Hüseyin Bul:
“Bayrağın olduğu yerde hep bir erk olmuştur. Bayraklar özgürlüğün aksine
sınırları simgeler”.
Söyleşi: Rifat Mertoğlu
Hüseyin Bul’un
Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan Kar Suyu isimli romanı devlet içindeki bazı kirli
ilişkilere ışık tutuyor. Hüseyin Bul ile ilk romanı Kar Suyu üzerine söyleştik.
Roman içinde
kitabın adını çağrıştıracak bir ipucu yok, “Kar Suyu” adının belli ki alegorik
bir göndermesi var, okurlara bu konuda yardımcı olmak gerek. Neden Kar Suyu?
Aslında alegorik
gönderme konusunda haklısın. Sanıyorum edebiyat ya da sanat biraz da bu dili
kullanmaktır. Günlük dili yeri geldiğinde yumuşatmak, yeri geldiğinde daha da
yalınlayarak estetikle buluşturmaktır. Gülmecelerin, karikatürlerin ve
hicivlerin böyle bir ayağı hep olmuştur. Romanın bütününe baktığımızda bir tür
vodvil de diyebileceğimiz bölümler olduğunu göreceğiz; komik, kimin nerede ne
zaman ortaya çıkacağı belli olmayan, yer yer eğlenceli ve okuyucunun gözüne
merteği sokacak kertede abartılı karakterler… Kar Suyu ismi de biraz okuyucuyu
dürtmek, kışkırtmak amaçlı biraz da romandaki Ayhan karakterinin uzun süreden
beri aradığı birini, karlı bir havada farkında olmadan bir yerden bir yere
bıraktıktan sonra aklına takılan soruyu kendine sormasıyla ilgili bir durumu
özetlemesi. Kulağına kar suyu kaçması yani.
Romanda da
birçok yerde izlerini gördüğümüz gizli bir gücün nefesi sürekli kahramanların
ensesinde… Takip edilme, ölüm korkusu, tehdit insanların ruh yapısını da
değiştiriyor. Bu bağlamda soracak olursak; ülkemizde derin devlet, toplum
psikolojisini nasıl biçimlendirdi?
Aslında derin
devlet dediğimiz gerçeklik biraz da bizim içimizde. Okulda, sokakta, evde. Tehditkâr
bir yönümüz cebimizdedir her daim. Yaptırım gücü olarak miras aldığımız bir
kültürdür. Bu miras bize –Türkiye toplumundan bahsediyorum– ta Teşkilat-ı
Mahsusa’dan kalan, devam edip gelen bir mirastır. Bu aynı zamanda bir
iletişimsizlik ve anlayamama, anlamama halidir ve sonucu yıkımdır, korkudur,
sindirmedir, evcilleştirmedir ve içtimaya çekmedir. Şiddet gören insan şiddet
uygular ve bunun doğru olduğunda şiddetle ısrar eder. Şiddetin her türlüsünü
yaşamış bu toplum insanları kendilerini ifade etmekten mümkün mertebede
çekinmişlerdir. Solcu, Alevi, Kürt, olduklarını saklamaya çalışan –düne kadar
dindar olduklarını saklayanları unutmadan– insanlardan oluşan bir cehennemdir
bu coğrafya. Bu şiddet kültürüyle büyüyen insanlarız ve hep bir sınırımızın olduğu
sokuldu gözümüze. Bazen özgürlük alanlarımızı belirleyen bir çizgi oldu bu
sınırlar, bazen de gözümüze sokulan bayraklar oldu. Bayrağın olduğu yerde hep
bir erk olmuştur. Bayraklar özgürlüğün aksine sınırları simgeler. Özetle şuraya
gelmek istiyorum; derin devlet el değiştirse de bu topraklarda gelenek
değişmedi. Ülkesini terk etmek zorunda kalan aydınlar geleneği Nazım’dan bu
yana devam ediyor. Sürgünde hayatını kaybeden sanatçı ve aydın damarı Yılmaz
Güney’le son bulmadı ne yazık ki.
Kar Suyu’nda farklı
bir teknik yakaladığınızı düşünüyorum; sorgulamalar üzerinden toplumsal yapıyı;
derin devlet, mafya, politika ilişkisini irdeliyorsunuz; tıkandığınız ya da
zorlandığınız anlar oldu mu?
