıs tarihlerinde Amed’de yapılacak Demokratik
İslam Konferansı’nı gazetemize değerlendirdi. Eliaçık, konferansın; kan
gölüne dönen Ortadoğu’ya barışı, adaleti ve ortak yaşamı hakim kılma
arayışı olduğunu belirtti
BİRLİKTE YAŞAMA ARAYIŞI
Bölgemizde
Türkler, Kürtler, Aleviler, Sünniler Şiiler, Süryaniler, Êzidîler,
Ermeniler, Rumlar, Araplar, Farslarla nasıl bir ortaklık kurabiliriz? Bu
ortaklıkla barış içerisinde yaşayabiliriz. İşte Demokratik İslam
Konferansı, bu ortaklığın bir arayışıdır.
FORMÜL MEDİNE SÖZLEŞMESİ
Ortadoğu,
halklar, mezhepler, inançlar ve kimlikler coğrafyasıdır. Şimdi bunlar
savaş ve sömürü olmadan nasıl bir arada yaşayacak? İşte bunun formülüdür
Medine Sözleşmesi. Öcalan’ın toplum projesi de bunun özünü yansıtıyor.
Konferans bir arada yaşamanın arayışı olacak
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan tarafından önerilen ve 10-11 Mayıs
tarihleri arasında birçok din aliminin, yazarın, ilahiyatçının, melenin
katılımı ile yapılacak Demokratik İslam Konferansı’nı İhsan Eliaçık’la
konuştuk. Çağrıcılar arasında da yer alan Eliaçık, konferansın sivil bir
oluşum tarafından yapılıyor olmasının önemli olduğunu belirterek, “Biz
bölgemizde Türkler, Kürtler, Aleviler, Sünniler, Şiiler, Süryaniler,
Êzidîler, Ermeniler, Rumlar Araplar, Farslarla nasıl bir ortaklık
kurabiliriz? Demokratik İslam Konferansı, bu ortaklığın bir arayışıdır”
diyor.
İlk olarak Demokratik İslam Konferansı ile başlamak
istiyorum. Bu konferansı Ortadoğu, Türkiye ve İslam dünyası için önemli
kılan nedir, hangi ihtiyaçtan doğdu?
Bu konferansın en önemli özelliği, devlet dışında bir sivil oluşum
tarafından yapılıyor olmasıdır. Bugüne kadar yapılan diğer
konferanslardan farklı olarak bölgenin sahici sorunlarından
kaynaklanıyor olması. Ortadoğu’da her yer kan gölü, insan hakları,
demokrasi, hak-hukuk, adalet yerlerde sürünüyor. Özellikle Suriye’de
ortaya çıkan İslami hareketler, bir takım Selefi gruplar Alevilerin,
Kürtlerin kanı, malı, ırzı, namusu helaldir diye fetvalar veriyor.
Demokrasi, insan hakları, özgürlük söylemi kafirlik olarak görülüyor.
Beş yüz sene öncesinin, yedi yüz sene öncesinin fıkıh kitaplarıyla idare
eden, imparatorluklar döneminde kalma siyasetnameleri siyasi felsefede
kullanmaya kalkan böylesi bir ortamda Demokratik İslam Konferansı
yapılacak.
Sayın Öcalan bu kongreyi önerirken Medine Sözleşmesi’ne
atıfta bulunmuştu. Nedir bu Medine Sözleşmesi? Kimler arasında yapılmış,
nasıl bir toplumsal mutabakat sağlamıştır, bu güne uyarlanma şansı var
mı?
Medine Sözleşmesi peygamberimizin Kur’an’ın temel değerlerinden
hareketle Medine’de gerçekleştirmeye çalıştığı bir arada yaşama
formülüdür. Yani bir toplum projesidir. Medine Sözleşmesi bir müddet
sonra yürürlükten kalktı, anlaşma bozuldu. Ama bu girişimin kendisi
önemli. Peygamber Medine Sözleşmesi’nde ortak paydada farklı inançları
buluşturmaya çalıştı. Ama bu kadar önemli bir sözleşme uzun yıllar
boyunca Müslümanların gündemine hiç girmedi, hiç dönüp bakmadılar.
