http://tr.sputniknews.com/
Suriye muhalefetinden Heysem Menna, Cumhurbaşkanı Erdoğan
hakkında ‘teröre destek’ suçlamasıyla başlattıkları uluslararası dava
kapsamında, gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmasını ‘kanıt’
olarak olarak mahkemeye sunacaklarını açıkladı.
‘Suriye muhalefetinin sevilen ender isimlerinden biri’
olarak nitelendirilen, Heysem Menna ile yaptığımız röportajın ikinci bölümünde
Suriye’ye silah ve para akışı, IŞİD petrolünün satışı ve Türkiye’nin rolü üzerine
konuştuk.
Sputnik’in sorularını yanıtlayan Menna, Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan hakkında AİHM’de yaptıkları yasal girişime ilişkin önemli
bilgiler paylaşırken, Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmasının ‘Türkiye
yönetiminin teröre destek verdiğinin kanıtlarından biri’ olarak değerlendirdi.
‘ELİMİZDE DÜNDAR VE GÜL’ÜN YAYINLADIKLARINDAN DAHA ÇOK KANIT
VAR’
Menna, ellerindeki pek çok kanıttan sadece birinin, Dündar
ve Gül tarafından yayımlandığını belirtiyor. Hem Ankara’da hem Lahey’de ‘adalet
ve güç’ kavramlarının birbirinden ayrı tutulmadığını ifade eden Menna’ya göre, bu ayrım yapıldığı
takdirde, Erdoğan hakkında çok sayıda dava açılabilir. AB’nin bir kararı
sayesinde IŞİD’in petrol satabildiğine dikkat çeken Menna, Erdoğan ve ailesinin
bu ticaretle bağlantılı oldukları yönündeki iddialar için ise ‘Tümüyle
reddetmek imkânsız’ diyor.
Panama Devlet Başkanının bir dönem IŞİD petrolünün satışı
için oluşturulan ağa benzer bir şebeke de yer aldığını anımsatan Menna’nın
Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani’ye de bir uyarısı var:
Çok fazla mayının üzerinde yürüyor.
‘MÜSİAD VE AKP İLE GÖRÜŞTÜK’
Suriye’de çatışmalar başladığından bu yana sizinle temasa
geçen istihbarat servisleri ve diplomatlar olduğundan bahsetmiştiniz. Sizden
neler istendi ve karşılığında neler vaat edildi?
İstihbarat misyonu taşıyan herhangi bir tarafla temas
kurmayı ve görüşmeyi başından itibaren reddettim. Örneğin Suudi Arabistanlı
Bender Bin Sultan’ın Suriye dosyasından sorumlu olduğu dönemde onunla görüşmeyi
reddettim. Onlara eski Dışişleri Bakanı Suud el Faysal’la görüştüğümü
bildirdim. Çünkü ben Suriye muhalefetinin güvenlik sorumlusu değil
siyasetçiyim. Dolayasıyla güvenlik ya da istihbarat yetkilisiyle görüşmem.
Diplomatik ve siyasi taraflara gelince; İsrail dışında farklı ülkelerin
diplomatları ve siyasetçileriyle temas ve görüşmelerimiz oldu. Birçoğuyla da
dolaylı ya da dolaysız diyaloğumuz oldu. Türkiye’de AKP’ye yakın MÜSİAD‘la,
krizin ilk iki yılında AKP’li yetkililerle, bazen de muhalif siyasetçilerle
temaslarımız oldu ve Türkiye muhalefetiyle ilişkilerimiz hala devam ediyor.
Lübnan’dan ise 8 Mart ve 14 Mart hareketleri bizimle temaslar kurdu. Bölge
ülkelerinin devlet başkanları ve dışişleri bakanlarının da bizimle temasları
oldu.
‘TEHDİTLERE MARUZ KALDIK, ABD ELÇİSİ GİTTİ BİZ YERİMİZDEYİZ’
Bazı talepler sunulduğu gibi bazı tehditlere de maruz
kaldık. Örneğin ‘bunu önerip gündeme getirmezseniz’ ya da ‘bunu yapmazsanız’ ya
da ‘Doha’ya gelip ulusal koalisyona katılmazsanız dışlanacaksınız’ dediler. Biz
de ‘dışlayın’ dedik.
Amerika’nın eski Suriye Büyükelçisi Robert Ford’a ‘Suriye’de
Paul Bremer’in Irak’ta oynadığı role benzer bir rol oynamak istiyorsan eğer , beni görmene ve
görüşmene gerek yok’ dedim. Dolayısıyla o gitti ve yerine başka biri geldi ve
biz hala yerimizde duruyoruz. Fransa’nın, İngiltere’nin ve diğer ülkelerin
elçileri gitti ve biz hala demokratik ve laik Suriye için mücadele etmeye devam
ediyoruz.
