18.04.2013
09:00:38
Müzakere
söyleşilerimizin konuğu yayıncı ve hukukçu Ahmet Zeki Okçuoğlu. Abdullah
Öcalan’ın 1999’da Kenya’dan kaçırılarak Türkiye’ye getirilmesi ardından
Öcalan’ın avukatlığını üstlenen Okçuoğlu, devletin Kürt meselesini çözmek,
hatta silahlı çatışmaları sona erdirmek gibi bir niyetinin olmadığını ifade
ediyor. Kürt aydınları, Kürdistan meselesinde ısrar etselerdi, şu anda Kürtçe
seçmeli ders mi, zorunlu ders mi olsun yerine; Kürdistan bağımsız mı, federe mi
olsun tartışılıyor olacaktı diyen Okçuoğlu, Kürtler kendilerine kurulan
tuzakları eninde sonunda aşarak, varlıklarının tek teminatı olan bağımsız
Kürdistan devletini kuracaklar tespitinde bulunuyor. Ahmet Zeki Okçuoğlu’nun
sürece ilişkin görüşlerini okuyucularımızla paylaşıyoruz.
Çetin Çeko
Sayın Okçuoğlu,
bir kısım çevreler hükümetin MİT aracılığıyla Öcalan’la sürdürdüğü
müzakerelerin Kürt sorununun çözümüne yönelik olduğunu belirtirlerken, bir
kısım çevreler de Kürt hareketinin “Türkiyelileştirilmesi”, Kürt sorununun
sürdürülebilir bir kriz şeklinde idare edilmesi süreci olarak değerlendirmekte.
Sizce söz konusu müzakerenin hedefi nedir?
Önce “Kürt sorunu”
tabiriyle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. “Kürdistan meselesi” yerine
ikame etmek üzere türetilmiş bir tabir bu. Dünyanın her yerinde milli meseleler
ülke adıyla anılır. Bir tek Kürt milli meselesinde bu prensibe riayet edilmez.
“Kürt meselesi” demelerinin nedeni, onu millet-devlet bağlamı dışında azınlık
meselesi seviyesine indirgemek. “Kürt”, “Kürdistan” sözcüklerinin yasak olduğu
dönemde Kürtlerin, meseleyi tartışmak için olsa da bu tabiri kullanmaları bir
ölçüde mazur görülebilir. Ancak silahların konuştuğu şu dönemde, Kürtler adına
söz söyleyenlerin meseleyi hala Türk resmi ideolojisinin tabiriyle tartışmasına
mazeret gösterilemez. Türkler bu sayede, milli bir meseleyi, azınlık meselesi
seviyesine indirgediler.
Kürt aydınları,
“Kürdistan meselesi”nde ısrar etselerdi, şu anda Kürtçe seçmeli ders mi,
zorunlu ders mi olsun yerine; Kürdistan bağımsız mı, federe mi olsun
tartışılıyor olacaktı. Bir Filistinliye, “Filistinliler meselesi” derseniz
kafanızı kırar. Bir de Kürtler neden devlet olamıyorlar diye yakınıyorlar.
Devlet kurmak için, devlet fikrine sahip olmak gerekir. Türklerin bütün
gayreti, devlet fikrini Kürtlerin zihninden silmek. Türkler, Güney Kürdistan’la
ilgili de bu politikayı izliyorlar. Bütün dünya “Kürdistan” derken, onlar
“Kuzey Irak” diyor. Bir ara “Irak’ın Kuzeyi”, “Türkmeneli” bile dediler.
Bir şey
verdiklerinde, karşılığında daha büyük bir şey almak Türklerin adetidir. Alevi
Kürtlere, bize Kürtlüğünüzü verin, size Aleviliğinizi verelim dediler. Alevi
Kürtler onların bu isteğine uyarak Kürtlüklerini verdiler, ama Türkler
verdikleri sözü tutmadılar. Üstelik onlara Aleviliklerini verseler ne kıymeti
var. Alevilikten Kürtlüğü çıkardığınızda geriye bir şey kalmaz. Onları Müslüman
Kürtler izledi. Kürdistan’ı verin, size Kürtlüğünüzü verelim dediler. Kürtler
bekledikleri tepkiyi göstermeyince, onlardan Kürtçeyi de istediler. Geriye bir
şey kalmadı zaten. Kürtler lisanları ve ülkeleriyle vardırlar. Bu iki şey
olmazsa Kürtlük olmaz. Lisanları ve ülkeleri Kürtlerin varlık nedeni, amiyane
tabirle namuslarıdır. İnsan namusunu pazarlık konusu yapar mı hiç?