Farklı teknik
konusunda hepimiz daha önceden denenmişi tekrarlıyoruz kanımca. Konularımız
ufak farklılıklar göstermiş olsa da yöntemlerimiz merdiveni oluşturan
basamaklara benzer, kimi düz kimi yarı döner kimi de sahanlıklı merdivenlerdir
ve sonuçta biz hepsine merdiven deriz. Merdivenlerin iki yönü vardır; iniş ve
çıkış yönü. Çıkış yönü yaratıcılığı simgeler bende. Çıkış yönünün çileli
olmasının sebebi bundandır. Romanla yeni bir dünya kurduğumuzu düşünürsek ki bu
bazen hayal ettiğimiz bazen de kaçtığımızdır, zorlandığımız anlar, yerler,
karakterler elbette ki olacak. Bazen yardımımıza kurgu bazen dil bazen teknik
yetişiyor ya da çağırıyoruz. Derin devletin Komiser Ayhan üzerindeki baskısının
dozajı konusunda zaman zaman zorlandığımı söyleyebilirim. Doğru zamanda ve
yerde doğru dille anlatmak meşakkatli bir işti. En kolayı sanıyorum ki sorgu
kısmıydı. (Burada gülüyor.)
Kar Suyu’ndaki
kahramanlar, özellikle komiser Ayhan, romanın başkarakteri olmasına rağmen
silik kişilikli. Sorgu sırasında insanların statülerine veya tavırlarına göre
hemen renk değiştirebiliyor, onların alayına, küçümsemesine, tehdidine maruz
kalabiliyor. Böyle durumlarda pek bozuntuya da vermiyor, bu bilinçli bir seçim
mi?
Evet, bilinçli
bir seçim. Komiser Ayhan karakteri yetkilerinin de sınırlarının da farkında
olan memur zihniyetli biri. Fazla ileri gidemeyeceğinin farkında. Ne zaman
kulağının çekileceğinin bilincinde. Damarına basılmadığı sürece mesaisini
doldurma derdinde. İdealleri, tutkuları, hırsları olmayan sıradan, düz bir
adam. Diğer karakterlere gelirsek Tikilek ve Köşetaşı, romanın en komik ve
renkli simaları. Gözümü kaparım vazifemi yaparımcılardan. Cantekin karakteri
Veli Ok’un aksine romanın omurgasını oluşturuyor. Dikkatli okuyucu Mahmut
Cantekin ve Veli Ok karakterlerinin gerçek hayatta kime tekabül ettiğini anlar.
Romanı inandırıcı yapan hayal ürünü de olsa karakterlerin gerçekçi olmalarıdır.
Yeni bir dünya kuramadığınız sürece roman havada sallanır. Ayakları vardır iyi
bir romanın, karakterler bu ayaklardan biridir.
Romanda bireysel, siyasal, dinsel, ulusal ve toplumsal kimlik ne ifade eder?
Genelde edebiyat
özelinde roman yazıldığı çağın siyasal ve toplumsal değişikliklerini,
psikolojisini, duyarlılıklarını bireyler üzerinde anlatmayı denediği için bize
ipuçları verir o toplumun, kültürü, ahlakı ve siyasal yapısı hakkında. Okurun
kurguyla oluşturulmuş dünyadaki karakterler üzerinden kendini yeniden
yaratması, üretmesi romanın gücünü gösterir. Okurun romanlarda kendine seçtiği
bir karakter mutlaka vardır. Artık neredeyse formüllerle yazılmaya başlandı
diyebiliriz çok satan romanlar. Çok satmaya, piyasaya yönelik oluşturulan
romanların şifrelerine bakın biri diğerinden farklı değildir. Hiçbir iddiasının
olmadığını düşündüğümüz romanlar en politik romanlardır. Alt metinleri
siyasidir, ideolojiktir. Bu romanlardaki karakterlerin nötr gibi görünmeleri
okuyucuyu yönlendirmekten başka bir amaç gütmüyordur. Okuyucuyu çektikleri en
zararsız liman bile dilin bozulduğu tersanelerdir ki bu da işin en başıdır.
Dolayısıyla romanda kimlik saf değildir, bir parça yazarın estetik bakışıdır,
politik duruşudur, kanayan yarasıdır.
Kar Suyu’nda
sizden izler var mı? Kendi görüşünüzü ne kadar kattınız romana? Yazar
sorumluluğu olmalı mı?
Yazar
sorumluluğu elbette ki vardır, olmalı mıdır, doğrusu bu konuda çok da emin
değilim, yazar toplum mühendisi değildir. Yazar aynı zamanda aydın mıdır ha bu
konuda düşünülmelidir. Günümüzde yılda ne kadar kitap ya da roman basıldığına,
yayınlandığına baktığımızda yazarın öyle çok da etkisinin olmadığını –elbette
ki etkisiz eleman değildir– görebiliyoruz. Bunca yayınlanan kitaplara rağmen
iki toplumun boğalaşması biraz garip değil mi?
Kendi görüşümü
romana ne derece yansıttığımı sanıyorum beni tanıyanlar bilirler. Ben ne
söylesem romana paralel duracaktır çünkü. Hayatımdan izler var mı, elbette ki
var. Zaten inşaat alanını seçmem hâkim olduğum bir konu, mesleğim çünkü.