‘YARDIM VEREN EMİR DE VERİR’
Suriye’ye ağırlığını cihatçıların oluşturduğu binlerce
yabancı militan nasıl geldi ve kimler tarafından silahlandırıldılar?
Bildiğiniz gibi biz silaha ve silahlanmaya karşıyız ve hala
Suriyeliler olarak silahlanma meselesini elimizden kararı alan büyük bir
felaket olarak görmekteyiz. Bunu her zaman bir cümleyle özetledim: Siyasi güç
olarak toplam yıllık bütçemiz seyahat, bölge ve dünya ülkelerine ziyaretlerimiz
dâhil, 10 Kalaşnikof’un fiyatından daha azdır. Dolayısıyla biz Kalaşnikof
istiyorsak, şu ya da bu ülkeden para isteyip alabiliriz. Bir Fransız atasözü ‘yardım
veren emir de verir’ der. Kimse sana
karşılıksız bir şey vermez. Ne yazık ki silahlanma elimizden kararımızı aldı.
‘ASLAN PAYINI CİHATÇILAR ALDI’
Silahlanma öncelikle Libya’dan başladı. Libya’dan militanlar
Suriye’ye geçti, Libya’dan gemilerle silahlar taşındı. Ardından
Trablus’tan cihatçı selefi gruplar ve silahlar geldi. Şu an birçoğu ya öldü ya
da tutuklandı. Daha sonra Körfez ülkelerinden ve özellikle Suudi Arabistan ve
Katar’dan para ve silah gelmeye başladı. Kuveyt’ten para geliyordu. Bununla birlikte
selefi şahıslar, tankların başına geçip ‘Ben Suriye devriminin yanındayım’
demeye başladı. Daha sonra güneyde, kuzeyde operasyon odaları kuruldu. Bu
operasyon odalarını bölge ve dünya ülkeleri yönetiyordu. Bu ülkeler de silah
akışını, kimin yardım alacağı ya da almayacağını kontrol ediyordu. Özgür Suriye
Ordusundaki komutanlar ve Suriye ordusundan ayrılan subaylardan öğrendiğimiz
kadarıyla aslan payını alanlar ılımlılar değil İslami cihatçı akımlardı.
Bu da cihatçı, selefİ, tekfirci grupların ılımlı tarafların zayıflaması
pahasına güçlenip palazlanmasına yol açtı. Sonunda doğuda İŞİD, İdlib’de Nusra
Cephesi’nin komutasındaki Fetih ordusu ortaya çıktı.
‘DÜNDAR VE GÜL’ÜN TUTUKLANMASI TERÖRE DESTEĞİN KANITI’
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında “teröre
destek verdiği” iddiasıyla dava açtınız. Elinizde kanıtlar olduğunu
söylemiştiniz. Bu ithamınıza kaynaklık eden
ne gibi kanıtlar var elinizde ve dava şu an hangi aşamada?
Türkiye ‘Roma Statüsü’ne taraf olmadığı için davayı
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde değil, merkezi Strazburg’da olan Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi’nde açtık. Bir sonuca ulaşacağımıza inanıyoruz. Şu an Türk
yargısının bu konuda aktif olup olmadığı aşamasındayız. Konunun Türkiye yargısı
tarafından tartışılmasının önünde engel teşkil eden yargı sorunları var.
Elimizde Türkiye’de bu konuda konuşan herkesin soruşturma ve kovuşturmaya maruz
kaldığına ilişkin deliller var. Son dönemde Cumhuriyet gazetesinden iki
gazetecinin, elimizde bulunan birçok delilden birini yayımlamaları nedeniyle uzun
bir tutukluluk ve yargılanma süreciyle karşı karşıya olduklarına ilişkin bir
kanıt var. Bu da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne, Erdoğan’ın teröre destek
verdiğine ilişkin sunacağımız kanıtlardan biridir. Çünkü mahkeme ulusal aşamayı
yani Türk yargısını beklemeden davayı başlatma ve dosyayı açma imkânına sahip.
Şu an elimizde Türk yargısının bu konuda hiçbir şey yapmadığı ve hiç kimsenin
girişimde bulunmasına izin vermediğine dair kanıtlar var.
‘ADALET VE GÜÇ BİRBİRİNDEN AYRILIRSA ERDOĞAN YARGILANIR’
Türkiye muhalefeti, Recep Tayyip Erdoğan’ın, Suriye’de çok
sayıda savaş suçu işlediğini ve bir gün bu nedenden ötürü yargılanacağını
söylüyor. Sizce Erdoğan savaş suçu işledi mi ve yargılanabilir mi?