Gelelim sorunuza.
Kürtler arasında iki çizgiden söz ediyorsunuz. İmralı’da “Kürt meselesi”
müzakere edildiğini ve bunun sonucunda çözüme varılacağına inananlar; bütün
bunların, Kürt hareketinin “Türkiyelileştirilmesi”, Kürt sorununun
sürdürülebilir bir kriz şeklinde idare edilmesi amacıyla yapıldığını
savunanlar.
Geçmişte olduğu
gibi Türklerin bugün de, “Kürt meselesi”ni çözmek, hatta silahlı
çatışmaları sona erdirmek gibi bir niyeti yok. Baskıları hafifletmek için böyle
bir görüntüyü veriyorlar. Bazı Kürtler de bunu ciddiye alarak umutlanıyor.
Yirmi yıldan beri Kürtleri bu yalanlarla oyaladılar.
Bir süre önce Türk
başbakanı Tayip Erdoğan CNN Türk’te “İmralı süreci”nde nelerin “müzakere”
edildiğini açıkladı. Erdoğan üç şeyden söz etti; “Öcalan Ergenekon’a bağlıydı,
şimdi bizim adamımız oldu, artık ne desek onu yapıyor. Bunun karşılığında biz
de onun cezaevi şartlarında ufak tefek iyileştirmeler yaptık. Bunun dışında
aramızda herhangi bir pazarlık söz konusu değil.” Öcalan’ın cezaevi şartları
ile ilgili yapılanlar ufak tefek iyileştirmelerden daha iyi şeyler. Otuz yıllık
savaştan sonra Kürtlerin kazanımı da bu olacak galiba.
Kürtlerin
Türkiyelileştirilmesi, Kürt meselesinin sürdürülebilir bir kriz şeklinde idare
edilmesi fikrine gelince. Bu yeni bir şey değil. TC’nin kurulduğu günden beri
yürürlükte. PKK’nin çıkarılmasının esas nedeni bu. “Düşük yoğunlukta savaş”, “kabul edilebilir düzeyde
savaş” stratejisine bağlı olarak bu proje yürürlüğe kondu. “Savaş” yerine
“kriz” ikame edildi, adına da barış dendi.
Hükümet ile Öcalan
arasında varılan mutabakatın içeriği bilinmiyor. BDP ve PKK’nin bile bu konuda
tümüyle bilgi sahibi oldukları konusunda kuşkular var. Murat Karayılan,
“Erdoğan’ın bir çözüm projesi gerçekten var mı? Varsa nasıl bir çözüm projesi?
Daha bilmiyoruz bunları…” diyor. BDP ve PKK gerçekten Öcalan’ın söylediklerine
iknalar mı? Yoksa Öcalan faktöründen dolayı söylenenlere evet demek zorunda mı
kalıyorlar?
Ortada Öcalan’dan
başka bir şey olmadığı için insanlar bir şeyler var ama bizden gizliyorlar
zannediyor. Oysa her şey ayan beyan. Türk başbakanı daha önce birçok defa “Kürt
meselesi” diye bir şey olmadığını söyledi.
Öcalan ile Said’i
Nursi arasında birçok benzerlikler var. İttihatçılar, daha sonra Kemalistler
Saidi Nursi’yi kullandılar. Aralarındaki tek fark, Saidi Nursi başlangıçta
samimi bir Kürt’tü, daha sonra taraf değiştirdi. Taraf değiştirdiğinde
fikirleri gibi ismini de değiştirdi. Abdullah da taraf değiştirdi, ama
Kürtlükten Türklüğe geçmedi (o hiç Kürt milliyetçisi olmadı, başından beri
Türklerin adamı) Türk yönetiminin iki büyük gücü arasında yaptı bunu.
