“Her sanat
yapıtı bir kavgadan doğar: yaşam, düşünce ve düşgücü arasındaki kavgadan.”
Ferit Edgü
başından beri edebiyatımızdaki egemen söylem ve ilişkilerin dışında kalmış,
sıradışı yazarlarımızdan. Kendi değerlerinin yanında gördüklerine, sanılandan
daha yakındır. Daha da önemlisi, onu öykücülüğümüzün ilk akla gelen yazarları
arasında görmek, edebiyatın aslında ne denli değerli olduğunun da farkında
olmaktır. 70. yaşı, Ferit Edgü’nün yaşamında bir şeyleri değiştirmeyecekse
bile, bizim için önemli. Bu da sıradan bir 70. yaş konuşması değil.
***
Ferit Edgü
kimdir?
Yunus Ali’nin
babası.
İlk öykü Yeni
Ufuklar’da. Yarım yüzyıldan çok olmuş…
İlk
öykülerimden yalnız birini, “Yitik Gün”ü kitaplarımdan birine aldım. Yeni
Ufuklar, Mavi, Vatan Sanat Yaprağı’nda yayımlanmış olanların tümü genç bir
kalemin arayış ürünleriydi.
İlk kitabım
Kaçkınlar’dan sonra onların yayımlanması söz konusu olamazdı.
Yazarken en
başta neyi göz önünde tuttunuz?
Üslûp.
1950 kuşağının
anlamı.
Bizler
demokrasi yutturmacasının oynandığı bir ülkede, toplumu ve bireyi değiştirmek
isteğiyle yanıp tutuşan gençlerdik. Son derece politik bir kuşaktık. Ama
politika ile sanata bizden öncekiler gibi bakmıyorduk. Sanatın, yazının o güne
değin Türkiye’de hiç üzerinde durulmamış, tartışılmamış konularını gündeme
getiriyorduk. Dile birinci derecede önem veriyorduk. fiunu abartısızca
söyleyebilirim: Türkçe bir düşünce dili niteliklerine bizim kuşakla ulaşmıştır.
En yakın
arkadaşlarınız kimlerdi?
Demir Özlü.
Onunla 1952’den, lise yıllarından beri dostuz. Sonra Yüksel Arslan. Maya’daki
ilk sergisi dolayısıyla, Vatan Sanat Yaprağı için kendisiyle yaptığım
söyleşiden beri. Sonra sevgili Onat Kutlar, Asaf Çiyiltepe, Güner Sümer, Ankara grubundan bugün
hâlâ sıklıkla görüştüğüm Ahmet Oktay. Tabii, Tahsin Yücel. Onunla da yarım
yüzyılı aşan, bir dostluğumuz var. Yeni Ufuklar’ın iki öykücüsünden biri, Orhan
Duru’yla da öyle.
Kuşağınızdan
en çok sevdiğiniz yazarlar.
Bizim şu 1950
kuşağı, şimdi düşünüyorum da, sıkı bir kuşaktı. Birbirine benzemeyen, daha önce
de Türk yazınında pek örneği olmayan yapıtlar verdi. Onlardan birini, ikisini
burda anmam doğru olmaz. Tümünün yapıtlarını günü gününe izledim. Birçoğunun da
yayımcısı oldum. Bu bile onlara duyduğum ilginin, yakınlığın kanıtı
olsa gerek.
Şimdiki genç
yazarlardan sevdikleriniz var mı?
Var. Ama
hoşlanmadıklarım, okuyamadıklarım daha fazla. Bizler Türkçenin işçileri olarak
görüyorduk kendimizi. Dili ne kadar önemsersek önemseyelim, yeterince
önemsemediğimizi düşünürdük.
Bugünün genç
ve ünlü yazarlarında bu özeni göremiyorum. Bir de, yazılanların çoğunu, öykü ya
da roman, son derece şematik buluyorum. Ortak konuları var. Okuru da fazla
önemsiyorlar. ‹tici güç, sanki yaratmak değil de, üne kavuşmak ya da ünü
sürdürmek. Aralarında birkaç küçük ‹skender olsun isterdim.
En önemli
kitabınız.
Bilmiyorum.
Ada
Yayınları’nı en güzel tek kişilik yayınevlerinden biri yapan neydi?
Yazına
duyduğum sevgi, tutku ve saygı.
Türkiye’nin
yeri Batı’da mı, Doğu’da mı?