Şu ana kadar devam eden
temel sorun adalet ve güç kavramlarının birbirinden ayrılmamasıdır. Bu ayrılık
sadece Ankara’da değil, Lahey’de de yapılsaydı Erdoğan’a karşı çok sayıda yargı
süreci başlatılır ve davalar açılabilirdi. Fakat Erdoğan şu an iktidarda.
Erdoğan döneminde değiştirilen, bağımsızlığı ortadan kaldırılan ve kısıtlanan
yargı otoritesinin bu işi yapamayacağını biliyoruz. Bazı davalara ilişkin
soruşturma açmaya çalışan savcıların nasıl uzaklaştırıldıklarını,
dışlandıklarını ve görevden alındıklarını da biliyoruz. Bu tür girişimlerde
bulunan gazetecilere büyük baskı uygulandı ve kuşatma altına alındılar. Kanımca
demokrasinin adalete üstün gelmesi, yargının bağımsızlığını isteyen
demokratların sesini pekiştirecek herhangi bir değişim, bize Suriye konusunda
işlenen, teröristlerin Türkiye topraklarında barındırılması, eğitilmesi, terör
gruplarının finanse edilmesi ve onlardan maddi kazanç elde edilmesi gibi
suçlardan hesap sorulduğunu görme olanağı sağlayacaktır.
‘TÜRKİYE IŞİD’LE BAĞLANTI KURMAK İÇİN YASA ÇIKARDI’
Uluslararası toplum, Güvenlik Konseyi kararları ve hatta
Türk kanunları bu suçları kınamakta ve cezalandırılmasını öngörmektedir. Bir
noktaya dikkat çekmek isterim; Türkiye’de, MİT Müsteşarının terör gruplarıyla
temas kurmasına olanak sağlamak amacıyla özel bir yasaya ihtiyaç duyuldu. Fakat
bu yasa, Türkiye’deki toplumsal bileşenler arasındaki birlik ve bütünlüğün
korunmasına hizmet etme, Kürt halkıyla toplumun diğer bileşenleri arasında
barışın sağlanması yönünde kullanılacağı yerde, İŞİD’le bağlantı ve ilişki
kurmak için kullanıldı.
‘ERDOĞAN AİLESİ İLE IŞİD PETROLÜ BAĞLANTISI TÜMÜYLE
REDDEDİLEMEZ’
IŞİD’in Suriye’den çaldığı petrolün dünya pazarına nasıl ve
kimler tarafından satıldığına ilişkin Birleşmiş Milletler’e bir rapor sundunuz.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ailesinin IŞİD petrolünden dolaylı
yollardan kazanç elde ettiğine ilişkin iddialar için ne söylersiniz? Bu iddiayı
tümüyle reddetmek mümkün mü?
Doğrusunu söylemek gerekirse, bu iddiaları tümüyle reddetmek
mümkün değil. Suriye’nin tarihi eserlerinin satıldığına dair deliller de
var. Aynı zamanda elimizde Suriyeli işadamlarının bunu Suriye’de yaptıklarına
ve Kuzey Irak Kürdistan Bölgesi’nden dört Kürt işadamının bu işe bulaştıklarına
dair deliller var. Bunlar Halep’teki fabrikaların yağmalanıp satılması, tarihi
eser kaçakçılığı ve petrol ticaret dâhil her işe bulaşmışlardır.
‘IŞİD PETROLÜ AB YASASI SAYESİNDE SATILIYOR’
IŞİD petrolü hangi güzergâhlardan, nasıl geçiyor? Satın alan
ülkeler, bunun IŞİD petrolü olduğunu ya da kaynağının şaibeli olduğunu
bilmiyorlar mı?
Ne yazık ki Avrupa Birliği, Suriye hükümetinden petrol satın
alınmasını yasaklayan ve Suriye muhalefetinden alınmasına izin veren bir karar
çıkardı. Biz buna karşı çıktık ve iki taraftan da satın alınmasının
yasaklanması gerektiğini belirttik. Siz Suriye’ye çok sayıda yaptırım
uyguladınız ve bu yaptırımlar muhalefet için de geçerli olmalı. Yaptırım kararı
açık ve net değildi. ‘Silahlı muhalefetin içinde teröristler, radikal
İslamcılar ve daha ılımlılar var’ dedik. Buna rağmen karar bu konulara açıklık
getirmeden günümüze kadar olduğu gibi kaldı. Karar AB
açısından kara bir lekedir.
Petrol, Orta Amerika’daki uyuşturucu gibi bir maddedir. Satışı
doğrudan değil, birbirine bağlı zincir halkaları aracılığıyla gerçekleşiyor.