Abdullah Öcalan’la
PKK ve BDP arasında fikir ayrılığı olduğu iddiası bir manipülasyon. Cengiz
Çandar bu fikri attı ortaya. AKP’nin Genel Başkanı Tayyip Erdoğan ile bu
partinin il teşkilatının başkanı arasında ne kadar görüş ayrılığı varsa,
Abdullah Öcalan’la PKK ve BDP arasında da o kadar var. Abdullah Öcalan daha
TC’ye getirilmeden PKK yeni konsepte göre dizayn edildi. PKK içinde zaman zaman
çıkan ayrık otlar da dönem göre arada bir tasfiye ediliyorlar. En son Sakine
Cansız öldürüldü. BDP de hakeza.
Oslo görüşmelerinde bir sonuca varamayan AKP
hükûmeti ile Öcalan ve PKK’nin tekrar bir ucu yarı açık ‘süreç’ başlatmalarına
neden olan bölgesel ve uluslararası koşullar nelerdir?
Oslo görüşmeleri, dediğiniz sürecin bir önceki
aşaması, ileri sürüldüğü anlamda bir başarısızlığa uğramadı. Test mahiyetinde
bir girişimdi o. Yukarda da belirtiğim gibi, ortam tam elvermeyince geri adım
attılar. Tabii ki her zamanki gibi sorumluluğunu da PKK üstlendi. Daha sonra projenin
eksiklikleri tamamlandı ve yeniden uygulamaya kondu. Bu defa da istenen sonucun
alınmaması ihtimali var. O zaman bunu yeni bir aşama izleyecek demektir. Ayrıca
Türk devleti mümkün olduğu kadar işi ağırdan almaya çalışıyor. Her şey o kadar
gönüllerine gidiyor ki, farklı bir boyuta geçmeyi bir türlü içlerine
sindiremiyorlar. O yüzden de uzattıkça uzatıyorlar. Bir yılda atılacak bir
adımı, on yılda atıyorlar. Kürtleri iyice canından bıktırıp, Kürtlükten vaz
geçirinceye kadar bunu sürdürmek istiyorlar.
Ayrıca yapılan
açıklamalara göre, “silahların gömülmesi” filan da söz konusu değil, PKK
militanları Güney Kürdistan’a çekilecek o kadar. Dinlenme molası demek daha
doğru.
O kadar çok yalan
söylüyorlar ki insanın doğru ile yanlışı ayırt etmesi imkansız. Oslo görüşmeleri diye
bize yutturdukları şey aslında Hewlêr’de yapıldı. Onu izleyen görüşmeler de
öyle. Geçenlerde Türk medyası, Hewlêr’de yapılan son bir görüşmeye Abdullah
Öcalan’ın da katıldığını yazdı. Doğru olma ihtimali çok yüksek. Özal döneminden
beri böyle. Özal’ın bir danışmanı, onun Güney Kürdistan’a gidip Abdullah
Öcalan’la görüşmeler yaptığını açıkladı. Kürtler, Özal’ın iyi adam olduğu,
Kürdistan meselesini çözmek istediğine hala da inanırlar, ama o tam bir
sahtekardı. Özal Kürdistan’ı tamamen boşaltmak istiyordu. Büyük ölçüde amacına
da ulaştı.
PKK, BDP dışındaki
Kürt kesimlerinin Öcalan’a yönelik iki temel önemli eleştirileri söz konusu.
Birincisi, Öcalan’ın tutsaklık koşullarından dolayı baş müzakereci olmasının
yanlış olduğu. İkincisi gerillanın otuz yıllık mücadele sonucu hangi
kazanımlarla kayıtsız şartsız geri çekilmek zorunda bırakıldığı. Bu eleştiriler
konusunda neler söylemek istersiniz?