Ortadoğu’da.
Ama zamanla, bana öyle geliyor ki Doğu’ya kayacak. Çünkü bu şizoid yapısı
içinde adına milliyetçilik denen o ölümcül hastalıktan kurtulması olası
görülmüyor bana.
Popüler
edebiyatın anlamı.
Popüler
edebiyatın, her dönem, her ülkede yeri olmuştur. 19. yüzyılda Victor Hugo,
Balzac, Eugene Sue popüler yazarlardı. Dostoyevski, Tolstoy popüler
romancılardı. Geniş halk kitlelerinin ilgisini çekmek, çok okunmak yazarların,
özellikle romancıların, her zaman tutkuyla istedikleri bir şeydir. Önemli olan,
popüler olmak için yazmakla, yazılanın popüler olması arasındaki ayrımdır. Ben
elime kalemi aldığım erken yaşlarda, o günün modası güdümlü sanata karşıydım.
Güdümlü sanat bugün yok. Ama popüler olmak için kendi kendilerini güden ya da
media tarafından güdülen yazarların sayısı bir hayli.
Türkiye’de
yayıncılığın en önemli sorunu nedir?
Hiç düşünmeden
korsan yayıncılık demem gerekiyor, biliyorum. Evet, ama yalnız o değil. Bugün
Türkiye’deki kadar kolay kitap yayımlama şansına sahip yazar dünyanın hiçbir
yerinde yok. Bir “seri üretim” durumuyla karşı karşıyayız. Bir tek yayınevi yok
ki kitabınızın orda yayımlanması size bir prestij sağlasın.
Yayımladıkları
kitabı okumayan yayımcılar tanıyorum. Korsan yayıncılar gibi, belki onlar için
de bir sıfat bulmak gerekiyor.
Bizde kitap
yayıncılığının niteliği…
Sanırım,
yukardaki yanıtım yeterli.
Kitap mal
değilse, nedir?
Her şey. Tüm
bir dünya. Düşünen kafaların, yaratıcı beyinlerin ortaya koydukları, yüzünü
görmedikleri insanlarla paylaştıkları, sözcüklerden oluşan bizi birden ya da
yavaş yavaş değiştiren, bu dünyanın olası tek dünya olmadığı (Klee) inancını
aşılayan, maddesel açıdan belli boyutlarda, belli tür kâğıda basılmış
(çoğaltılmış) bir nesne. Ama ruhu olan bir nesne. Yazmış olsam da okumuş olsam
da benim bir parçam.
Gençlik ile
yaşlılık.
Biri serüvenin
başlangıcı. Öbürü serüvenin sonu. Aynı serüvenin.
Abidin Dino.
Hani
dostlukların insanı derler ya, bu söze Abidin kadar yakışan başka bir insan
tanımadım. Politik görüşlerimiz hem birbirine yakın hem de birbirinden çok
uzaktı. (Ne de olsa iki ayrı kuşağın insanlarıydık.) Abidin, bu konuları tartışmamaya
özen gösterirdi. Tüm bir yaşamı bir inanca adamıştı. Ne kadar inançsız olursam
olayım, onu anlıyor ve saygı duyuyordum. Hiçbir çıkar amacı gütmeyen bir
dostluktu bizimki. Ölümüne değin sürdü, diyeceğim, ama ölümünden sonra daha
yoğun olarak sürüyor.
Sait Faik.
Ustam. İlk
ustam. Büyük ustam.
İlk kez 15
yaşımda okumuştum Şahmerdan’ı. Öyküleriyle beni yazmaya itti. Önümde yeni
ufuklar açtı. Ölümünden kısa bir süre önce imzaladığı son kitabı Alemdağda Var
Bir Yılan’ın iç kapağında yer alan, “Hikâyeciden hikâyeciye, sevgi, selâm”
sözcükleriyle de “icazetnâmemi” veren yazar.
Yaşar Kemal.
yüzyılın
ender, büyük epik yazarı.
En tepedeki
şairiniz.
Tek bir şair?
Bu benim için dünyanın sonu olur, çünkü bu tapınma anlamına gelir.