Örneğin benim 100 varil petrolüm varsa bunu bir aracıya teslim ediyorum. Aracı
da petrol varillerini bir başka aracıya teslim ediyor ve ikinci aracı petrolü
herhangi bir ülke ya da tanınan bir şirkete ulaştırıyor. Petrolü son olarak
teslim alan ülke ya da şirket, terörle alakası olmayan bir işadamından aldığını
söylüyor.
Bilinen bu şebeke, Avrupa’da mafya içinde para aklama
meselesinde ‘Fransız Bağlantısı’ olarak adlandırılıyor. İtalya mafyası parasını
Marsilya ve Monte Carlo’da aklıyor ve bu paranın Fransa’dan geldiğini iddia
ediyordu.
Bölgede olduğu gibi biri petrol aldığını söyler, fakat bu
petrol YPG’den de gelmiş olabilir. Kaynağını bilmiyoruz çünkü bir işadamından,
Suriye toprakları ve İŞİD’in kontrolü altındaki topraklar dışında satın aldı.
Bugün, bu hırsızlık ve sahtekârlığın kolaylıkla
geçiştirilmesi mümkün değil. Bildiğiniz gibi ABD bu tip bir şebeke kuran Panama
Devlet Başkanını kaçırmıştı. Panama Devlet Başkanı mafyadan alıp Panamalı iş
adamlarına satıyor, işadamları da mafyanın mallarını normal pazarda satıyordu.
Bugün de aynı mekanizmayla karşı karşıyayız ve buna sessiz kalmamız mümkün
değil. Satılan bu petrolün parasıyla sadece Suriye’de, Humus’ta ve Paris’te
değil, Ankara’da da çocukları öldürmek için silah ve militan satın alındığını
biliyoruz.
Powertrans şirketinin bu petrol ticaretiyle herhangi bir
şekilde bağı var mı? Barzani’ye yakın olan bir işadamının da adı gündeme
gelmişti…
Yargı mücadelesi verdiğimiz için şu an isim vermeyi uygun
bulmuyorum ve tüm bunların yargı yoluyla ortaya çıkmasını tercih ediyorum.
Ayrıca davanın şahsi olarak benim adımla değil, sekiz İnsan Hakları Örgütü
tarafından açıldığına da dikkat çekmek istiyorum. Şu an elimizdeki tüm
bilgileri açıklamaktan yana değiliz. Fakat şunu söylemek isterim; Interpol ve
terörle mücadeleden sorumlu BM komisyonunun elinde bu işe bulaşmış isimlerle
ilgili uzun listeler var.
Konuyla ilgili BM’ye rapor sunmanızın üzerinden ne kadar
vakit geçti? Bu raporla ilgili süreç hangi aşamada?
BM’ye sunduğumuz rapor, IŞİD petrolünü dünyaya satan
kişileri de içeriyor. Tek bir cepheden değil, tüm taraf ve cephelerden isimler
var.
Şu ana kadar BM’ye altı rapor gönderdik. Son olarak da Ekim ayının
sonlarına doğru, Ahrar’uş Şam’a ilişkin bir rapor göndermiştik. Bizden Ahrar’uş
Şam’a ilişkin bilgiler istendi ve Riyad toplantısına davet edilen bu örgüte
ilişkin rapor hazırladık.
‘BARZANİ MAYIN ÜZERİNDE YÜRÜYOR’
Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin IŞİD petrolünün satın
alınmasındaki rolü, bu konuda tedbirsiz davrandığı sık sık dile getiriliyor.
Buna karşın, özellikle son dönemde ABD, Suudi Arabistan ve Türkiye’nin Barzani
yönetimiyle ilişkileri daha da ilerlemiş durumda. Bu ülkeler IŞİD petrolünün satılmasında
rolü olduğu iddialarına rağmen neden Barzani yönetimine karşı sert tedbirler
almıyorlar?
Bence Barzani birden fazla mayının üzerinde yürüyor.
Bölgesel ve uluslararası ittifaklarının koruması altında görünüyor. Fakat bu
koruma uzun sürmeyecek. Kürt davasının savunucuları olarak Kürdistan bölgesinin
bir model oluşturmasını, adının birçok meseleyle anılmamasını ve bağlantılı
olmamasını umardık ve hala umuyoruz. Çünkü Kuzey Irak Kürdistan Bölgesi
Barzani’den ibaret değil. Barzani’nin yeniden başkan seçilmesi konusunda
sorunlar olduğunu biliyoruz. Demokratik ilkeler pahasına, başkanlık koltuğunda
kalmak için her yola başvuruyor. Bugün bir şekilde bölgesel bir saflaşmada yer
almakta. Bu bölgesel saflaşmanın sadece kendisine ve hükümetine değil Kürdistan
bölgesine de olumsuz yansımaları olması kaçınılmaz.