Abdullah Öcalan
dışarıda olsa, onun Kürtleri temsil etmesini kabul mü edeceğiz yani? Hukukta
temsilin şartları bellidir. Bu, demokratik bir seçimle tespit edilir. Ayrıca
sınırsız bir yetki de vermez. Gündelik tabirle temsilci, milleti satma
yetkisine sahip değildir. Her konuda olduğu gibi bu konuda da temsilciler,
sınırları belli ve denetime tabi bir yetkiye sahiptir.
Milli bir meselede
müzakere iki çözüm ihtimali üzerinde yürütülür. Bağımlı milletin ayrılma
hakkını kullanarak, bağımsız devlet kurması ya da ayrılma hakkını saklı
tutarak, bir ya da birden fazla milletle federal ya da konfederal bir birlik
içinde yer alması. Milli meselelerin çözümünde üçüncü bir ihtimal yoktur.
Öcalan’ın
Diyarbekir Newrozu'nda okunan mesajında atıfta bulunduğu “ortak tarih”, “misakı
milli”, “Çanakkale ruhu” ve İslam’a vurgu yapan düşüncelerini içeren “yeni
paradigmasını” nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kim olduğu, kime
hizmet ettiği konusunda Abdullah Öcalan yeterince açık davrandı. Daha işin
başında MİT’le ilişki içinde olduğunu, ondan aldığı paralarla PKK’yi kurduğunu
söyledi açıkça. Türk resmi ideolojisi ile ilişkisini de saklamadı. Bu nedenle,
Öcalan paradigma değiştirdi fikri yanlış.
Türk resmi
ideolojisinin esas çizgisini Türk-İslam sentezi oluşturmaktadır. TC’nin
kuruluşundan sonra jeopolitik nedenlerle Türkler, kendilerine has bir laisizm
temelinde resmi ideolojinin revize edilmiş bir versiyonunu türettiler. Kemalizm
ya da Atatürkçülük dedikleri şey resmi ideolojinin bu yeni versiyonunu bir süre
iktidarı tekelinde tutu. Ancak 1950’de Demokrat Partisi ile birlikte Türk-İslam
sentezcileri yeniden iktidara geldiler. O günden bu güne iktidar, resmi
ideolojinin bu iki kesimi arasındaki çekişmelere sahne olmaktadır.
Türk
milliyetçiliğinin oluşumunda (ideolojide ve pratikte) Kürtlerin önemli bir payı
var. Ziya Gökalp, Süleyman Nazif bunlardan ikisidir. Siyasi hayata aktif bir
Kürt milliyetçisi olarak başlayan Saidi Nursi tarafından ya da adına başlatılan
Nurculuk hareketi günümüzde Türk-İslam sentezi hareketinin omurgasını
oluşturmaktadır. Apoculuk da Türk milliyetçiliğinin Kürt versiyonudur. Rol
icabı bugüne kadar dışlanan Apoculuk yakın bir tarihte Türk milliyetçiliği
panteonunda hak ettiği yeri alacak. Abdullah Öcalan adına kaleme alınan
kitaplar Türk milliyetçilerinin başucu kitaplarını arasında yer almaktadır.
Yukarda da
belirttiğim gibi TC’de resmi ideolojinin iki kanadı arasında iktidar mücadelesi
günümüzde bile çekişmeli geçiyor. Kanatlar arasında iktidarın el değiştirmesi,
kaçınılmaz olarak sistemin önemli bir unsuru olan Abdullah Öcalan’ı ve PKK’yi
de etkiliyor. Abdullah Öcalan, Kemalist akımın kanatları altında doğup büyüdü.
İktidarın el değiştirmesinden sonra resmi ideolojinin iki kanadı arasında
yaşanan gerilimin bir benzeri de AKP ile Abdullah Öcalan ve PKK arasında oldu.
Son on yıl yaşanan AKP-PKK çatışması, Türk resmi ideolojisinin iki kanadı
arasındaki çatışmanın Kürdistan boyutunu oluşturuyordu. Nihayet Abdullah Öcalan
ve ona bağlı olarak PKK, Türk başbakanının tabiriyle “hidayete erdi” ve böylece
gerilim de son buldu. Türk-İslamcıların bu ikinci büyük zaferidir. Öcalan da
ilk defa taraf değiştirmiyor. Geçmişte de iki kanat arasında bir gel-gidi var.