Romanda abartılardan,
ayrıntılardan özellikle kaçındığınız görülüyor. Dil ne ifade ediyor sizin için?
Dili yeniden yaratmak ya da özgün bir dil oluşturmak gibi bir kaygınız var mı?
Sartre’ın dediği
gibi, insan bazı şeyleri söylemeyi seçtiği için değil, onları belli bir biçimde
söylemeyi seçtiği için yazardır. Burada yazar olduğumu söylemekten çok
Sartre’ın dediği “belli bir biçimdeki” kastının dibinde yatan içine dili de
alan uzun ve zahmetli bir uğraştan bahsediyorum. Dil kendi olanakları içinde
zorlandıkça açılır ama yerel olmadan evrensel olmayacağına inanıyorum.
Anadiliyle yazmak daha verimli ve lezzetlidir. Aslında yazarın bir ülkesi varsa
bu diliyle oluşturduğu, kurduğu yerdir. Bir aidiyetten bahsedeceksek bu dilin
ta kendisidir. Kaygısı derdi olmayan yazamaz gibime geliyor. Bu kiminde yeni
bir dildir kiminde başka bir şeydir. Roland Barthes’ın de dediği gibi sözcükler
herkesindir, cümle sadece yazarındır.
Avrupa ve
Amerika’da çok satan listelerinde polisiye romanlar ilk sırada. Örneğin Agatha
Christie’nin kitapları yıllarca çok satanlar listesinden inmedi. Ülkemizdeki
polisiye roman yazarlarının durumu nasıl?
Kafka’nın
arkadaşını polisiye roman okurken görmesi sonucunda neler olduğunu hepimiz
biliyoruz. Polisiye ya da dedektiflik ya da nam-ı diğer “katil” romanlarına
bakışımız yeraltı edebiyatına bakışımızla aynı. Biraz çekiniriz, biraz utanırız
ve belki biraz da kınanmaktan korkarız. Edebiyattan mı saymıyoruz ne? Gülmece
gibi üvey evlat muamelesi görmüştür her daim. Son dönemlerde yavaş yavaş
kendine bir alan açan polisiye romanlar için yayınevleri de çeviri edebiyatıyla
ciddi çalışmalar yapmaktadırlar. Çok satanlar listelerine ülkemizde de polisiye
romanların girmesi oldukça sevindirici.
E. Allan Poe’dan
bu yana iki yüzyıl geçti. Suç, gerilim edebiyatı oldukça yol kat etti. Daha
gidecek çok yolumuz olsa da bu türdeki romanların nitelikleri de satışları da
umut verici. Polisiye türdeki romanları okuyucu elbette ki sadece katilin kim
olduğunu öğrenmek için okumuyor. Aslında okuyucuyu cezbeden dilsel kurulum,
öykü yapma tekniği ve kurgudur.
Neden bir politik polisiye roman ile edebiyata giriş yaptınız?
Aslında 2010
yılında gölge adlı öykü kitabımla edebiyata giriş yaptım diyebiliriz. Tabii
bunu “kitaplı yazar” olarak düşündüğümüzde böyle, ama doksan üçten bu yana çeşitli
kültür sanat-edebiyat dergilerinde yazıyorum.
Polisiye roman
olarak özel bir tercihim yoktu, uzun süreden beri biriktirdiğim, tasarladığım
bir projeydi, hazır olduğumda da oturup ortalama bir yıl süren bir çalışmayla
ortaya çıkan bir roman oldu. İlginçtir Alamut romanını okuduktan sonra gelişen
bir projeydi. Gerçi bire bir düşündüğümü kitaba aktaramasam da gelen
tepkilerden memnunum. Bir de bu alanda bizde çok da öyle aman aman yazılmış
romanlar yok maalesef. 90-95 yılları arasındaki Çiller-D.Güreş dönemindeki
faili meçhul cinayetlerin artması ve kaotik bir ortamın yaratılması en az 12
Eylül 80 darbesi kadar iç karartıcıdır. 80 darbe sonrasında az da olsa bu
dönemi anlatan romanlar yazılmasına rağmen Çiller dönemindeki faili
meçhullerin, örtülü ödenekle tırmandırılan savaşta evini yurdumu terk edenlerin
öyküleri, romanları pek yazılmadı. Kar Suyu biraz da Çiller’in elindeki tasfiye
edilecek Kürt işadamları listesine bir gönderme niteliğinde. Derin devletin
pervasızlının deşifresi desek çok da abartmış olmayız.
Bazen
politikanın, tarihin yapamadığını sanat yapabiliyor, bu anlamda Kar Suyu
toplumsal bilincimizde unutuluşa terk ettiğimiz gerçekleri yüzümüze vuruyor,
çok teşekkür ediyorum bu anlamlı söyleşi için…
Ben de teşekkür
ederim, çok keyif aldığım bir söyleşiydi.