Medine Sözleşmesi’nden ilham alarak farklı inançların bir arada olduğu
çoğulcu bir yapı gelişmedi. Türkiye’de doksanlı yıllarda bir dönem
tartışıldı. Ben yazdığım Adalet Devleti kitabında bir bölüm açtım. 90’lı
yıllarda Ali Bulaç da gündeme getirmişti. Ali Bulaç sanırım
Diyarbakır’daki konferansta da Medine Sözleşmesi ile ilgili bir sunumda
bulunacak. Bunu biz tekrar gündeme getirmek istiyoruz. Öcalan’ın
yönlendirmeleriyle Kürtlerin de gündemine girdi. Öcalan’ın buna gönderme
yapması çok önemli bir gelişme.
Yani Medine Sözleşmesi referans alınarak faklı kültürlerin, inançların bir arada yaşaması sağlanabilir...
Evet. Fakat Medine Sözleşmesi’nde daha çok farlı inançlar vardı. Biz
ona farklı kimlikleri, mezhepleri de ekliyoruz, ne kadar farklılık varsa
hepsini ekliyoruz. Diyoruz ki, peygamberimizin Medine’de yaptığı gibi
hak-hukuk temelinde, eşitlik temelinde buluşalım. Evrensel değerlerde
buluşup barış içeresinde bir arada yaşamanın formülünü geliştirelim.
Araya sınır koymadan, sınıf yaratmadan, birbirimizi sömürmeden,
birbirbirine saldırmadan ve savaş çıkartmadan barış içerisinde
yaşayalım. İşte bunun formülüdür Medine Sözleşmesi.
Farklı inançların bir arada yaşamasının hukuku ve ilkeleri Medine Sözleşmesi’nin ilkeleri olabilir diyorsunuz?
Tabi. Ama bunun dışında da belli başlı kavramların esas alınması
gerekir. Mesela, rıza. Bunun rızaya dayalı olması gerekiyor. Çoğulcu
olması gerekiyor. Tek tipçi olmaması gerekiyor. Kur’an’ın Rum Suresi,
‘sizin dilleriniz ve renkleriniz Allah’ın ayetlerindendir’ diyor. Dil
zaten bildiğimiz anadillerdir, renklerde kimliklerdir, inançlardır,
ritüellerdir, gelenek-göreneklerdir. Medine Sözleşmesi işte bunun
örneği. Bu noktada kapitalist moderniteye karşı Öcalan’ın Demokratik
Uygarlık Manifestosu kitabında söyledikleri ile Medine Sözleşmesi’nde
anlatılmaya çalışılanlar örtüşüyor. Öcalan’ın zihninde geliştirmeye
çalıştığı toplum projesi ile bizim Medine Sözleşmesi’nden ilham alarak
yıllardan beri söylediğimiz şeyler bu noktada örtüşüyor.
Peki barış dini olan İslam, nasıl şiddetle anılan, kanla bir araya gelen bir dine dönüştü? Bunun nedenleri nelerdir?
Batılıların İslam dünyasındaki sömürgeci işgal faaliyetleri neden oldu.
Bu işgal faaliyetlerine karşı birçok İslamcının tepki göstermesi, bu
tepkiyi gösterirken de işi çığırından çıkarmaları... Yani adam önce
işgalcilere karşı savaşacağım diye onların askerlerini öldürüyor. Sonra
onlara destek verenleri öldürüyor, sonra sivilleri öldürüyor. Sonra
kendisine muhalif düşünen herkesi işgalcilerle işbirliği yaptı diye
düşünüyor. Böyle bir şiddet sarmalının içerisinde kaybolup gidiyor.
Halbuki İslam’da savaşın ve barışın hükümleri vardır. Yani öldürdüğün
düşmanın cesedini bile saygıyla kaldırmak zorundasın. Eğer savaşmak
zorundaysan savaşın bir ahlakı vardı. Bunlar dümdüz edilmiş, hiçbiri
tanınmıyor, her şey yakıp yıkan, serseri hareket dönüşüyor. Sonra da
buna cihad deniliyor.