Öcalan, Türk milliyetçiliğinin her kılığına girdi, ama Kürt milliyetçisi hiç
olmadı.
Öcalan merkezli
PKK ve BDP ile sürdürülen Kürt sorununun olası çözümüne ilişkin müzakerelerde
bunun dışında kalan diğer Kürt örgütleri, sivil toplum kuruluşları, Ermeni,
Süryani, Alevi ve kanaat önderleri temsilcilerinin bu sürecin içinde aktif yer
almaları, sürece dahil olmaları gerekmiyor mu? Gerekiyorsa bunun mekanizmaları
nasıl oluşturulmalıdır?
Kürdistan meselesi
çözüm bulduğunda bütün mağdurların önü açılacak. İslam dünyasında gayri
Müslimlerin en korkusuzca yaşadıkları ve haklarının teminat altına alındığı tek
yer Güney Kürdistan. Gelecekte Kürdistan’ın diğer parçalarında da öyle olacak.
Alevilerin
durumu bir parça karışık. Yukarda onlarla ilgili bir iki şey söyledim; bir kaç
şey daha ilave etmek istiyorum. Türk Alevilerinin rejimle bir problemi yok.
Ayrıca onların Aleviliğinin ciddiye alınır bir yanı da yok. Mağdur olan Kürt
Aleviler. Ayrıca Kürtler içinde de en çok mağdur olan kesim onlar. TC devleti
Müslüman Kürtlere bir sopa vuruyorsa, Alevi Kürtlere iki sopa vuruyor. Bazı
Aleviler, Kürt oldukları halde Kürt düşmanlığı yapıyorlar. Türklere yaranıp,
belki bu sayede bir şey elde ederiz diyorlar, ama yanılıyorlar. Aleviliği
Kürtlükten ayırmak tarihi, etnik ve kültürel hakikatlerle bağdaşmıyor. Ayrıca
bu, onların çıkarları ile de bağdaşmıyor. Renan, “Kendisini millet olarak his
eden her topluluk millettir” diyor.
Yukarda sözünü
ettiğim nedenlerle, Alevilerin, ayrı bir millet olarak tarif edilmelerine
itiraz etsem de, ilerde yapılacak bir referandumda ayrılmaya karar vermeleri
halinde buna karşı çıkmam. Buna hakkım da olmaz zaten.
Ancak reel politik
durum çok farklı. Aleviliği bir din olarak kabul ettirmek, Kürtlerin millet
olarak kabul ettirmekten daha zor. Hatta imkansız. Aleviler Kürtlükten
ayrılırlarsa, Aleviliği de terk etmek zorunda kalacaklar. Alevilerin önünde iki
yol var. Yezidiler gibi, kadim Kürt inancının ve kültürünün saygın bir
kalıntısı olarak, özerk bir statü ile bağımsız ya da federe Kürdistan içinde
yaşamak ya da Türk-İslam içinde yok olup gitmek. Tercih kendilerinindir elbet.
Kürt ulusunun
özerk, federe veya bağımsız bir siyasal statüye kavuşmadan Ortadoğu’da kalıcı
bir barış istikrarın sağlanması mümkün müdür?
Barış ve istikrar
izafi kavramlardır. Lozan’dan sonraki durum da bir anlamda barış ve istikrar
olarak tarif edilebilir. Ancak dünya değişti Lozan’la tesis edilen “barış ve
istikrar” artık işe yaramıyor. Yeni bir barış ve istikrar ihtiyaç var. Bu, yeni
çatışma ve istikrarsızlıkları da beraberinde getirecek.
İki kavram
arasında diyalektik bir ilişki var. Kainatın ve insanın cevherinde olan bir şey
bu. Barış ve huzur insanlığın ezeli ve ebedi idealidir. Güzel bir ideal ve
bunun mutlaka canlı tutulması gerekiyor. Aksi taktirde insanlık var olma
heyecanını ve gerekçesini yitirecek.