Ben, küçük
yaşlarımdan beri şiirle yaşadım. fiiiri yazı sanatları içinde baş köşeye koydum
ve sanat olarak da yalnız onu gördüm. Oktay Rifat, Melih Cevdet gibi şairlerin
döneminde yaşadığım, onların şiirlerini okuduğum, kitaplarını yayımladığım için
kendimi talihli sayıyorum. Ama benim şiirlerim Yunus’tan Nâzım’a, Homeros’tan
Lorca’ya, Vergilius’tan René Char’a, Ahmatova’ya, Mandelstam’a yüzlerce, belki
binlerce şair. Tümü de en tepede.
Edebiyat ne
işe yarar?
Edebiyatın
doğrudan bir yararı yoktur. Toplumlar üzerinde derin bir etkisinin olmadığını
da Nazi Almanya’sında ve Sovyetler Rusya’sında gördük.Bu nedenle “ulusal sanat
/ ulusal edebiyat” sözlerinden tiksinirim. Bizim işimiz bireylerle. Dünyayı
değiştirmek için de yazsak, işimiz, ilişkimiz bireylerle.
Öykü dergisi
ne işe yarar?
Bir yaşlı
yazarın yanı sıra on genç öykücünün öyküsünü yayımlamaya, onlarla (eğer hâlâ varsa) öykü
meraklısı okuru buluşturmaya.
Türk
edebiyatının Batı’da yeri var mı?
Bazı Türk
yazarlarının, bazı yayınevlerinde yeri var, dersek daha doğru olur.
Hakkâri’de Bir
Mevsim filmini nasıl bulmuştunuz?
Romanın
sinemaya uyarlanması tasarısına uzun zaman karşı çıktım. Ama çok sevdiğim Tezer
Özlü öylesine ısrarcı oldu ki senaryosunu Onat’ın yazması koşuluyla kabul ettim. Daha senaryo
aşamasında Onat da, ben de filmin rejisörü Erden Kıral da filmin romanı
beyazperdeye taşıyamayacağını biliyorduk. Roman ve film, iki ayrı dildir.
Aralarında çeviri de her zaman kolay değildir. Filmin yapımı uzan ve çetin bir
serüvendi. Ama herkes inançla çalıştı. Ve ortaya Türk sinemasının da, bizlerin
de övünç duyacağı bir film çıktı. Eh, bir romana bundan daha az ihanet
edilemez.
Resmin
hayatınızdaki yeri?
Çok büyük.
Ressam olmak istedim. Ne var ki kendime karşı çok acımasızım. Yaptıklarımla
yetinmedim; daha doğrusu beni doyurmadılar, önümü açık görmedim. Paris’te
sergiler açtım, sergilere katıldım, ama nafile, beni sözcükler çekiyordu
kendilerine. Bu, resme olan tutkumu azaltmadı; tam tersine, bir resim delisi
olup çıktım. Ressamlardan, resimlerden çok şey öğrendim. Dersler aldım. Azbuçuk
bir resmi doğru dürüst okumayı öğrendim.
Minimalist
misiniz?
Minimalizm
görsel sanatlarla ilgili bir terim. Benim öyküde yaptığım bunun karşılığı
değil. Sözcüğün anlamını aldım ben: En azla en çoku verme çabası. Kolay
göründüğü için çok taklitçisi var.
Çok kısa
öyküler’in anlamı nedir?
Yukardaki
yanıtım bu sorunuzu da kapsıyor.
Yazmadan
yaşanmaz mı?
Yaşanır, niçin
yaşanmasın? Şu sıralarda hazırlıklarını yapıyorum.
Seçkinci
misiniz?
Değilim. Hattâ
nefret ettiğim bir sözcük. Bir zamanlar mutlu azınlıktan söz edilirdi. Ben
kendimi hep mutsuz azınlıktan biri olarak gördüm. Kılı kırk yararım. Yazarken
de okurken de. Nicedir beni ilgilendiren, sanat yapıtındaki yetkinlik değil,
authentique’lik.
Yazar önce
kendi için mi yazar?
Hiç kuşkusuz.
Ne var ki yazdıklarınızı başkalarıyla paylaşmak istediğinizde yazar olursunuz.
Ferit Edgü
gelecekte nerede olacak?
Hayata, bir
rastlantı sonucu yurtdışında eyvallah dediyse, külleriyle bir kavanozun içinde.
Ya da, kendi yurdunda, kara toprakta, yılanlarla, çıyanlarla, bir dönüşüm
içinde.
70. yaşın
anlamı?
Birden 70!
Elliden sonra
yıllar öylesine hızlı geçti, geçiyor ki…