Bu sorum, bir önceki cevabınızla bağlantılı olacak. İslam
dünyasında İslam ve demokrasi bir araya gelemez, birbirine çok uzak
şeyler düşüncesi hakim gibi. Bu algının nedeni, yapılan bu işgal
hareketleri mi? Yani demokrasi ve İslam ilişkisi nasıl olmalıdır?
Medine Sözleşmesi bence adına demokratik İslam anlayışı dediğimiz
anlayışın ilham kaynağıdır. Kur’an’daki Meşveret ayetleri ve rıza
ayetleri, İslam’ın demokratik yorumunun da aynı zamanda ilham kaynağı
olabilir. İslam dünyasında şöyle bir anlayış gelişmiş: Mesela saltanata
küfür demezler ama demokrasiye küfür derler. Halbuki küfür olacaksa
saltanat küfürdür. Çünkü bir kişi tanrı yerine geçiyor. Ama yüzyıllar
boyunca saltanat devam ettiği için 1300 yıl boyunca İslam tarihinde
saltanattan başka bir şey görmediğimiz için saltanat dediğin zaman
kimsenin tüyleri diken diken olmuyor. Ama demokrasi dediğin zaman
tüyleri diken diken oluyor. Çünkü İslam dünyasındaki bütün işgal
hareketleri demokrasi adına yapıldı. Dolayısıyla demokrasi bizi işgal
eden Batılıların sembolüne dönüştü. Halbuki saltanatta Bizans’tan
geliyor. Muaviye tarafından Bizans’tan örnek alınarak oğlu Yezid’le
beraber çifte biat alınarak İslam dünyasına sokulmuştur. İslam’ın
demokratik yorumu Bizans’tan saltanat, harem hayatı, saray hayatı ithal
edilerek boğuldu. Saltanat, İslam’ın siyasi reformlarının gelişmesine
engel oldu ve onu boğdu.
Peki İslam bir siyasal yapılanmayı nasıl tarif ediyor?
Kur’an yönetimin nasıl olması gerektiğini birçok kavramla açıklıyor.
Bir; adalet, yönetimin amacı adalet olmalıdır. İkincisi; emane, yani
yönetim dediğin şey halkın bir emanetidir, Allah’ın bir lütfu değildir.
Üç, ehliyet: Yönetime ehil olanlar gelmelidir. Kim bu işi anlıyorsa o
gelmelidir. Dördüncüsü; meşveret, yani danışılarak işler yürütülmelidir.
İşte demokrasi de burada İslam’la örtüşüyor. Meşveret kelimesi
Türkçe’de ancak üç kelime ile tercüme ediliyor: Açıklık, seffaflık ve
katılımcılık. Çağımızda buna demokrasi deniliyor.
Yani İslam için en uygun yöntem demokrasi...
Evet. Meşveret anlayışı tamamen bunu öngörüyor. Demokrasi Yunanistan’da
doğmuştu. Demos mu, Genos mu tartışması vardı. Genos, yani genetik
soyla gelen aileler mi yönetecek, yoksa halk mı yönetecek. Bu
tartışmanın bizdeki karşılığı, saltanat mı olacak yoksa meşveret mi
olacak. Dolayısıyla burada demokrasiden rahatsız olmanın bir anlamı yok.
Şöyle bir şey de var: Cumhuriyetle demokrasi arasında fark var. Mesela
bir devlet cumhuriyetle yönetilebilir, o devletin yöneticileri seçimle
işbaşına gelir ve seçimle gider. Ama bir devlet vardır, devlet özü
itibariyle bir tahakküm, sömürü kurumudur. Demokrasi burada toplumu
biraz daha önceleyen bir şey. Yani sadece cumhuriyet yetmiyor.
Cumhuriyet devletçi olabilir. Ama demokratik cumhuriyet dediğin zaman bu
halkın daha da yönetime katıldığı, kararlara halkın direk iştirak
ettiği, kendi sorunlarını çözdüğü, dışardan böyle bir şeyin dikte
edilmediği, merkeziyetin yok olduğu daha fazla yerinden yönetimin olduğu
bir durum.
Bir nevi demokratik özerklik yani...