Bu bağlamda
insanlığın acil yapması gereken şey, aralarındaki ihtilafları savaş noktasına
vardırmadan çözmek. Savaş büyük yıkımlara neden oluyor. İnsanlık savaşa son
verebilirse en büyük idealini gerçekleştirmiş olacak. Ancak savaşı, insan
doğasının vaz geçilmez bir özelliği olduğunu söyleyenler de var. Benim neslim
savaş içinde doğdu, savaş içinde göçüp gidecek ve ne acıdır ki bu daha uzun bir
süre böyle devam edecek.
Şu anda Kürtlerin
bu felsefi problemlerle kafalarını meşgul edecek ne zamanları, ne de imkanları
var. Onların yapması gereken, sağa sola sapmadan, bu savaş-barış,
istikrasızlık-istikrar ortamında yolunu bulup bağımsızlıklarını elde etmek
olmalıdır. Ondan sonra Allah kerim; insanlığın çıkarları neyi gerektiriyorsa o
yapılacaktır.
Kürtler, eğer
hükümet samimi ise müzakerelerin sadece MİT-Öcalan görüşmeleriyle sınırlı
kalmaması, meclisin de sürece dahil olmasını istemekte. İktidar, Kürt sorununu
resmiyette belgelendirmeden, muhataplığı resmi olarak kabul etmeden hala
Kürtlerin varlığını suya yazılmış kelimelerle telaffuz etmiyor mu? Yeni anayasa
tartışma ve önerilerini, “Akil İnsanlar Grubu” oluşumunu da dikkate alırsak
sürece ne kadar umutla bakabiliriz?
Hükümet samimi,
hem de çok samimi. Atacağımız bütün adımları açılım sürecinde attık, “Kürt
meselesi diye bir mesele yok diye” bas bas bağırıyorlar. Buna rağmen Kürtler
kendi kendilerine gelin-güveyi oluyorlar.
“Kürt sorununun
resmiyette belgelenmesi”ne gelince. Türkler sadece verdikleri sözlere değil,
yaptıkları antlaşmalara da sadık kalmamakta şöhret sahibidirler. Tanıyacakları
hakların milletlerarası güvence altına alınması gerekir diyeceğim, ama Lozan
Antlaşması ile hakları güvence altına alınan gayrimüslim azınlıkların başına
gelenleri hatırlayınca, bunun da çözüm olmayacağı aşikar. Ayrıca bu
nedenle de doğru olan Kürtlerin ayrılmalarıdır.
Her şeye rağmen
günümüzde Kürtler, geçmişte olduklarından daha iyi bir durumda. Gelişen
teknoloji sayesinde seslerini duyurabiliyorlar. Ayrıca gerçekler bütünüyle ve
uzun süre gizlenemiyor. Kürtler, kendilerine kurulan tuzakları eninde sonunda
aşarak, varlıklarının tek teminatı olan Bağımsız Kürdistan Devletini
kuracaklar, bundan şüphe edilmemelidir. Türkler yaklaşık bir yüzyıl boyunca
eritemedikleri Kürtleri bundan sonra eritemezler. Çok yakın bir gelecekte
Kürdistan’da, yüzyıldır yapılan zulümlere tepki olarak, çok katı bir Kürt
milliyetçi dalgası yükselecek. Türkler akıllı bir millet olsalardı, ihtilafı bu
noktalara vardırmazlardı. Boşuna kendilerine “Etrakê bêidrak” dememişler
anlaşılan.
Akil adamlar...
Sedası kulağa hoş gelen bir söz… Bu kadar aptal insanın yaşadığı bir dünyada
akil olmaktan daha güzel ne olabilir ki! Bu akil adamlardan bazılarını yakından
tanıyorum, çoğu savaştan besleniyor. TC ile PKK arasında bir yerde durarak, iki
tarafı da idare ediyorlar. Bu sayede bir o taraftan bir bu taraftan
nasipleniyorlar. “Kürtler Vadisi” dizisinde onlara da nihayet bir rol verildi.
Sahte savaşın sahte barışçıları.
cetin.ceko@gmail.com