Evet. Aslında demokratik özerklik dediğimizde bu. Benim anlayışıma
göre, Türkiye’de 81 il var 81’i de demokratik özerk olmalıdır. Bir tane
Ankara’da değil 81 başbakan olmalıdır. Yetkiler dağıtılmalıdır. Kur’an
diyor ki: “ihtiyaçtan fazlasını infak edin.” Yani ihtiyaçtan fazla paran
varsa onu aktaracaksın, biriktirmeyeceksin. İktidar da böyledir.
İhtiyaçtan fazla yetki, iktidar, güç merkezden yerele doğru
kaydırılmalıdır. Bu bütün dünyanın her yerinde böyle olmalıdır. Medine
Sözleşmesi’ni çağımıza aktardığımızda olan budur. Medine’de merkezi
yönetim yoktur. Yahudiler vardır, kabileler vardır, halklar vardır.
Medine Sözleşmesi’nde ortaya çıkan felsefe egemenlik değil ortaklıktır.
Konferansın temeli de bir ortaklık yaratmak üzerinden olacak o zaman...
Evet. Biz bölgemizde Türkler, Kürtler, Aleviler, Sünniler Şiiler,
Süryaniler, Êzidîler, Ermeniler, Rumlar Araplar, Farslarla nasıl bir
ortaklık kurabiliriz? Bu ortaklıkla barış içerisinde, binlerce yıl
yaşayabiliriz. Demokratik İslam Konferansı, bu ortaklığın bir
arayışıdır.
Bir sonraki Avrupa’da
Konferans kurumsal bir yapıya kavuşturulacak mı?
Bunları
konuşacağız. Kurumsal bir yapıya kavuşması isteniyor. Hatta bunun
devamı olacak, 24-25 Mayıs’ta Avrupa’da da Demokratik İslam Konferansı
yapılacak. Sonra bakacağız, oradaki duruma göre. Başka ülkelerde de
olabilir, gidip bunlar anlatılabilir. Buradan yolla çıkarak Ortadoğu’nun
barış içerisinde bir arada yaşama formülünün arayışları devam eder. Bu
sadece burada kalmayacak.
Son olarak, konferanstan kısa ya da uzun vadede ne tür sonuçlar bekliyorsunuz?
Kısa vadede birçok kişinin bu işin içine katılarak, tartışmaya müdahil
olması söz konusu olabilir. Bu da bölgede çözüme dair, barışa dair,
umutların artmasına vesile olabilir. İnsanlar şöyle düşünebilir, deme ki
kendimiz, kendi tarihimizden ve değerlerimizden yola çıkarak bir formül
geliştirebiliyoruz, bunu becerebiliriz. Bu sadece bir girişim,
insanların gündemine girecek ve konuşa konuşa bölgenin Müslüman
halklarına Medine Sözleşmesi üzerinde örnek göstereceğiz. Kur’an’ın
söylediği de bu, peygamberin yaptığı da bu diyerek bölgeye bu fikriyatı
yaymaya çalışacağız.
Konferansta 6 başlık tartışılacak
Nedir bu konferansta konuşulacak konular, başlıklar?
Konferansta altı başlık konuşulacak. Birinci başlık, İslam’ın Temel
Esasları. Nedir bu İslam, İslam’ın temel esasları neden ibarettir?
İkinci başlık, Medine Sözleşmesi. Bu başlıkta Medine Sözleşmesi’ni bütün
yönleriyle masaya yatıracağız. Üçüncü başlık, İslam’da Şiddet, Barış ve
Savaşın Hükümleri konusu. Şiddete ne zaman başvurulur, barış hali nasıl
konulur, savaş hükümleri nelerdir, kim öldürülür, kim öldürülmez.
Dördüncü başlık, İslam ve Kapitalizm. Sosyal adalet meselesi, bölgedeki
zengin yoksul uçurumu, bunların giderilmesine yönelik nelerin
yapılabileceği, kapitalist moderniteye karşı dayanışmacı, toplumcu
modellerin esaslarının neler olabileceği konuşulacak. Beşinci başlık
olarak da, İslam’da Kadın ve Hakları konusu konuşulacak. Altıncı ve son
başlık olarak da, İslam’da Kavim, Millet ve Ulus Meselesi bütün
yönleriyle konuşulacak.